“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.” En’am–122
Bu ayet, ölüme farklı bir açılım getirmiş… Nefesini vermemiş ama daha hayatta iken ölmüş, bitmiş olanlar… Küfrün, cehaletin, batılın bitirdiği hayatlar… İslam’la hayat bulmamış insanlar… Hayatı istikametinden koparanlar… Yanlışa yol alanlar… Hayatı ölüme, dünyayı mezarlığa döndürenler… Ölmek, sadece mezara girmek değilmiş meğer… Hayatı, Allah’tan koparanlarda ölü imişler… “İçinde Kur’an okunmayan ev mezara benzer”… Diye buyuran Allah resulü bu gerçeği dile getirmekte değil midir?
Bu gün İslam’ı yaşamayanların, var mı ölülerden farkları? Sessizler, kendi halindeler, bana neciler… Yaşamı tüketmekteler ve tükenmekteler… Zilleti, izzet bilmekteler… İzzeti, malda, makamda, soyda zannetme gafletindeler… Uyuyorlar, kalkıyorlar, işlerine gidiyorlar, alış-veriş yapıyorlar, yiyorlar, kilo alıyorlar, rejim derdine düşüyorlar, boş, dolu konuşuyorlar… Dizi izliyorlar, tam bir dizi hayatı yaşıyorlar ama kendilerini izleyemiyorlar… Yaşıyorlar ama farkında olmuyorlar… Hayatı; “ye, yat ve kalktan” ibaret biliyorlar… Mezara dönmüş evlerini, saray zannediyorlar… Ölülerde sesiz değil mi bunlar gibi? Bunlar mezarlardaki ölülerden de geri…
Öte tarafta bu yığınların peşkeşçileri, zalimleri, Firavunlar’ı, Ebu Cehiller’i, Leninler’i, Bushlar’ı, Esedler’i, Şaronlar’ı, Saddamlar’ı, Kaddafileri, Mübarekler’i ve daha niceleri… Mezara döndürdüler koca dünyayı… Vurup kırıyorlar, kan akıtıyorlar, zulmediyorlar, sömürüyorlar, semizleşiyorlar, seviyesizleşiyorlar, bölüyorlar, parçalıyorlar, uyuyorlar uyutmuyorlar, görüyorlar baktırmıyorlar, “sus” diyorlar konuşuyorlar, yiyorlar aç bırakıyorlar, gülüyorlar ağlatıyorlar, giyiyorlar çıplak bırakıyorlar, saraylarda keyif çatıyorlar harabelerde yaşatıyorlar, âlemin kralı biziz diyorlar, cehennemi dünyada yaşatıyorlar…
Karşılarında sessiz yığınlar, yaşayan ölüler, İslamsız yetimler, durmuş beyinler görüyorlar… Oyunlarına devam ediyorlar… Gerçi bu zalimler de ölüler, onlara ses çıkarmayan ölüler gibi, karşılarında sessiz duran yığınlar gibi… Çünkü onlarda İslamsız bir dünyanın zulüm kokan ölüleri… Cehalet, kin, haset, hırs, öfke ve batılın esirleri… Kendilerini efendi zanneden şeytanın köleleri… Cehennemin asıl milleti… Tarihin ve asrın rezalet kişileri… Hayatın katilleri… Dünya lanetlileri…
Önce dini almak gerekliydi dünyayı mezara, hayat sahiplerini ölülere çevirmek için… Kollarını sıvadılar ve atıldılar… Dini hayattan almak ve hayatı öldürmek için var güçleri ile çalıştılar, başardılar… İlk gün başlamamış mıydı bu kavga hem de Allah’ın huzurunda... Şeytan ahdetmemiş miydi o gün ben insanları saptıracağım diye… Ve o günden sonra başlamamış mıydı davasına… Hayatı mezara çevirme sevdasına… Bitirmemiş miydi Âdem’in mutlu hayatını, kovdurmamış mıydı bahçeden onu ve karısını… Âdem’i rabbine karşı getirmiş hayatı ona mezar etmişti… Sonra yetmedi Âdem’in evlatlarına yöneldi… Ve bu yönelişi hiç bitmedi… Arkasına taktı birçok kimseyi devletleri, ırkları, milletleri, toplumları, fertleri, cemaatleri neredeyse herkesi… Koca bir şeytan ordusu… Amaç hayvanca bir yaşam için dini bitirmek… Rahat etmek için yaşamı ölüme, hayatı mezara çevirmek…
