• Ana Sayfa
  • »
  • YALANCILAR DOĞRU SÖZÜ, ÇALAN DA ÇALMAYANI SEVMEZ

YALANCILAR DOĞRU SÖZÜ, ÇALAN DA ÇALMAYANI SEVMEZ

Önemli olan haklı olmaktır, gerçeği ve umudu yitirmemektir.



Aziz Nesin’in son yıllarında yazdığı “Tek Delik” adlı bir mizah dizisi vardı. Dizinin kahramanı namuslu bir insandır, ama bu yüzden başı beladan kurtulmaz. Dürüstlüğü yüzünden girdiği hiçbir işte dikiş tutturamaz, barınamaz, kovulur ve her keresinde kendisine hapishane yolu görünür...

Örneğin memur olarak bir işe girer, ama orada rüşvet almaya yanaşmadığı için diğerlerinin, rüşvet şebekesinin işini bozar ve sonunda onlar, bu garip dürüst adamın başına çorap örer, üstelik rüşvetçi gibi gösterip hapishaneye yollarlar!..

Aziz Usta’nın hayat serüveni de bir bakıma bu kahramanınki gibidir. “Böyle gelmiş böyle gider” anlayışına, kurulu düzene, dönen fırıldaklara uyum sağlayamadığı için genç yaşında ordudan atılır, bir aydın olarak düzen güçlerince soyutlanmak istenir (o bunu kaleminin gücü ve mizahla aşar), hapislere girer çıkar, son olarak da Sivas Madımak olayında kudurmuş fanatizmin hedefi olur ve ölümden kıl payı kurtulur.
Bu ülkenin siyasal ve sosyal hayatında olup biten birçok şeye baktığımda aklıma sevgili Aziz Nesin ve onun “Tek Delik”i gelir. Dürüst olmak, adil olmak, barışçı olmak, bilgili olmak, doğruları söylemek bu toplumda sanki kuraldışı bir şeydir. Böyle biri tefe konabilir, soyutlanabilir, hırpalanabilir, anasından emdiği burnundan getirilebilir.

Yalnız Aziz Nesin’in değil, bu ülkenin hemen tüm nitelikli aydınlarının, yazar-çizerlerinin hayatı zorluklarla geçmiştir. Tutuklanmış, soyutlanmış, kimi zaman işkence görmüş, hatta öldürülmüşlerdir. İşte Nazım Hikmet, Sebahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Hikmet Kıvılcımlı, Ahmed Arif, Enver Gökçe, Hüseyin Korkmazgil, Yaşar Kemal, Behice Boran, Nuri Dersimi, İsmail Beşikçi, Musa Anter ve daha niceleri…

Çünkü aydın, adı üzerinde, kafası aydınlıktır ve çevresini aydınlatır. Ama bu, toplumu yalanla besleyen, koşullandıran egemenlerin, yani sistemin işine gelmez; toplumun aydınlanması, gerçekleri öğrenmesi onların sonu demektir.

Tek tek insanlar için de böyle değil midir? Yalancılar doğru söyleyenleri sevmez. Doğru söyleyen, yalancının marifetini ortaya çıkarır.

İkiyüzlüler dürüst insanları sevmezler, onlara bakınca kendi utanç verici durumlarını görürler…

Hırsızlar çalıp çırpmayanları, kendi hakkıyla yetinen insanları sevmezler. Onları gördüklerinde, sanki biri “Hey hırsız!” diye kendilerine seslenmiş gibi irkilirler.

Korkaklar cesur insanları sevmezler; onlara bakınca kendilerini daha da küçülmüş hissederler.

Çıkarcılar, para ve post düşkünleri, böyle şeylere tenezzül etmeyen, başı dik, onurlu insanları sevmezler.

Davalarına ihanet edenler, kendi saflarındaki insanları satanlar, dönekler, davalarına bağlı, kararlı, dirençli insanları sevmezler. Onlara baktıkça kendilerini daha da alçalmış hissederler. Bu duyguyla onlara öfkelenirler… Öfkelenmekle de kalmaz, onları itibarsızlaştırmak için yalan ve iftiraya baş vurur, saldırırlar. Birçok durumda da bu işi efendilerinin kendilerine verdiği bir görev olarak yaparlar.

Evet, sevgili dostlar, uzatmaya gerek yok. Benzer durumlarla çok karşılaştık ve bugün de öyle.

Ben de bir siyaset adamı ve yazar olarak hayatım boyunca yalancıların, hırsızların, ikiyüzlülerin, korkakların, döneklerin, çıkarcıların, para post düşkünlerinin saldırılarına çokça uğradım.
Egemenlere boyun eğmeyen, doğru sözlü, başı dik bir insan olarak yalnızca türlü baskılarla, zindanlarla, sürgünlerle karşılaşmakla kalmadım, sistemin kiralık adamlarının iftiralarına da uğradım. 
Gerçek işbirlikçiler, gerçek ajanlar, yani gerçek hainler, bize “işbirlikçi” ve “hain” dediler!

Kendi iğrenç durumlarını gizlemek için bizi itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Ve buna inanan, aldanan pek çok –hadi ahmak demeyeyim- saf kişi oldu. Çünkü müfterilerin ellerindeki propaganda araçları güçlüydü, efendileri her alanda onlara destek veriyordu. Bugün de öyle.

Tüm bu nedenlerle insanların bazen kitleler halinde şaşırmasına, bu yalanlara kanmasına, yanlış yollara yönelmesine şaşmıyorum.
Ama uşakların ve efendilerinin tüm bu marifetleri nice can sıkıcı ve mide bulandırıcı olsa da her şeye rağmen yüreğim rahat. Haklı ve doğru yolda olduğumuzdan kuşkum yok.

Onlarsa, nice güçlü görünürlerse görünsünler, yalancı, ikiyüzlü, korkak, dönek, hırsız ve çıkarcı olduklarını biliyorlar. Onların ruhları işkencede…

Bu durumun böyle devam edip gitmeyeceğinden ise eminiz. “Tek delik” olayı ebedi değildir. Toplumsal değişim bazen beklediğimizden uzun zaman alır, ama eninde sonunda gerçekleşir.

Spartaküs ayaklanması köle direnişlerinin ilki değildi, ama en büyüklerinden biriydi. Spartaküs de yenildi, bir çarmıhta can verdi; ama kölelik sistemi gün geldi çöktü.

Önemli olan haklı olmaktır, gerçeği ve umudu yitirmemektir.

6 Ağustos 2015

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 708

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.