Kabir azabı var mı yok mu tartışması hala
güncelliğini koruyor… Maalesef kabir azabı mevzusu inanç konusu olmadığı halde
bir inanç konusuymuş gibi lanse ediliyor… Hâlbuki inanca konu olması için
hakkında kesin ve sarih bir nas olmalı…
Bu konuda var olan deliller, ayet ve hadisler
sahih olanı sarih (açık, net) değil, sarih olanı da sahih değil…Bu yüzden kabir
azabını kabul ve red edenlerin hiçbirisi sapıklık ve mülhidlikle itham
edilmemelidir… Kabir azabını kabul edenler de red edenler de Kur’an’ı delil
gösteriyorlar… Kabir azabını kabul edenler sıhhat ve sarahat durumuna bakmadan
Kur’an’a ek olarak hadisleri kullanıyorlar…
Kur’an, iki hayattan bahseder; “Dünya ve Ahiret
hayatı”… Bunun dışında “Berzah Âlemi” diye bir âlemden, bir hayat şeklinden
bahsetmez… “Berzah” kelimesi Arapçada set, engel demektir… Rahman Suresi 20.
Ayette iki denizin arasına çekilmiş setten bahsederken “berzah” kelimesi
kullanılır ki iki denizin birbirine karışmasını engelleyen engel ise görünür
bir engel değil tam aksine görünmeyen bir engeldir, “Allah’ın koyduğu
kanundur”…
Aynı şekilde Allah, Müminun Suresi 100. Ayette de
ölen kişilerin bir daha asla dünyaya döndürülmeyeceklerini, kendilerine yeni
bir hayat hakkının tanınmayacağını ifade ederken yine “berzah” kelimesini
kullanır… Burada da “berzah” kelimesi “set, engel” demektir… Ki bu engel
Allah’ın hayata koyduğu kanundan başkası değildir… Allah’ın hayata koyduğu
kanunu yalnız Allah bozar…
Yüzyıl ölü kaldıktan sonra diriltilen adamın
örneği Kur’an’da işlenmektedir… Allah’ın hayata koyduğu genel yasa, ölümden
sonra geri dönüşün olmayacağı şeklindedir… Bu kanuna herkes tabidir, şehitler,
peygamberler, veliler vs. herkes bu kanuna tabidir… Ne veliler iddia edildiği
gibi öldükten sonra geriye dönüp fayda verebilirler, ne de şehitler geriye dönüp
hayata müdahil olabilirler… Ölüm hayata çekilen son çizgidir… Bu çizgiyi kim
olursa olsun geçemez… Bu durumda
peygamberimizin ruhunun kendisine iade edilip selamlara karşılık verdiği
rivayetleri de doğru değildir…
Ayrıca Bakara Suresi 154. Ayette şehitler için
kullanılan “diri” ifadesinden sonra “lakin siz anlamazsınız” ifadesine
baktığımızda aslında şehitlerin geriye dönüp hayata müdahil olmadıkları
anlamını çıkarabiliriz… Aynı şekilde Al’i-İmran Suresi 169-171. Ayetlerde de
şehitlerden bahsedilirken “onların memnuniyetleri, rableri katında
rızıklandırıldıkları, kendilerinden sonra gelenleri müjdeledikleri” ifade
edilir ama dünya hayatına müdahil olduklarından bahsedilmez… Çünkü ölümün
kanunu, bir daha yaşam alanına devam etmemektir… Lakin bilmediğimiz bir
diriliğin içinde olduklarını ayetlerden anlıyoruz…
Bizce ölüm, hayatın son evresidir ve uyku gibi
dirilişi bekleme sürecidir… Dünya hayatındaki uykudan farkı ise bir daha geriye
dönememektir, dünya ile ilişkinin kesilmiş olmasıdır… Ki bu süreci Allah, Yasin
Suresi 52. Ayette; “bizi yattığımız yerden kim kaldırdı” ayetinde geçen
“merkad” kelimesi ile ifade etmektedir… Nitekim “merkad” kelimesi Kehf Suresi
