Karnı aç olan bir insan, karnını doyurmak için
arayışa girmez mi? Helak olmamak için arayışını son ana kadar sürdürmez mi?
Demek ki Kur’an’a aç değiliz… Kur’an’a aç olsaydık, Kur’an’ı ekmek kadar, su
kadar önemli görseydik, Kur’an’sız hayatta helak oluruz diye baksaydık herhalde
Kur’an’ı anlama yolunda bir yol kat etmiş olurduk… Yani biz Kur’an’a aç değiliz…
Hayatta gelecekte güzel bir yerde, güzel bir
konumda olmak için meslek seçen kişi, mesleğine kendisini vermez mi? Sınavları
geçmez mi? En azından birkaç yılını ya okullarda ya usta gözetimine vermez mi?
Kur’an hayatımızın tek mutluluk reçetesi ise ve her meslek Kur’an’sız eksik ise
neden en azından günde bir saatimizi Kur’an’a vermiyoruz? Film ve dizilere
ayırdığımız zamanın, kahve ve kafe köşelerinde geçirdiğimiz zamanın, internet
meydanlarında harcadığımız zamanın, gezip tozmaya ayırdığımız zamanın sadece
zekâtını Kur’an’a verseydik Kur’an’ı anlama konusunda önemli bir mesafe kat
etmiş olacaktık… Yani biz Kuran’ı anlamaya zaman ayırmıyoruz…
İlgi duyduğumuz şeyleri merakımızdan dolayı enine boyuna
öğrenmeye çalışmıyor muyuz? Bilginin ilginin çocuğu olduğunu bilmiyor muyuz?
Futbola ilgi duyan biri bütün maçları ve maç kurallarını, futbol dünyasını
öğrenmiyor mu? İlgi derecesine göre bilgi ve bilinç artmıyor mu? Eğer Kur’an’a
ilgi duysaydık onunla ilgilenir ve ilgilendiğimiz her şeyi öğrendiğimiz gibi
Kur’an’ı da anlamış olurduk… Yani biz Kur’an’a ilgi duymuyoruz…
Her şeyin bir istekle başladığını ve tüm
amellerin başlangıcının niyet olduğu için amellerin niyetlere göre değer
bulduğunu bilmiyor muyuz? Niyet isteğin kendisi değil mi? İstemeyen eylemde
bulunabilir mi? İstekli olduğumuz her şeyin peşinde koştuğumuz ve bir neticeye
ulaşıncaya kadar çabaladığımız gerçek değil mi? Kur’an’ı anlamayı istemek Kur’an’ı
anlamaya çalışmanın ilk ve önemli aşamasıdır… Yani biz Kur’an’ı anlamak
istemiyoruz…
İstenilen hiçbir şeyin çabasız elde
edilmediğini, insanın çaba harcadığı kadar başarıya ulaştığını bilmiyor muyuz?
Para arzusunda olan birinin para kazanmak için çaba harcamaması düşünülebilir
mi? Kıyamette insana çabasının karşılığının verileceğini bilmiyor muyuz?
