Bir cuma günü Konya’da imamlık yaptığım köye, vaazımı dinlemek ve benimle tanışmak isteyen emekli bir elektrik mühendisi gelmişti… Köyün birkaç kilometre ilerisinde bulunan “Göksu Elektrik Santrali”nde, özel şirkete bağlı bir şefti… İlerleyen yaşına rağmen aktif ve atik bir yapısı vardı… “Aladağ” diye bili...nen bölgenin tüm köylerini gezer, imamları ile tanışır, halka zorla bile olsa mutlaka biraz vaaz ederdi… “Deli şef” lakabı ile anılıyordu…
Bir gün rahmetli Hasan amca; “hocam, bahsettiğimiz deli şef bu! Seninle tanışmak istiyor…” diyerek bana onu tanıttı… Ben de; “memnun olurum” dedim, cami bahçesinde biraz konuştuktan sonra eve geçtik… Eve geldiğimizde çalışma odamdaki kitaplarımı gördüğünde; “okuyan bir imamsın belli” dedi… “Kendimi yetiştirmeye çalışıyorum” dedim… “Vaazını dinledim, bu bölgede ilk defa bir Diyanet imamının güzel ve etkili vaaz ettiğini gördüm… Birçok gerçeği korkmadan dillendirdin… Seni tebrik ediyorum…” dedi… Ben de teşekkür ettim…
Yemek, çay derken, o bana ara ara tasavvuftan, zikirden, şeyh efendilerden vs. birçok şeyden bahsetmeye başladı… “Ehli tarikattan biri her halde” dedim kendi kendime… Bana sorduğu bir soru ile bir an irkildim… Beklemediğim bir soruydu… Bana; “madem sen araştırmacısın o halde resul ile nebi kavramlarının arasındaki farkı bilirsin değil mi?” dedi… Anlamıştım ne demek istediğini…
Sözü nereye götüreceğini bildiğim için; “aslında geleneğimizde resul ve nebi kavramları yanlış anlatılıyor”… “Nasıl?” dedi… “Sanki birbirinden bağımsız iki kavram gibi anlatıyorlar, hâlbuki nebi ve resul kavramları, tüm peygamberlerin ortak özellikleridir ve bir madalyonun iki yüzü gibidir… Kısaca, “her nebi resul değil ama her resul nebidir” anlayışını kabul etmiyorum… “Her resul nebidir, her nebi de resuldür”… Dolayısı ile bir peygamberde resullük ve nebilik ayrılmaz özelliklerdir…” dedim… Daha ilmi detaya girmeme izin vermedi…
“Sen yanlış biliyorsun… Ben de seni bir şey biliyor sandım… Yeğenim…” Diye sözlerine devam edecekti ki… Ben sözü uzatmak yerine kısa kesmek için; “Resullük iddiasında bulunan İskender Evrenesoğlu isimli biri, sürekli “Nur TV” ekranlarında kendisinin resul olduğunu söylüyor… Tarihte nice yalancı peygamberler çıktı, bu da onlardan biri… Resul ve nebi kavramlarının birbirinden farklı gibi anlatılması daha çok bu yalancıların işine yarıyor…” der demez, Deli Şef yerinden zıpladı ve son sesi ile “Allah’u ekber! İşte o benim resulüm” dedi… Onun bağırtısından öbür odada bulunan çocuklarım dahi korkmuştu…
“Peygamberimiz son nebi, son resuldür… Peygamberimiz Buhari hadisinde; “ben hem nebilerin hem de resullerin sonuncusuyum” buyuruyor dedim… “O hadis uydurmadır…” Diyerek hadisi kestirip attı… “Uydurmalığını nereden biliyorsun?” diye sordum… “Kur’an, Muhammed için “hateme’n-nebiyyin” diyor “hateme’r- rusul” demiyor…” cevabını verdi... Kur’an’ın mübelliği ve mübeyyini peygamber değil mi? Onun sözlerine göre ayeti yorumlamamız gerekmiyor mu?” İtirazında bulundum… “Muhammed’in bu konuda sözü yok, zikrettiğin söz uydurma, yaptığın açıklamada yanlış” karşılığını verdi…
“Benim efendime, resulüme bir daha sakın yalancı deme… Ona söz söyletmem…” dediğinde artık kızmıştım… Evimde olması ve ilmi bir edeple konuşmam gerektiği için kendimi zorluyordum, artık tahammülümün son sınırına ulaşmıştım… “Evimde oturuyorsun değilse seninle farklı konuşurdum… Sen yalancı resulüne laf söyletmiyorsun, ama oturduğumuzdan beri oturmuş peygamberimi yalancı çıkarıyor, hadislerini reddediyorsun… Asıl ben, peygamberime laf söyletmem…” çıkışında bulundum…
