Kur’an, Hz. Peygamberi bizlere örnek olarak göstermekte
ve ona uymamız halinde Rabbimizin bizleri seveceğini müjdelemektedir… O halde
Peygambere hangi konularda uyup uymayacağımızı, hangi durumlarda örnek almamız
gerektiğini irdelememiz gerekmektedir…
Peygamberimizin hayatı boyunca sergilediği tutum
ve davranışları üç konumda değerlendirebiliriz… Birinci olarak Hz. Peygamberin
beşer olarak yaptıklarından yola çıkarak beşeri konumunu, ikinci olarak Hz.
Peygamberin yerli halk olarak yaşadığı muhitin gelenek ve göreneklerine göre
yapmış olduğu davranışlardan yola çıkarak yöresel konumunu ve üçüncü olarak
peygamber olarak söyleyip, yaptıklarından yola çıkarak peygamber konumunu
değerlendirebiliriz…
Maalesef Hz. Peygamberin örnekliği anlatılırken
beşeri ve yerli halk konumunda yaptıkları ile Peygamber olarak yaptıkları
arasına ayırım konulmamaktadır... Hz. Peygamberin beşeri ve yöresel konumları
isteğe binaen taklit edilebilir ama asla sünnet olarak dayatılamaz… Hz.
Peygamberin uyulması ve örnek alınması gereken konumu ise Peygamberlik
konumudur… Peygamberimizin bu konumda devamlı yaptığı ve yapılmasını öğütlediği
şeyler sünnet olarak değerlendirilmelidir…
Şimdi konuyu biraz daha açalım ve ne demek
istediğimizi bazı örneklerle işlemeye çalışalım… Peygamberimiz herkes gibi bir
beşerdi… Beşer olduğunu gözler gördü, tarih şahit oldu, Kur’an dile getirdi…
Her beşer gibi onun da istek ve arzuları, sevinçleri, hüznü, şehveti ve öfkesi
vs. vardı… O da bizler gibi yer içer, konuşur, hacet giderir, gezer,
hüzünlenir, sevinir, ağlar, güler, heyecanlanır, canı sıkılır, hastalanır, alış
veriş yapardı…
Bir Peygamberin beşer olmasını kabullenmeyen
müşriklerden farklı olarak kimi Müslümanlar Kur’an’da yazdığı şekli ile Hz.
Peygamberin beşer olduğuna iman ettiler ama beşer olmasını kabullenemediler…
Kur’an’ın beşer vurgusuna ek olarak “la kel beşer- beşer gibi değil” şerhini
koydular, uydurma rivayetlerle “la ke’l-beşer- beşer gibi değil,
fevka’l-beşer-beşer üstü” olağanüstü beşer peygamber anlayışını Müslüman
zihinlere enjekte ettiler…
Öyle ki avama; “…Ama peygamber öyle yapmadı, böyle
yaptı” dediğimizde bizlere; “o peygamber sen peygamber misin” demektedirler…
Sanki Hz. Muhammed’in peygamber olması onun gibi davranılamayacağı anlamına
gelmiştir… Bu anlayış ise Kur’an’a terstir… Kur’an’a muğayir bu anlayışı avam
zihinlere eken maalesef aşağıda zikredeceğimiz uydurma rivayetlerdir….
Hz. Peygamber hakkında olağanüstü beşer algısı
oluşturanlar, belki de Peygamberi aşırı seven ve bu aşırı sevginin yanlışa
sürüklediği insanlardı… Belki de olağanüstü beşer algısını, Kur’an’ın dile
getirdiği peygamber algısını yıkmaya çalışan gayri Müslimler de yerleştirmeye
çalışmış ve bunun için uydurmaları yaymış olabilirler… Kim ve hangi sebeple
uydurmuş olursa olsun beşer üstü-olağanüstü beşer algısının Peygamber hakkında
yaygınlaşmış olması bizlerin din algısına zarar vermiştir…
Maalesef olağanüstü beşer algısını yerleştirenler;
meleklerin ameliyat etmesi ile kalbinden şeytan payı alınan, teri misk kokan,
terinden gül yaratılan, sünnetli doğan, Nur’dan yaratılan, bulutla gölgelenen,
bevli şifa olan, cinsel gücü normal insanlardan farklı olan, tükrüğü bereket
olan, kılı zafer getiren, dağ-taş ve ağaçlarla konuşan, anne- babasını diriltip
iman ettiren,
Cennetin kapısına adı yazılan, Âdem’in affına
sebep olan, doğumu önceden müjdelenen, peygamber olacağı rahiplerce bildirilen,
çocukluğunda gittiği yere bereket götüren, âlemde ne var ne yok uğruna, yüzü
suyu hürmetine yaratılan peygamber gibi uydurma rivayetlerle halkın din
anlayışını zehirlemişlerdir… Böyle bir beşer nasıl örnek alınabilir ki?