Soralım kendimize biz Kur’an’ı anlamak için ne kadar çabaladık… Yani biz
Kur’an’ı anlamak için çabalamıyoruz…
İsteyen ve çaba gösteren bir insanın azminin önemli
olduğunu ve her işte azmin başarmanın koşulu olduğunu bilmiyor muyuz? Azmetmek
yılmamak demektir, zoru gördüğünde kaçmamak demektir… Azmetmek ne pahasına
olursa olsun bu işi başaracağım demektir… Azim; kararlılıktır, devamlılıktır…
Azmedenin zafere yakın olduğu inkâr edilmez bir gerçektir… O halde biz Kur’an’ı
anlamak için azimli miyiz değil miyiz buna bakmalıyız… Bir ayette veya birçok
ayette zorlandığımızda; “yok ya ben bunu anlamayı başaramam” demek doğru olur
mu? O halde Kur’an’ı anlama seyrimizde azimli olmamız gerektiğini
unutmamalıyız… Yani Kur’an’ı anlama noktasında azimli değiliz…
İnsan gerekli gördüğüne yönelir… Gereklilik
ihtiyaç duymaktır… Bir eşyanın mutlak gerekliliğine inanan biri o eşyaya sahip
olmak için elinden geleni yapmaz mı? Bir şeyin gerekli olduğuna inanmak için o
eşyanın hayatındaki eksikliğini görmesi ve o eşyanın o eksiği gidermesi halinde
hayatını daha rahat yaşayacağına inanması gerekmiyor mu? O halde Kur’an’ı
anlamaktan şikâyet eden Kur’an’ın gerekliliğine inancı ne kadar ve hayatındaki
Kur’an’ın eksikliğini hissetme derecesi ne kadardır? Ona bakmalı… Ne kadar
gerekli olduğuna inanıyorsan o derece yönelirsin Kur’ana… Yani biz Kur’an’ı
hayatımıza gerekli görmüyoruz…
Tüm bu aşamalardan sonra sevmek gelir… Kişi
sevdiği eşyayı muhafaza eder… Kişi sevdiğine özenir… İşini sevmeyen kişinin
işinde başarılı olması beklenemez… Onun için Kur’an’ı sevmek gerekir… Tabii ki
de sevmek, zikrettiğimiz tüm bu aşamalarla birleşince verimli olur… Başarmak
için sevmek şarttır… Sevgi başarının motivasyonudur… Onun için Kur’an’ı ne
kadar sevdiğimize ve sevgimizin hakkını verip vermediğimize bakmalıyız… Yani
biz Kur’an’ı gerçek manada sevmiyoruz, sevgimiz dilimizde…
Kişi sevdiğini özler, yokluğunda eksiklik
hisseder, sevginin yokluğu ile sevilenin yokluğu farklıdır… Kişi sevinceye
kadar özgürdür ama sevdikten sonra sevdiğine özgüdür, sevdiğine bağlıdır,
sevginin miktarı özlemin derecesini belirler, en sevdiğini en çok özlersin… O
halde bakmak gerekir biz Kur’anı ne kadar özlüyoruz… Şunu hiç unutmayalım!
Sevdiğimiz kadar özlem duyarız… Yani Kur’an’a özlem duymuyoruz…
Kişi gerekli gördüğünü sevmek zorunda değildir ama sevdiğine
önem vermek zorundadır… Çünkü sevginin yasasında “önem” ilk baştadır… Önem
görmeyen sevgide görmez… Sevgiliye duyulan sevgi ona verilen önemle aynıdır…
“Her önemli olan sevilmez ama her sevilen önemlidir” kaidesini unutmamak
gerekir… Kur’an bizim için ne kadar önemlidir sorusunu sormalıyız kendimize…
Yani Kur’an’ı önemsemiyoruz…
Bir eşya hakkında ya da bir meslek hakkındaki reklam,
yaygın kanaat, bizim o eşya veya meslek hakkındaki bakışımızı, duruşumuzu,
ilgimizi, önemimizi kısacası ilgi ve anlam dünyamızı etkiler… Kur’an hakkındaki
yaygın kanaat, bizim Kur’an’ı anlamaya çalışmamızın ilk ve önemli engelidir…
Çünkü tüm sıraladığımız şartlar bu kapının ardında kilitlidir… “Kur’an
anlaşılmaz bir kitap, sevap için okunur, namaz için ezberlenir, ölülerin
ardından hatim için tilavet edilir, sadece âlimler anlar, yanlış yorumlayan
küfre girer, biz sadece kitabın yüzeyini biliriz, Kur’an ahirette şefaatçidir”
gibi yaygın yanlış Kur’an anlayışları bizim Kur’an hakkındaki algı ve anlam
dünyamızı köreltiş ve istek, ilgi, sevgi vs. tüm aşamaları kilitlemiştir…
Kur’an’ı anlamaya çalışan önce yaygın Kur’an anlayışının dışına çıkmalıdır… Yani
Kur’an’ı yaygın Kur’an anlayışına göre anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz…
İşte tüm bu sebeblerden dolayı Kur’an’ı
anlamıyoruz… Tüm bu sebebler bireysel engellerdir… İlmi engeller, toplumsal
engeller ise başka bir çalışmanın konusudur… Kur’an’ı anlama yolunda bireysel
engelleri aşma dileği ile…