18. Ayette “rukud” kelimesi ile; “onları görsen uyanık sanırdın hâlbuki onlar
uykuda idiler” ayetinde “uyku” anlamında kullanılmıştır…
Yasin Suresinde diriltilen insanların “yattığımız
yerden bizi kim kaldırdı” sözleri, Kehf Suresindeki ayete istinaden “bizi
uyuduğumuz yerden kim kaldırdı” demek olur ki buradan da aslında ölümün “ahiret
uykusuna yatmak” olduğunu anlıyoruz… “Ahiret uykusuna yatmak” diye tabir
ettiğimiz bu ölüm sürecinde ölen kişinin aslında beden boyutunda değil ruh
boyutunda hayatının devam ettiğini ve rüyaya benzer bir yaşam sürdüğünü
anlıyoruz… Ki rabbimiz, ruh ve beden ayırımının varlığını bizlere Kur’an’da
anlatmaktadır…
Zümer Suresi 42. Ayette; “eceli gelenlerin
canlarını, ruhlarını ölümleri anında eceli gelmeyenlerin canlarını ruhlarını da
uykuları anında alır, eceli geleni katında tutar, eceli gelmeyeni ise belli bir
güne kadar salar…” ifadesi ile hem ruh- beden ayırımına dikkat çekilmiş hem de
uyku anındaki “teveffi”den ve ölüm anındaki “teveffi” den bahsedilmiştir… Buna
göre Kur’an, uyku anındaki “geçici ölümden ve hayatı sonlandıran “gerçek
ölümden” bahsetmiş olmaktadır…
Ayette kullanılan “teveffi” kelimesi
“sonlandırmak, hitama erdirmek, işini bitirmek, öldürmek” gibi anlamlara
gelmektedir… Herkes uyuduğunda nefes alıp vermekte ise de beden irade yönü ile
faal değildir… Uyku anında görme, işitme, hissetme vs. tüm iradi eylemler rüyada
devam etmektedir… Bu ayete istinaden ruh diye tabir ettiğimiz şeyin “İRADE”
olduğunu söyleyebiliriz… Tabiri caizse hayat artık uykuda devam etmektedir…
Buna göre uyku iradenin hayatla bağının kesilmesi, mevt(ölüm) ise nefes ve
iradenin hayatla bağının kesilmesi demektir… Bu durumda ölüm sonrasında iradi
eylemlerin rüya gibi bir durumda devam ettiklerini söyleyebiliriz…
Bu ayırımı yapmamızın sebebi sahih senedlerle
gelen hadisleri red etmek yerine anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktır…
Hadisleri red etmekle hakikat ortadan kalkmış olmaz… O halde sahih senedle
gelen ama sarih(açık, net) olmayan hadis ifadelerini anlamak ve anlamlandırmak
için Kur’an’ın ölüme nasıl baktığına bakmamız gerekmektedir…
Biz de şu ana kadar onu yapmaya çalıştık ve sonuç
olarak ölümün ahiret uykusuna yatmak olduğunu, uykudan farklı olarak nefesi
kesip dünya ile bağımızı sonlandırdığını söyledik ve iradi eylemlerimizin rüya
boyutunda devam ettiğini ifade etmeye çalıştık… Buna göre kabir azabının
varlığını kabul eden birçok sahih hadis hakikat değil “mecaz” ifade etmektedir
diyebiliriz…
Kimi ayetlerin mecaz ifade ettiğini kabul
ettiğimiz halde iş hadis meselesine gelince kimi hadislerin mecaz ifade
ettiğini görmezlikten geliyor gibiyiz… “Emanetin yer ve göğe tevdi
edilmesini”(Ahzab, 72) konu edinen ilgili ayetleri nasıl ki hakikat anlamında
almıyorsak bence kabir azabı ile ilgili sahih senedlerle gelen rivayetleri de
hakikat anlamında almamak gerekir… Zira konu ile ilgili sahih olan hadislerin