O anda telefonla bir yerleri aradı ve: “Ben imamı davet ettim, imam kabul etmiyor… Ben de “leküm dinüküm veliye dini” dedim… Şimdi evinden çıkıyorum…” diyordu… Üstleri ile konuştuğunu anlamıştım… Evimden çıktığında kendi kendine, yüksek sesle konuşuyor, hemen evimin önünde bulunan köy meydanındaki köylülere sesini duyurmaya çalışıyor ve “sapıklar, imansızlar, helak olacaksınız, Diyanetin imamları kâfirdir…” diyordu… Köylüler;“Hoca bu adama ne yaptı ki?” merakı içinde kalmışlardı… Adam kimseye hiçbir açıklamada bulunmadan, köpüre köpüre arabasına binmiş, uzaklaşmıştı… Sonra camide Deli Şef dedikleri kişinin asıl kimliğini açıklamış, cemaatimi aydınlatmıştım…
Köylüler, Deli Şef’i tarikat ehli bilirmiş… Adam, uzun zaman imam ataması yapılmadığı için imam boşluğundan yararlanıp, sürekli camiye gelir, köylüyü camide tutar, vaaz edermiş… Köylü de, “köyümüzün misafiri” diyerek mecburen dinlerlermiş… Köy cemaati; “Hocam Allah seni inandırsın, o konuşup dururdu ama hiçbir şey anlamazdık” diyorlardı… Onun Amerika da meskûn bulunan ve dini tahrif etmek için kiralanan, dış güçlerin adamlığını yapan kiralık yalancı resul İskender Evrenesoğlu’nu “resul” kabul ettiğini, kendisine kitap indirildiğine inandığını söylediğimde, artık bir daha köyümüze gelmez, bizi bundan kurtardın Allah razı olsun hocam” diyerek teşekkür ettiler…
Bölgede Deli Şef diye nam salmış bu şahsın, gerçek fikirleri ve mensup olduğu yer hakkında diğer köylerin ve birçok cami hocasının haberi yoktu… İlçede imamlar toplantısında Müftü beye durumu izah ettim ve arkadaşlara duyurması konusunda ricada bulundum… Müftü bey, söz konusu şahısla birkaç kere görüştüğünü ama böyle bir fikre mensup olduğunu bilmediğini söyledi ve imam arkadaşları ona vaaz verdirmemeleri hususunda uyardı…
Yalancı Mehdi Resul İskender’in elçiliğini yapan Deli Şef gittiği köylerde gözüne kestirdiği kişilere mensup olduğu İskender Evrenesoğlu’na bağlı “Mihr Vakfı”nın çıkardığı “Mihr Dergisi”ni dağıtıyor ve çöpe atılmasın diye daha sonra gelip alacağını söylüyordu… Böylece dağıttığı dergiler okunuyor ve korunuyordu… Şaban amca Deli Şeftan aldığı tüm “Mihr” dergilerini bana getirdi ve ne gibi yanlışlarının olduğunu izah etmemi istedi… Ben de yapılan tahrifatları anlayabileceği şekilde anlattım… Şaban Amca; “Ama hocam, senden önceki hocalara da okuttum, onlar bana bir şey demedi…” dedi… “Belki bu konudan haberdar değillerdi” diyerek konuyu geçiştirdim…
Deli Şef gittiği her köyde; “Sarıhacı köyüne Mardinli, sapık fikirli, genç bir hoca gelmiş” diye söylüyormuş… İç yüzü ortaya çıkarılan Deli Şef, imamlık yaptığım süre içinde köyüme hiç uğramadı… Konya’ya 130 km uzaklıkta bulunan bir dağ köyüne ve diğer dağ köylerinin tümüne, yalancı mehdi resulün adamları ulaşmış tebliğlerini yapıyorlardı… O bölgede onları ilk deşifre eden ben olduğum için birçok arkadaştan nasihat alıyordum: “Bunların arkasında büyük bir güç olmalı, sen tek başına ne yapabilirsin ki? Fazla sivrilme, kiminle uğraştığını bilmiyorsun, kendini ve aileni onların şerrinden koru…” diyorlardı… Her ne kadar, kimlerle uğraştığımı bilmiyor olsam da, onlarla “kim adına” uğraştığımı da çok iyi biliyordum…