Hz. Peygamber yetiştiği coğrafyada iklim gereği
yaptığı tercihler, çocukluğundan beri edindiği alışkanlıklar, sevdiği yemekler,
giydiği elbise türünün yün vs. olması, yürüme şekli, konuşma tarzı, gülmesi,
ağlamsı, dinlenmesi, uyuması vs. durumlar beşeri yapısının gereğidir ve her
insanda bulunması gereken ortak özelliklerdir…
Herkesin sevdiği yemek, giyeceği elbise türü,
kanuşma şekli farklı olabilir… Bu konularda peygamberi taklit etmek gerekmez…
Taklit etmek isteyen de kınanmaz… Hz. Ömer ve oğlunun örneği gibi… Hz. Ömer,
Peygamberi taklit etmez ama Ömer’in oğlu Abdullah ise Peygamberi taklit etmeyi
sever…
Unutmayın! Bizler peygamberimizi taklit etmekle
değil tahkik ve tetkik etmekle, örnek almakla emrolunduk… Beşer üstü peygamber
algısını yıkıp beşer peygamber algısını yerleştirmeliyiz… Değilse örnek
alınamaz bir peygamber profili ile karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz…
13. 09. 2016
HZ.
PEYGAMBERİN “ÜÇ KONUMU” – 2
Sünnetin doğru anlaşılmasına dair
farklı bir bakış
Hz. Peygamber, yöresel konumu
gereği yaşadığı coğrafyanın bir insanı gibi hareket ediyordu… Mekke ve
Medine’de örf ve adetlerin gereğini yapıyor İslama ters olan geleneği ise
değiştiriyordu…
Hz. Peygamber, içinde yaşadığı
geleneğin belli bir bölümünde köklü bir değişime gitmek yerine kısmi
değişikliklere gitmiş ve peygamber misyonuna özgü kimlik oluşturma yoluna
gitmiştir…
İçinde yaşadığı halkın
geleneğinde sakal bırakma adet olduğu için sakal bırakmış ama onlardan farklı
olarak bıyıklarını kısa tutmuştur… Onlar gibi elbiseyi uzun tutmamış
kısaltmıştır… Onlar gibi beyaz ve yün giyinmiş, sarık sarmış, yüzük takmış,
çarık ve cübbe giymiştir… İçinde yaşadığı Medine Yahudilerinin sarı renk
giyinmelerinden dolayı sarı giyinmemiş ve Hz Ali’nin Sarı renk elbise
giyinmesini kabul etmemiştir…
Yine kendi geleneğinin bir insanı
olarak yemekleri çoğu zaman eli ile ve yer sofrasında yemiştir… Müşriklerin
saçlarını uzattığı yerde kısaltmış, kısalttıkları yerde ise saçlarını
uzatmıştır… Hz. Peygamber geleneğe kimlik ifade eden, benzerlerinden ayrı kılan
bazı eklemelerde bulunmuştur… Yemeğe besmele ile başlamak, hamd ile bitirmek,
sağ elle yemek, elbiseyi, bıyığı kısaltmak vs. gibi…
Peygamberin Arap örfüne uymuş
olması bir eksiklik değil aksine bir artıdır… Yaşadığı muhitte tedavülde olan,
halk arasında paylaşılan ve uygulanan tıp bilgilerini de yöresel olarak
nitelendirmeliyiz… Tıbbı nebevi denilen şey aslında farklı kabile ve yörelerden
gelen bilgilerin ortak adıdır… İlahi kaynaklı değildir…
Dolayısı ile Hz. Peygamberin
sakalı, sarığı, yüzüğü, cübbesi, çarığı, beyaz giyinmesi, yerde ve eli ile
yemesi, elbisesini kısaltması, entari giyinmesi, tıbbi önerilerde bulunması
yöresel hareket ettiğini ve bu hareketlerin bağlayıcı olmadığını
göstermektedir…
Hz. Peygamberin sakalla ilgili
emri zaten Araplarda var olan sakal uygulamasının farklı bir kimlik boyutuna
taşınması içindir… Tabiri caizse sakal bırakmak değil kimlik oluşturmak,
kâfirlere benzememek, özenmemek sünnettir…
Hz. Peygamberin sakal ve cübbe
ile ilgili sahih tek hadisi yoktur, hepsi uydurma rivayetlerdir… Hz.