metni sarih değildir… Hepimiz biliyoruz ki mezarda hayat yoktur, mezarda hayat
olmasının imkânı da yoktur… Var ise şayet hayat, ruh ile ilgilidir…
Öyle ki yer altında daracık bir alanda koca bir
dünya anlatıyorlar… Ölen kişi iyi ise kabri genişler, kötü ise kabir sıkarmış…
Kişi öldükten sonra mezara konulduğunda kendine gelirmiş, ölü olduğunu o zaman
öğrenirmiş, herkes dağıldıktan sonra “Münker-Nekir” isimli iki melek gelip
sorguya çekerlermiş, Ölü mezar başındakilerin ayak seslerini işitir ancak ses
veremezmiş vs… Hâlbuki Kur’an’a göre kişi ölmeden önce dünyadan ayrılacağını
bilmektedir (Kıyamet, 27)…
Kur’an birkaç yerde (Fatır 22, Rum 52, Neml 80)
ölülerin, mezardakilerin duymadıklarını işitmediklerini açık ve sarih bir
şekilde ifade etmektedir… Her ne kadar müfessirler bu ayetlerde ölüler tabiri
ile müşriklere bir göndermede bulunulduğunu söylemekte iseler de durum
anlattıklarının ötesinde ölülerin de duymadığını ikrar etmektedir…
Zira
benzeyen ve benzetilen arasında ortak noktalar yoksa benzetme yapmanın bir
anlamı olmaz… Eğer ölülerin duymama halleri ile müşriklere bir gönderme de
bulunulmuşsa her aklıselim sahibi anlar ve bilir ki ölüler duymamaktadırlar ve
duymadıkları için bu benzetme yapılmıştır değilse benzetme anlamsız olurdu…
Ölülerin duymadığını Kur’an ayetlerinden yola
çıkarak dillendiren Hz. Aişe annemizdir… Hz. Aişe, ashabın olduğu bir ortamda,
Bedir kuyularına atılan müşriklere peygamberimizin seslenmesi karşısında
ashaptan birilerinin “ölüler duyar mı” sorusunu sorduklarını peygamberimizin de
buna karşılık olarak “onlar beni sizden daha iyi duyuyorlar” dediğini ancak bu
sözün yanlış anlaşıldığını ifade ederek Peygamberin onların bu âlemden geçip
gitmelerinden ve hakikati yakinen görmüş olmalarından dolayı böyle bir söz
kullandığını dile getirir ve ölülerin duymadığını söyler… Hz. Aişe’nin bu sözü
karşısında ashaptan kimsenin itiraz etmediğini biliyoruz…
Ölümle hayatın son bulduğuna inanmış Arap toplumu
imandan sonra ölülerin duyduğuna inanmış olsalardı böyle bir soru sormazlardı…
Zira bu soru Mekke’den Medine’ye hicretten sonra sorulmuş ve inancın tesis
edildiği 13 yıllık Mekke dönemi geride bırakılmıştır… Eğer 13 yıllık süreçte
İslam’a inanmış ve Bedir savaşına katılmış sahabeler peygamberin Bedir
kuyusunun başında ölülere seslenmesini şaşkınlıkla karşılamışlarsa burada durup
düşünmek gerekir… Ki bu olayın kendisi dahi ölülerin mezarda dirileri duymadığını
ifade etmek için yeterlidir…
Kabir âlemi, Berzah âlemi kitaplarında geçen
birçok hadisin uydurma, zayıf olduğunu hadis âlimleri ifade etmektedirler. Bu
konuda sahih hadisler ise çok azdır… Sahih hadisleri yaptığımız açıklama
bağlamında anlamaya çalıştığımızda aslında sahih hadislerde zikredilen “kabrin
cennet bahçesinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olması”
gibi durumların kabirde değil rüyada gerçekleşeceğini söyleyebiliriz… Zaten
âlimlerin büyük çoğunluğu kabir azabının bedene değil ruha yapılacağı
görüşündedirler...