Gerçek fikirlerini gizleyerek kendilerine tasavvuf süsü veren, İskender Evrenesoğlu’nun, kiralık mü’minlerini halkın tanıması kolay değildir… Dergilerinde konu edilen ayetleri, sure ve ayet numaraları ile ezberleyen bu adamlar, konuştukları kişi üzerinde derin bir Kur’an bilgisine sahip oldukları intibası bırakarak, etki altına almaya çalışırlar… Kiralık imana sahip bu yalancıların Kur’an bilgisinden tamamen mahrum olduklarını ancak gerçek Kur’an bilgisine vakıf olanlar bilebilir…
Yaşadığım bu olay üzerinden yaklaşık yedi yıl geçmiş ve ben, tayinimin Mardin’in Kızıltepe ilçesine çıkması dolayısı ile tebdili mekân etmiştim… Bir gün cami cemaatimden birisi bana bir broşür verdi… Broşürü ilk okuduğumda “Kutlu Doğum” haftası münasebeti ile bir tasavvuf derneğinin konferans düzenlediğini düşünmüştüm… Ancak broşürün arka sayfasını okuduğumda İskender Evrenesoğlu’nun tabilerinin buralara kadar geldiğini anlamıştım… Broşürün arkasında verdikleri “Hacet namazı” açıklamaları ile kim olduklarını ortaya koymuşlardı…
Sahte resulün sahtekâr inananları, ”Manevi Tekâmül Derneği” adı altında kendilerine Nusaybin İlçesinde bir dernek açmış ve tüm bölge sorumluluğunu üstlenmişlerdi… Derneğin Başkanı halen Nusaybin merkezinde bir okulda sınıf öğretmenliği yapan biri idi… Mardin ilinin tüm köy, kasaba ve ilçelerinde “İslamda Sevgi, İslamda Mutluluk, vs.” başlıklı konferanslar veriyor ve Amerika’da yaşayan yalancı resullerini telekonferans yolu ile canlı bağlıyor ona soru sordurtuyorlardı… Sadece Mardin il ve ilçelerde değil, komşu il, ilçe ve köylerde de konferanslar düzenliyorlardı…
Konferanslarında efendi hazretleri dedikleri yalancı resule sorulmak üzere yazılı sorular alırlardı… Bir rivayete göre böyle bir uygulamada bulunmalarının sebebi insanların sözlü soruları ile bilgisiz efendilerinin zor duruma düşmesini engellemek istiyorlardı… Başka bir rivayete göre ise ölmüş bulunan ama öldüğü gizlenen efendilerinin daha önceki videolarını canlı imiş gibi halka dinletip o videoda cevaplanan yıllar önceki soruları yeni sorulmuş ve cevaplanmış gibi göstermek amacını taşıyorlardı…
Konferans yapacaklarını öğrendiğimde hemen akşam haklarında dört sayfalık bir broşür hazırlayıp dinleyicilere verilmek üzere çoğalttım… Sivil Toplum Kuruluşlarına ve İslami cemaatlere haber gönderdim… Medyaya bildirdim… Maalesef Sivil Toplum Kuruluşlarından aldığım yanıt olumsuzdu… Onları dikkate almaları halinde kendilerini bir şey zannedeceklerini bunun için protesto eylemine katılmayacaklarını söylediler… İş başa düşmüştü… Destek amaçlı sadece birkaç arkadaş gelebilmişti…
Konferansın yapıldığı End. Mes. Lisesinin önünde iki öğrencimle birlikte çoğalttığım broşürleri dağıtmaya başladım zaten fazla bir katılım yoktu ve gelenler kutlu doğum etkinliğine geldiklerini söylüyorlardı… Konferanstan çıkanların ellerine verdiğim broşürü okumalarını istiyor ve bu derneğin aslında yalancı resul İskender Evrenesoğlu’na bağlı olduğunu ve telekonferans yolu ile izledikleri yaşlı bunağın resullük iddiasında bulunduğunu söylüyordum…
Durum İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne intikal etmişti… Lise müdürü bu konudan haberdar olduğunda, böyle iddialarının olduğunu bilmediğini, kutlu doğum etkinliği için salonu kiraladığını, bir daha asla bunlara salonu kiralamayacağının sözünü vermişti…