İslamsız bir dünya için halkı hep, ya dini tamamen alarak ya da dini afyon gibi kullanarak uyuttular, ölü yaptılar, dini böldüler, parçaladılar, dinin ruhu olan kitabı mezara hapsettiler… Dirileri uyaracak kitap mezarlıkta uyuyacaktı artık… Çünkü diri muhataplar bulamayacaktı… Din babaların, ataların anlattığı olacaktı, kitabı kimse anlayamayacaktı, anlasa bile uygulayamayacaktı… Çünkü ne kadar arzu edilirse edilsin kitap (Kur’an) tam yaşanamayacaktı(!), sadece sevap için okunacaktı(!), hatimler inilecekti, mevlitlerde güzel sesli hafızların dilinde güzel kalacaktı, hayata asla karışmayacaktı(!) Neden mi? Çünkü Kur’an hayata karışacak olsa yaşayan ölüler saray addettikleri mezarlarından dirilecek ve zalimlerden hesap soracaktı… Zulüm üzerine kurulmuş, kadercilikle takviye edilmiş saltanatlar, yerle bir olacaktı… Bu da birilerinin işine gelmeyecekti… En iyisi mi hep uyutulmalıydı insanlar…
Hiç uyanmasınlar, ölü olduklarını da bilmesinler, yaşadıklarını da anlamasınlar, sadece kendilerini yaşıyor sansınlar… Namazlarını kılsınlar, ezanlarını okusunlar, törenlerde toplansınlar, dini beş şarttan ibaret bilsinler, en son nasıl olsa ölü halde girecekleri camiye her gün ölüler gibi girsinler çıksınlar… Türbelerden, evliyalarından güç bulsunlar… İşlerini onlara havale etsinler… Zaten ikisi de ölü değiller mi… Onlar dini böyle bilsinler… Gerçekleri hurafe, hurafeleri gerçek sansınlar; hakkı batıl, batılı hak bilsinler… İşlerine baksınlar, geçimlerini sağlasınlar, din karın doyurmaz bilsinler, sussunlar konuşmasınlar, korksunlar otursunlar, evden işe işten eve gidip gelsinler, yatsınlar uyusunlar, hayatın tadını çıkarsınlar, burunlarını her işe sokmasınlar, birileri yapıyor ya bir şeyleri, onlar rahat olsunlar… Başlarına gelen her şeyi kaderden bilsinler… Sabretsinler… Hayatlarına devam etsinler…
İslam’ı hayatın içinden çekip aldılar. Önce İslam’ın özünü, ruhunu aldılar sonra da dinin cesedini bize teslim ettiler… Ruhsuz bir ceset ise sadece kokar, hastalık yapar… Yani ölü bir din verdiler elimize; ruhu gitmiş, kendi bitmiş, işlevini yitirmiş… İşte kokuşan İslam âlemi böyle bir dinin ürünü… Dinin ruhu yerine tasavvufu verdiler, dinin ruhu işte budur dediler… Yutturdular, tasavvufla uyuttular... Dini çekip almak dine güç verir, biz dinin dinamizmi olan Kur’an’ın ruhunu alalım dediler ve bunun için hurafelere destek verdiler, hurafeci bir din inşa ettiler, dini dindarların eliyle bitirdiler, din adına dine ihanet edenleri hak gösterdiler, üstelik dini kullanan müesseseler bile kurdular, bakanlığını dahi oluşturdular, dini para ile anlatan ücretli köleler tuttular… İşte hali pür melalimiz… İşte ruhu alınmış dinimiz ve ölü milletimiz… Mezara dönmüş evimiz, kalbimiz, devletimiz, her yerimiz… Durmadan akan kanlar, arşa ulaşan feryatlar, yapılan işgaller, yasaklar, sürgünler, sömürüler ve birçok olumsuz şeyler bu bitmişliğimizden değil mi? İslam ile dirilmediğimizden, hayat bulmadığımızdan değil mi? “Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resul’üne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” Diyen rabbimizin çağrısına icabet etmediğimizden değil mi?