Peygamberin önce kullanıp altın yüzük ve ipeği yasaklaması da kimlik oluşturma
sünnetinin gereğidir… İsraf ve debdebeye girilmemesi için bu yasakları
getirmiştir…
Peygamberimizin kültür adına,
gelenek adına yaptıklarını uyulması gereken sünnet sayan kimi Müslümanlar
maalesef hala evlerinde masada yemek yemek yerine yerde yemeyi tercih
ediyorlar, sünnet diye sarık –cübbe giyiyorlar ve bunu sünnetten sayıyorlar…
Ama maalesef aynı Müslümanlar fakirlerin muhitinde yaşamaktan içtinap
ediyorlar, halk gibi yaşamak yerine en lüks semtlerde en lüks hayatı yaşamayı
ihmal etmiyorlar…
Elbette kişi istediği takdirde
Hz. Peygamberi taklit edebilir, onun giyindiği gibi giyinebilir ama bunu
başkasına dayatamaz, kendini bu taklitten dolayı taklit etmeyenlerden daha
muttaki göremez… Ancak unutulmamalı ki sünnet Peygamberi taklit etmek değil
anlamaya çalışmaktır… Zira peygamber anlamayı, taklide öncelemiştir…
Maalesef sünneti birkaç şekle,
kalıba, harekete indirgemişiz… Sivak sünnetini öncelediğimiz ve dile
getirdiğimiz kadar cahiliye düzeni ile mücadele etme sünnetini dile getirmedik…
Çünkü bizlere anlatılan dinde sünnetin fakiri korumak, yetimi kollamak, mazluma
sahip çıkmak, zalime karşı durmak, şirki devirmek, hurafeleri yerle bir etmek,
batılla mücadele etmek olduğunu anlatmadılar... Sünnet, şekil ve şemailde değil
şahsiyettedir, kimliktedir, hayata bakış açısındadır…
Sünnet; peygamberi çizgiyi
adımlamaktır, vahyi yudumlamaktır, vahyi hayatın en merkezine koymaktır, vahyin
elçiliğini yapmaktır… Sünnet, ana babaya sahip çıkma, dosta vefa, eşe iyi
muamele, evlada terbiye, kul hukukuna riayet, mü’minlere merhamet, küfre karşı
firaset, tedbir, şiddet ve cesarettir… Sünnet; ilahi davayı yüklenmek,
Peygamberin davetini, davasını sürdürmek, şehadet için yürümektir…
Sünnet; Peygamberi konuma
uymaktır, onu örnek almaktır… Hayata bak dediği pencereden bakmaktır… Sünnet
zulme, şirke, iffetsizliğe, ahlaksızlığa, cehalete ve her türlü melanete
seyirci kalmamaktır…
Peygamberi konumu gereği Hz.
Peygambere ittiba’ ve itaat etmek zorundayız… Onun namaz kıldığı gibi namaz
kılar, hac ettiği gibi hac eder, emir buyurduğu konulara önem verir,
haramlardan sakınır, onu örnek alınması gereken konularda örnek alırız…
Zira sahabelerde vahiy söz konusu
olduğunda ona uyar şahsi görüşlerini dile getirdiğinde yanlış ise itiraz
ederlerdi… Peygambere uymamız gereken konuları uymak zorunda olmadığımız konulardan
ayırt etmeliyiz… Değilse yanlış din algısına sahip olur insanları yanlış yöne
kanalize ederiz…
Sünneti yukarda anlattığımız
şekilde anlayan nasıl bir resule uyması gerektiğini öğrenmiş olacaktır… Sünnet
dediğimizde mukallitler ile bizler arasında tanım farkı vardır… Onlar
peygamberin yaptığı her şeye sünnet derler… Biz ise Peygamberin din adına
devamlı yaptığı ve yapılmasını istediği şeylere sünnet deriz…
Sünneti etek altı traşı, misvak
kullanmak, tırnak kesmek, gözlere sürme çekmek vs. gibi kişisel bakım içerikli
ve ata binmek, yüzmek, mızrak/ok atmak vs. gibi sosyal faaliyet içerikli
olmaktan çıkarmalı; ümmetin sorunları ile ilgilenmek, dine yığılan hurafeleri
izale etmek, batıla karşı savaş vermek, kimlik oluşturmak, mazluma ses olmak
gibi değerlere sünnet demeliyiz… Değilse sünneti yemek kabını silip süpürmek
şeklinde anlayanların sofrasına yemek taşımaya devam ederiz…
Sünnet hareket değil ilkedir,
ilkeler baki, hareketler değişkendir… Peygamberin savaş için at beslemesi, ata
binmesi sünnet değildir… Sünnet düşmana karşı hazırlıklı olması ve tedbirini
almasıdır… Peygamberin entari, cübbe giymesi değil avret yerlerini örtmesi
sünnettir…
Unutmayın! Sünnet; Peygamberi
taklit etmek değil takip etmektir… Anlamadan anmak değil anlayarak yoluna baş
koymaktır…
14. 09. 2016