Dernek başkanı ve adamları bana yasal olmayan bir çalışma yaptığımı ve gereken işlemleri hakkımda başlatacaklarını söylüyor tehdit üzerine tehdit ediyorlardı… Orada bir sınav münasebeti ile bulunan polislere durumu izah ettim ve bu durumun emniyete bildirilmesini istedim… Emniyetten gelen yetkili isimler derneğin kaymakamlıktan izin aldığını ve kendilerinin bir şey yapamayacağını söylediler ve işin kötüye gitmemesi için beni oradan uzaklaştırdılar… Yerel bir gazetenin internet sayfasında yayınlanan “Yalancı resul protesto edildi” haberi, birkaç saat içinde, dernek yöneticilerinin devreye girmesi ile geri çekilmişti…
Birkaç ay sonra aynı derneğin, doğup büyüdüğüm Gökçe beldesinde konferans vermeye gideceğini öğrendim… Beldemizin belediye başkanına durumu bildirdim ve konferans sonunda çıkacak herhangi bir olayın sorumluluğunun ağır olacağını izah ettim… Beldemize de broşürler gönderdim… Çalışmalarımız fayda vermiş ve konferans iptal edilmişti…
Manevi Tekâmül derneğinin başkanı benimle görüşmek istemişti… Bir yerde onlarla uzun bir görüşme yaptım… Konuşmaları hep tehdit dolu idi… ben iddialarını çürüttükçe çıldırıyor ve bizi karşına alma, bir daha bu şekilde karşımıza çıkma, programlarımızı engelleme çok kötü olacak senin için diyerek tehditler savuruyor, yetersizliklerini tehditlerle telafi ediyorlardı…
İslam’da fikir özgürlüğünün olduğunu söylediklerinde, kendilerine bir komünisti dinleyebileceğimi, ama “asıl kimliklerini” gizleyen ve resullük iddialarını gizli tutan din tahrifçilerini asla dinlemeyeceğimi ve elimden geldiğince engelleyeceğimi söyledim… Bir yıl sonra Kızıltepe ilçemizde bir salonda konferans vereceklerini duyduğumda topladığım arkadaşlarla kendilerini protesto etmiş ve salonu tümden boşaltmıştık…
Geçen yedi yıllık süre içinde, Evrenesoğlu ekibi, kendini yeniden düzenlemiş ve Türkiye’nin farklı şehirlerine, farklı isimlerde dernekler açmışlardı… Örneğin Konya’da, “Konya Mutasavvıflar Derneği”; Bursa’da “Mutasavvıflar Derneği”; Kütahya’da “Osmanlı Kültürünü Yaşatma Derneği”; Aydın’da “Hidayet Derneği”; Samsun’da, “Anadolu Mutasavvıflar Derneği” gibi birçok dernek kurarak çalışmalarını resmileştirmişlerdi…
28 Şubat zalimlerinin ortaya çıkardıkları bu ekip ülkedeki şartlar değiştiğinden dolayı kendini kamufle etmeye başlamış ve daha çok tasavvuf ismi ile anılmayı benimsemişlerdi… Bunun için “Nur Tv” artık ismini “MPL Tasavvuf Kanalı” olarak değiştirmişti…
İskender Evrenesoğlu’nun ikinci adamı, Mardin Savur doğumlu Abdulcebbar Boran, “Fazıl Nimet” müstear ismini kullanmaya başlamış ve Van, Ağrı, Maraş, Trabzon, Sinop, Giresun, Ereğli illerinde yayın yapan birçok yerel gazetede ve internet sitesinde köşe yazıları yazarak yalancı resulün propagandasını yapıyordu…
İskender Evrenesoğlu ekibi, sanal âlemi daha iyi ve etkin kullanmak için farklı isimlerde birçok site açmış ve birçok siteye de asıl kimliklerini gizleyerek birer misyoner gibi üye olmuş ve çalışmalara başlamışlardı… Örneğin ülkemizde en çok tıklanan “Kuranmeali.org” ve “kurantefsiri.com” siteleri başta olmak üzere daha birçok site bu güruha aittir…
Face ve Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarını etkin kullanan İskender el Ekber/el Ekfer ekibinin her bir ferdi, kendine farklı isimlerde birçok hesap açmış ve kendilerini büyük bir kitle olarak göstermeye çalışıyorlardı… Ayrıca internet üzerinden kayıt kabul eden “Chesapeake İlâhiyat Üniversitesi” isminde bir üniversite kurmuşlardı… Bu din tahrifçilerini tanımak ve takip etmek isteyenler, Google’de; “Allah’a ulaşmayı dilemek, Hidayet, Mehdi resul, Mutluluk, Ruhu Allah’a ulaştırmak, Hacet Namazı” gibi anahtar kelimeleri yazmaları yeterli gelir...
