HAZIR ÜÇ SUÇLU
KADER, SİHİR VE GÖZ DEĞMESİ
İnsanoğlunun önemli bir özelliği yanlışlarını
kabullenmemesi, kabullenememesidir… Çok ağır bir sorumluluk olduğu içindir ki
Allah, Kıyamet Suresine “kendini öz eleştiriye tabi tutan insana” yeminle
başlar ve ardından “kıyamete gününe” yeminle devam eder… Bu sıralı yeminlerde
verilmek istenen mesaj şu olsa gerektir: “Kıyamet kopsun istemiyorsan,
kendinden başlayarak yanlışların kıyametini kopar…”
İnsan; kendini eleştirmek, yanlışını ortaya koymak
ve nerede yanlış yaptığını belirleyip durumuna çekidüzen vereceği yerde
suçlarına, günahlarına, yanlışlarına sürekli bir mazeret uydurma peşindedir…
Yanlışlarına hep suç ortakları bulma gayretindedir… Yanlışını, başkasının
boynuna yıkarak kendini rahatlatma eğilimindedir… Sürekli mazeret uyduran
insanı bilen Allah; “insan kendine şahittir, o gün sıralayacağı mazeretler
kendisinden kabul edilmeyecektir” diye buyuruyor Kıyamet Suresinin ileri ki
ayetlerinde…
Uydurulan mazeretler, suçu başkalarına yıkmalar ve
suç ortakları ihdas etme yolu ile suçun ağırlığını hafifletme çabaları kişiyi
sorumluluk sahasından kurtaracak değildir… İnsan, kötü sonuçlarla karşılaşmamak
için yanlışlarıyla yüzleşmekten kaçar… Gerçekte bu kaçışlar; suçluluğu kendine
yedirememesinden, ulaştığı sonucu görmek istememesinden, hesaba çekilmekten çekindiğinden
ileri gelir… Aynı sürenin ilerleyen ayetlerinde Allah suçluya sorar: “Eyne’l-
mefar? (kaçış nereye?)”… Nereye kadar kaçacaksın? Kaçmakla hesaptan mı
kurtulacaksın? Dünyada istediğin kadar kaç, istediğin yere sığın sonunda ölüm
elçisine yakalanmayacak mısın? Mesajını vererek suçlunun kaçışına set çeker… Ve
surenin devamındaki ayetler, bu kaçışa: “Son durak Rabbin huzurudur” der…
İnsan toplulukları, tarih boyunca kendilerini
rahatlatacak hazır üç suçlu: “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsünü bulmuşlar
ve her nerede bir yanlış, bir suç, istenmeyen bir durum görürlerse suçlu olarak
hep “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsünü gösterirler… “Ne yapalım! Kader… Ne
olacak! Göz değdi… Bunların arası kötü değildi! Sihir yapılmış olmalı” diyerek
kendilerini rahatlatırlar, başka bir deyimle kendilerini aldatırlar… Suç
faturasının, suçlulara kesilmediği çözüm yolunu seçerler… Böyle yapmakla
işlerini daha da zorlaştırdıklarını ve daha başka yanlışlara davetiye
çıkardıklarını, suçu kurutmak yerine suçu daha da kabarttıklarını ya
bilmiyorlar, ya da bilmek istemiyorlar…
Kaderde suç Allah’a, sihirde suç şeytana, göz
değmesinde suç kem gözlere yıkılır… Yüzyıllardır süregelen bu suç terapisinin;
dine bağlanması, dindenmiş gibi gösterilmeye çalışılması; insanları din adına
suç bataklığına sürüklemekten, dinin afyon gibi kullanılmasından, insan hayatı
ile oynamaktan başka bir şey değildir… Maalesef bu yanlış inanışlar; günaha,
suça, yanlışa, kısacası istenmeyen her olaya davetiye çıkarmakta ve hayatın
yanlış akışına din adına arka çıkılmaktadır…
Allah’ı yanlış tanıyanlar, kaderi, şeytanı yanlış
tanıyanlar da sihri yanlış bilirler… Yaratılmışı ve yaratılmışın gücünü
bilmeyenler ise göze ilahi gücü yüklerler… Asıl suçlular yerine uydurulan bu
hazır suçlular, dini yanlış tanımanın neticesi olarak ortaya çıkarılmışlardır…
Aslında “Kader, sihir ve göz değmesi” üçlüsüne suçlular demek bile yanlıştır,
“suçlananlar” demek daha doğru bir tabir olur… Hayatı doğru yaşmak için Allah’ı
doğru tanımak ve onun tarif ettiği çizgide olmak olmazsa olmazdır…
Allah’ın konumuna şeytanı ve başka yaratılmışları
koyan zihniyet tamamıyla sapmıştır… Sihir ve göz değmesi tamamen Allah’ı
yerinden etmek, yaratılmışları ve şeytanı Allah’ın makamına geçici bir
süreliğine koymaktan başka değildir… Halkın anlayışındaki ve kelam
kitaplarındaki yanlış kader olgusu da Allah’ı hakkıyla bilmemenin neticesidir…
Suçlamak, suçlu bulmak, suçu başkalarına yıkmak yerine suçu üzerine almak, suça
dönüp bakmak, suçun açtığı kötü sonuçla yüzleşmek ve suçtan dönmek büyük bir
erdemlilik ister…
Ocak 2012