Peygamberimizin kabir azabından sığındığı birçok
sahih rivayette geçmektedir… Ancak bu rivayetlerde kabir azabı konusunda net
ifadeler bulunmamaktadır… Benim inancım o dur ki kabir azabı dedikleri şey
aslında uyku hali gibidir… Beden ölür ama ruh ölmez…
Ayetler iyi insanın cennetle müjdeleneceğini (Nahl
32) kötü kişilerin de hırpalanacaklarını (Muhammed,27-28; Enfal, 50-51) yani
kötü bir durumda gözlerini hayata kapayacaklarını söylemektedir… Dolayısı ile
hayata gözünü iyi kapayan iyi rüyalar, kötü kapayan ise kötü rüyalar görür… Ki
biz uykularımızda da yattığımız duruma göre rüya gördüğümüzü ve rüyada gerçek
hayatta olduğu gibi hissettiğimizi, tattığımızı vs. biliyoruz… Bu manada
aslında rüya ahiretin bir delilidir…
Bana göre kabir azabı yoktur, cehennem azabı
vardır... Allah; Kur’an’da iki hayattan bahsetmiştir üçüncü bir yaşamdan
bahsetmemiştir... Yani toprak altındaki hayattan bahsetmemiştir... Öyle bir
yaşam olsaydı Allah onu açıkça dile getirirdi... İnsanları sakındırmak için cehennem azabını sürekli hatırlatan Allah,
neden kabir azabı ile korkutmuyor? Çünkü öyle bir hayat yok, öyle bir âlem yok…
Olsa olsa uyku halinde iken gördüğümüz rüyalar
gibi bir durum olabilir… Bu gün insanlar kabir azabında korktukları kadar
cehennem azabında korkmuyorlar... Neden mi? Çünkü yer altı dünyası daha korkunç
işlenmiş… Yer altı dünyası inancı diğer dinlerde de çokça işlenmiş...
Diriliş ve
hesap olmadan sorgu olmadan azap olmaz... Çünkü Allah sorgu yapmadan azap
etmez...
Kimileri bin yıl önce ölen ile yeni ölenin kıyamet
gününe kadar kabirde cezalandırılmalarının zaman, süre açısından adaletsiz
olduğunu söyler… Ancak hepimiz biliriz ki biz rüyada bir hayat kuruyoruz,
evlenip çoğalıyoruz, kıtalar dolaşıyoruz, yıllarca yaşıyoruz… Rüyada gerçekleşen
tüm bu durumların aslında birkaç saniye içinde gerçekleştiğini söylemektedir
uzmanlar… Çünkü zamana tabi olan ruh değil bedendir… Ruh âleminde, rüyada
herkes aynı zaman dilimini yaşamaktadır dolayısı ile zaman konusunda
adaletsizlik yoktur…
İsra Suresi 12. Ayette diriltilenlerin ölüm ile
diriliş arası bekleyişte çok az kaldıklarını düşüneceklerini, Ta-ha Suresi 103-
104. Ayetlerde de mücrimlerin kendi aralarında kaç gün kaldıklarını
tartışacaklarını 10 gün kalındığını söyleyeceklerini onlardan başka bir grubun
ise bir gün kalındığını ifade edeceklerini ifade edilmektedir… Bu ayetlere göre
ölüler, ölü oldukları zaman dilimini dahi hatırlıyorlar… Eğer bizim dediğimiz
gibi uyku gibi bir halde değil idilerse ne kadar kaldıklarını nasıl ve neden
tartışsınlar?
Yukarda yaptığımız açıklama ışığında anlamaya
çalıştığımızda ayetler daha anlamlı gelmektedir… Ayetlerden anladığıma göre
ölüm sürecindeki bekleyişin 10 gün sürdüğünü ifade edenler çok kötü bir durumda
uykularına devam etmiş, çok kötü rüyalar görmüşler, bir gün diyenler de on gün
diyenlerden daha az kötü bir durumda uykularına devam etmişlerdir…
Bazen uyku uzun olduğu halde çok kısa gibi gelir
insana… Bazen de çok az olduğu halde çok uzun sürmüş gibi gelir… Bu uzunluk
meselesi görecelidir ve uyku şartlarına, ahvale bağlıdır… Ahiret uykusuna
yatmak olarak nitelediğimiz ölüm dünya uykusunun bir benzeri olmalıdır ama
gerçek halini sadece rabbimiz bilir…
Mü’min Suresi 11. Ayetten yola çıkarak “iki ölüm ve iki diriliş” ifadelerine
istinaden kabir hayatının varlığı iddia edilmektedir… Hâlbuki bu ayete göre iki