İskender Evrenesoğlu, “Risalet Nurları” İsminde Kutsal bir kitabın Allah tarafından kendisine verildiğini, kendisine Allah tarafından Kur’an okutulduğunu ve daha önce hiç bilmediğini, Arapça bilmediği halde Allah tarafından kendisine tefsirin öğretildiğini, İslam diye bir dinin olmadığını, asıl dinin “Haniflik” olduğunu, Allah tarafından devrin imamı olarak seçildiğini ve bu sıfatla Allah’ın huzurunda tüm Hz. Muhammed dâhil tüm peygamberlere imam olarak namaz kıldırdığını, Peygamber dahi olsa doğan her insanın başlangıçta şeytan kulu olarak doğduklarını, İslamın beş şartına gerek olmadığını bunların birer palavradan ibaret olduğunu, cennete girmek için Allaha ulaşmayı dilemenin yeterli olduğunu, Hz. Muhammedin son resul değil son nebi olduğunu söylemektedir…
Evrenesoğlu ve kiralık mü’minleri; üç dini “Hanif” dini adı altında birleştirmeye çalışarak İslam’ı ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar… Bulundukları şehirlerde tatlı dilleri ve sevgi sözcükleri ile ön plana çıkan bu güruh, dış güçler tarafından kiralanmışlardır… Her fırsatta usta bir şekilde İslamın temel dinamiklerine saldıran bu iman yoksulları, bulundukları şehirlerde hemen hemen her hafta en lüks düğün salonlarında ve kültür merkezlerinde batıl inançlarını anlatmaya çalışmaktadırlar… Batıl davaları uğruna şehir şehir, köy köy, kahve kahve gezen bu kiralık mü’minlerin azim ve çabaları, hak yolda bir metre kat etmekten aciz olan biz hak din mensuplarına, diyanet imamlarına örnek olmalıdır…
Resullük iddialarını yıllardır dillendiren, dergiler basan, dernekler kuran, konferanslar düzenleyen, broşürler dağıtan, telekonferans ile dinleyicilerin karşısına geçen, sosyal medyada aktif çalışan İskender Evrenesoğlu ve inananlarını hala küçümsüyor musunuz?
Bu tahrif ve tahripçileri ciddiye almayan, tehlike olarak algılamayan, onları muhatap almış olmayayım diye dini tahrif çalışmalarına sessiz kalan, korkaklığına ve vurdumduymazlığına kılıf uyduran sözde aydınlar, yazarlar, imamlar, sivil toplum önderleri, cemaat mensupları peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemelerin boynunu vuran sahabeler yanlış mı yapmışlardı? Yoksa Müseyleme kazibi, bu yalancı resulden daha mı aktif ve tehlikeli idi?
Cemaatinizin ismini lekeleyen, size iftira eden, kurumunuza saldıran, kuruluşunuza laf sayan, sözlerinizi tahrif eden kişi veya kuruluşlar hakkında basın açıklaması düzenliyor, savcılığa suç duyurusunda bulunuyorsunuz değil mi? Dininizi tahrif eden, dindarların beynini bulandıran ve tehlike arz eden bu yalancı resul ve güruhunu protesto etmeyecek misiniz? Haklarında suç duyurusunda bulunmayacak mısınız? Yalancı risalete sessiz mi kalacaksınız? Ellerini kollarını sallaya sallaya aranızda dolaşıp dininizi tahrif etmelerine hala göz mü yumacaksınız?
Yetkili merciler ve Abdulaziz Bayındır’ın bir iddiası için birkaç televizyon programı düzenleyen Din İşlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı sessiz kalmaya, yetkili ve etkili mercileri uyarmamaya devam mı edeceksiniz? Kendi saygınlığınız ve kurumunuzun selametini düşündüğünüz kadar, dininizin selametini düşünmeyecek misiniz? Bu zalim sapmışların eline bir cahilin düşmemesi için harekete geçmeyecek misiniz?
Bu tahrifata dur dememenin bedelini çok ağır ödeyeceksiniz… Allah katında hesabını veremeyeceksiniz… Bu sapkınların konferanslarını protesto edin… Meydanın boş olmadığını gösterin… Sadece zulmedenlere değil zulme sessiz duranlara da gelecek azaptan korkun…
Unutmayın! Din tahrifine susmak din tahrifini yapmanın kendisidir…
31.10.2013