“Anne çok soğuk üşüyorum… Gel yavrum kucağıma… Anne sen de üşüyorsun… Yok, yavrum, sen üşüdüğün için, sana öyle gelmiştir…” Sıkı sıkı sarılıyor annesi oğluna… Ciğerparesi beş yaşındadır daha… Baba, hiç suçu olmadığı halde bir kan davasının kurbanı olmuştu…
Anne, oğlu ile birlikte, her şeyini geride bırakarak, akrabalarının bulunduğu memlekete kaçmış gelmiş… Akrabalar ilgilenmemişler mazlum anayla… Belası kendilerini bulmasın istemişler… Bunun için akrabalık bağını kesmişler… Zar zor bulduğu bir göz odada oğluyla yaşamaya başlamış… Eşyasız, azıksız, yalnız ve çaresiz… İçine akıtıyor dert gözyaşlarını sessiz sessiz…
Anne, soğuk odada uyuttuğu oğluna bakarak kendi kendine şöyle konuşuyordu: ”Şimdi baban yaşasaydı üşümezdik yavrum… Evimizde sobamız, eşyamız, aşımız olurdu… Komşularımız ve şimdi bizlere kucak açmayan akrabalarımız olurdu… Ama şimdi kimsesiz, çaresiz ve yalnızız yavrum…“
Sessizlik, acı, ızdırab, yokluk, darlık, sıkıntı hepsi bir arada bu anada… Bu bir ana… Üşüyen yavrusu için bir şeyler yapamaması içinde koca bir yara… Ve geçmişten bir sayfa açılıyor zihninde… Etrafta İslami yaşantısı ile kendini kabul ettirmiş, zulmen öldürülmüş şehid kocası, ölmeden kısa bir zaman önce ona Fatiha suresini anlatmıştı…“Elhamdü lillahi rabbi’l-âlemin” ayetinin tefsirinde ona:
“Fatiha suresinin besmeleden sonraki ilk ayetidir ”el hamdu lillahi rabbu’l- âlemin”… Kuran, bu ayetle başlar sözlerine… Rab; “sahip” demektir… Rabbul âlemin, “var olan her şeyin, canlı cansız tüm varlığın sahibi” demektir… Yani insan idrakine konuşan Kur’an, ey insan! Kulak ver: “Sahibin konuşuyor " demektedir aslında… Rabbu’l âlemin; Allah’ın varlık sahasında “hangi sıfat ve yetki” ile konuştuğunu anlatır… Rabu’l- âlemin varlığın sahipsiz olmadığını anlatır ve adeta insana “sen sahipsiz değilsin… Kimsem yok deme rabbin var işte…” demektir… ” demişti…
Şimşekler çaktı ananın beyninde… Toparladı zihnini ve ağzından; “Sahibimiz Allah, o bize yeter inşallah…” dedi… Rahatlamıştı… Belki de zihninde açılan bu sayfa Allah’ın ona bir ikramı idi…
Allah, İsmail’i kesilmekten, İbrahim’i yakılmaktan, Yunus’u boğulmaktan, Musa’yı Firavun’dan kurtarmamış mıydı? Çölde susuzluktan kavrulan İsmail’e ve anası Hacer’e su çıkartan, Eyyüb’ü hastalıklardan kurtaran, Yakub’un gözlerini açan Allah değil miydi? O halde muhakkak kendilerine de yardım edecekti… Sevindi, içine ferahlık doğdu bir anda…
Şehid eşi, ona hep peygamberler hayatını anlatırdı… Eşinden dinleyip zihnine kaydettiklerini şimdi bir bir hatırlıyor ve rahatlıyordu… Hz Musa’yı hatırladı… O da kendisi gibi bir anda evsiz, barksız, yurtsuz kalmıştı… Musa’nın Medyen suyunun başında iken yaptığı duayı hatırladı ve onu sayıklaya sayıklaya uyudu: ”Rabbim indireceğin her bir hayra öyle muhtacım ki…”
Mahallenin imamı fakirleri gözeten, cami çevresinde kim var kim yok bilen birisi idi… Bir imamda bulunması gereken her vasfa haiz idi… Önder ve örnek, fedakâr ve cefakâr biri idi… “Âlimler peygamberlerin varisidir” hadisini "peygamber gibi yaşamakla" tefsir ederdi… İmam, cemaate devam eden gençleri ve çocukları örgütlemiş ve her birine bir sorumluluk yüklemişti…
Mahallede kim hastalanıyorsa, dara düşüyorsa onu ziyaret ederdi… Mahallenin fakirleri için camide “fakir fonu” oluşturmuştu… Bu kadının durumunu öğrendiğinde hemen evi döşemiş, yakıtlarını tedarik etmişti… Mazlum ana ve oğlu çok sevinmişlerdi, ona dua ediyorlardı… Gariban anne, “Allah kuluna yeter değil mi?” Sualine “yetersin rabbim “ karşılığını vermiş ve şükür secdesi etmişti…
Bu hikâye, birileri rencide olmasın diye biraz değiştirilerek anlatılmıştır… Etrafımızda bu durumda olan birçok aile bulunmaktadır… Kış geldi, soğuklar başladı… Mazlumlara, mültecilere, muhtaçlara yardım elini uzatmalıyız… Bizlerin malında onların da haklarının bulunduğunu unutmamalıyız… Muhtaçlara haklarını hakkıyla vermeliyiz… Etrafta aç, muhtaç var mı araştırmalıyız… Gücümüzü aşan durumlarda, gücü yetenlere ulaşmalıyız… Bu ananın yerinde bizler olsaydık, bize uzanacak bir hayır eli beklemez miydik?
Hayır yarışını en önde tamamlamak dileği ile…
26.10.2013