ölüm ve iki diriliş ile neyin kastedildiği tartışmalı bir mevzudur ve
müfessirler bu konuda birçok görüş ileri sürmüşlerdir… Kabir azabı
müfessirlerden gelen görüşlerden sadece bir tanesidir…
Bu konuda herhangi bir ittifakta mevcut değildir…
Bu durumda ayet sarih olmadığı için delil olarak kullanılamaz… Bizce ilk ölüm
ile toprak olan halimiz ikinci ölüm ile ise malum ölüm anlatılmaktadır. Yine
ilk diriliş ile doğum, ikinci diriliş ile malum diriliş anlatılmaktadır…
Yine kabir azabının varlığını kabul edenler
tarafından Mü’min Suresinin 46. Ayeti delil getirilmektedir… Ayet, “Firavun ve
beraberindekilerin denizde boğulmalarının akabinde sabah akşam ateşe arz
edildiklerini ve kıyamet gününde daha büyük bir azaba uğratılacaklarını” ifade
etmektedir…
Sabah-akşam ateşe arz olunmalarının kıyamet
günündeki azaptan önce zikredilmiş olmasından yola çıkarak kabir azabının
varlığı ispatlanmak istenmektedir… Bu konuda da müfessirler arasında bir birlik
yoktur…
Örneğin Maverdi, ayette takdim ve tehirin söz
konusu olduğunu ve dolayısı ile kıyamet günü büyük azaba sabah akşam arz
olunacaklarının ifade edilmek istendiği görüşünü nakleder… Dolayısı ile ayet
sarih olmadığı için bu konuda delil olarak kullanılamaz… Sabah- akşam ateşe arz
olunmaları takdim ve tehir değilse ahiret uykusunun rüyasında yaşanacak bir
durumdur diyebiliriz…
Yine Nuh Suresi 25. Ayette “boğulmalarının hemen
akabinde ateşe atıldılar” ifadesinden yola çıkarak Kabir azabının varlığı
kanıtlanmak istenmektedir. Zira burada “fe” bağlacı ile hemen ateşe atıldıkları
ifade edilmektedir demektedirler…
Ancak bu konuda da tefsirlerde birçok farklı görüş
bulunmaktadır… Bizce ayetin bu ifadesi, Nuh kavmi kâfirlerinin ölümleri ile
cehenneme atılmaları arasında kendisi açısından zaman aralığı olmayan
Rabbimizin üslubundan kaynaklanmaktadır… Bu ayette sarih olmadığı için,
hakkında ihtilaf bulunduğu için delil olarak kullanılamaz…
Birçok ayet
cennet ve cehenneme diriliş sonrasında girileceğini ifade etmektedir… Cennet ve
cehennemin şu an için mevcut olup olmadığı dahi tartışmalı bir meseledir ve bu
tartışma kesin sonuca kavuşturulamamıştır… Ama ayetlere bakarak kesin olarak
kimsenin ölüm sonrasında cennet veya cehenneme girmediğini söyleyebiliriz…
Sonuç olarak kabir azabının maddi boyutlu olduğunu
söylemenin doğru olmadığını, varsa şayet manevi boyutta olduğunu ve rüyaya
benzer bir durumda gerçekleşeceğini ifade ediyoruz… Bize göre ölüm, dünya
hayatının sonlandırmakta ise de ruh boyutunu nihayete erdirmemektedir… Dolayısı
ile ölüm uykuya benzerdir tabiri caizse ölüm “büyük uyku”dur… Ölüm için “Ahiret
uykusuna yatmak” tabirini kullanmaktayız… Bu Ahiret uykusunun dünyadaki uykudan
farkı bir daha geriye dönüş yapamamaktır…
Berzah denilen şey ise diğer kanunlar gibi hayata
dönmeme kanunudur… Berzah âlemi diye bir âlemden bahsetmek, yar altı
dünyasından bahsetmek doğru değildir… Bu konuda gelen rivayetlerin çoğu da ya
mevzudur (uydurmadır) ya da zayıftır… Kur’an, dünya ile ahiret arasında bir
hayattan bahsetmiş değildir… Ancak Kur’an ölümü uyku şeklinde nitelendirmiş ve
bedenen ölmüş olmanın “manen ölmüş olmak” olmadığını birçok ayette anlatmıştır…
Ayrıca
“Kabir Azabı” ile ilgili sahih hadislerin mecazi anlamda alınması gerektiğini
düşünüyoruz… Ve âlimlerin çoğunun görüşü olan azap bedene değil ruha yapılır
görüşlerinin yabana atılmaması gerektiğine inanıyoruz…
Yine de en iyisini rabbimiz bilir…
25. 06. 2016