Allah Kuran’da verimsiz, kurumuş susuzluktan çatlamış toprağa ölü toprak diyor… Anlıyoruz ki ölüm hareketsizliliktir, verimsizliktir, bitmişliktir, tükenmişliktir, yukarıda sıralanan ölü dinin ölü mensuplarının durumu da aynen kurumuş, kabarmış, susuzluktan çatlamış toprak gibidir… Nasıl ki ölü toprağa su inmeden can bulmuyorsa yaşayan ölülerde İslam’a girmeden hayat bulamaz… İslam’la hayat bulmayan diri kalamaz…
Devletler, milletler, toplumlar, aileler, fertler, kadınlar, erkekler, yaşlılar gençler, küçükler büyükler, fakirler, zenginler, amirler memurlar, âlimler, cahiller, sağcılar, solcular, hayattaki bütün yolcular İslam’ı hayat bilsinler hayat bulsunlar, inansınlar kurtulsunlar... Değil mi ki terör, anarşi, hırsızlıklar, faili meçhuller, içkiler, fuhuşlar, faizler, intiharlar, patlamalar, saldırılar, baskılar, yolsuzluklar, haksızlıklar, zulümler vs tüm olumsuzluklar hayatı felç etmekteler, yani dünyayı mezarlığa çevirmekteler, hayatı öldürmekteler… Ölü toprağa benzeyen ölü beyinler ölü yürekler Kur’an’i ifade ile yaşayan ölüler, artık yeter!
Hayat, devinim demektir, hareket halinde olmak, durağan olmamak demektir… Durmamak, daima diriliş halinde olmak demektir… Kendini hep yenilemektir… İslam da inanan kişiyi öyle hep diri tutar… Çünkü bu dini gönderen Allah daima hay’dır, diridir, hareket halindedir… Din, durağanlık kabul etmez… Yığınların yaşadığı ölü hayatı, “ölü dini” yaşamaktansa “diri olan dini” yaşayıp ölmemek için ölmeyi tercih ederim… İslam, hayatlarını Allah’ın kanun ve nizamlarına göre ayarlayan ve sonrasında ahirete intikal eden müminleri yaşıyor addeder ve onlara “ölü” lafzının kullanılmamasını ister. Hayatını batıl değerler üzerine ikame ve idame edenleri ise yaşadıkları halde “ölü” diye vasfeder... Çünkü Allah’ın emirleri ve yasakları hayatı ihya eder, Allah yolundan ayrılmak ise hayatı, huzuru imha eder… İslam, ölüye de diriye de hayattır… Yaşayan ölüler bu hayatı anlayamazlar… “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin onlar diridirler lakin siz anlamazsınız” diyen Rabbimizdir… İslam’ı yaşamayanlara ya da “ölü İslam’ı” yaşayanlara, yaşamlarını sürmelerine rağmen “ölü” dendiği halde; İslam’ı yaşayarak ölenler, yaşamda olmamalarına rağmen onlara “ölü” denilmiyor… İşte İslam budur… Hep hayattır, tek hayattır…
Ve şimdi Allah soruyor:
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu?”
İSLAM KENDİNE İNANAN VE İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYA ÇALIŞANLARI İHYA EDER… YAŞAMLARI GİBİ ÖLÜMLERİNİ DE HAYAT EDER…
İSLAM İÇİN ÖLEREK YAŞAMAYA DEĞER…
CAHİT KARAALP
01 Mart 2013
Kızıltepe