Roja Teze: PKK`nın silah bırakması ve Türkiye`ye AB yolunun açılması ile Kürt politikası bakımından da yeni bir dönemin başladığını söyleyebilir miyiz? Silahlı mücadele döneminin sona erdiğini söylediniz. Bu dönemde mücadele hangi yöntemlerle ve hangi biçimlerde yürümeli?
BURKAY: Yeni bir döneme girdiğimize kuşku yok. üstelik bu dönem, tam da 2000`li yıllarla başlıyor. Kürt hareketi bu dönemde siyasal mücadeleye ağırlık vermeli, örgüt ve mücadele biçimlerini buna uyarlamalı.
30-40 yıl öncesi, 1990`lı yılların başına kadar süren dönem, çok farklıydı. 1960`lı, 70`li yıllar dünyada devrim yıllarıydı. Bu dönemde Kürdistan`ın tüm parçaları da silahlı mücadele ile kaynadı. Bu koşullarda Türk solunun ve Kürt ulusal hareketinin iyi hesap kitap yapmadan, ülke ve bölge koşullarını, güçler dengesini gereği gibi değerlendirmeden silahlı eyleme özenmesi doğaldı. Oysa şimdi yeni bir durum sözkonusu. Yaşanan acı deneyim ise neyin olup neyin olamıyacağını gösterdi. Şimdi bizden beklenen umutsuzluk ya da yeni maceralar değil, gerçekçiliktir. Kürt ulusal hareketi önüne barışçı, siyasal yöntemler koymalı. Koşullara uygun düşen yöntemler budur. Böylece Kürt hareketini yeniden örgütleyip mücadele alanına etkili biçimde yöneltebilir, aynı zamanda Türkiye`deki demokratikleşme sürecine katkıda bulunabiliriz.
Örgütsel biçim ise en başta, yurtsever hareketin en geniş kesimlerini bir araya getirecek olan bir legal partidir.
Belki bazıları legal parti önerimizin yeni olmadığını söyleyecekler. Doğrudur. Daha seksenli yıllar sona ermeden bu öneriyi getirdik. Değişik kesimlerin içinde yer alacağı geniş, legal, kitlesel bir parti önerdik. Ne yazık ki birçok Kürt çevresi o zaman bu önerimizin önemini kavramadı. Bildiğiniz gibi, 1990`da HEP kuruldu ve bizim taraftarlarımız da içinde yer aldılar. PKK ise önce HEP`e karşı tavır aldı; içinde yer almadığı, ya da kendisinden yana olmayan her şey gibi onu da kendisine karşı bir girişim gibi suçladı. Ama çok geçmeden tavır değiştirdi, taraftarlarını HEP`e soktu, içinde etkinlik kurdu ve yaptığı yanlışlarla onu işlevini yapamaz hale getirdi. Daha sonra ise HEP, milletvekilliği uğruna SHP`ye pazarlandı.
İkinci girişim DEP`ti, PKK ile imzaladığımız 1993 protokolü sonrası doğan olumlu havada oluştu. Ama PKK aynı yanlış yöntemleri DEP içinde de sürdürmekten geri kalmadı ve sonunda onu da heder etti. Bütün bunlar Kürt hareketinin legal planda sağlıklı bir yapı oluşturmasını engelledi ve kaçınılmaz olarak ayrışmalara yol açtı.
Şimdi görev yine gündemdedir. Bugün de legal planda Kürtler tarafından oluşturulmuş ve Kürt sorununun çözümünü başlıca gündem maddesi sayan iki legal örgüt, HADEP ile DBP var. Ama bunlardan DBP, yeterince kitlesel ve yurtsever hareketin değişik kesimlerini kapsayıcı değil. HADEP`in ise, şimdiye kadar yanlış yönetilmesi ve dayandığı potansiyelin hovardaca heder edilmesi bir yana, bu aşamadan sonra ne olacağı belirsiz. Son dönemde HADEP`i de tümüyle ehlileştirip rejimin dümen suyuna sokma, hatta bazı başka örgütlerle birleştirip düzene entegre etme çabaları var.
Bu nedenle sorun şimdi de gündemdedir. Hatta, son dönemde yaşanan önemli değişikliklerin ardından daha da önem kazanmıştır. Aydınların, siyasal kadroların yanısıra, bizzat yurtsever halk kesimleri de bundan böyle ne olacağını soruyor, bir çıkış yolu arıyor. Bize göre bu çıkış yolu yine de ve en başta geniş, kitlesel, legal partidir.
Rejimin niyetleri belli. O, Apo`yu ele geçirdikten sonra, bizzat onun ve PKK`nın eliyle Kürt hareketini tümüyle ehlileştirip düzene boyun eğen sessiz bir yığına dönüştürmek istiyor. Buna evet demeyen tüm siyasal kadrolar, aydınlar, yurtseverler de bu oyunu bozmak için kendilerine düşeni yapmalılar. Biraraya gelerek koşullara ve döneme uygun örgüt ve mücadele biçimlerini yaratmalılar.
Biz, geniş yurtsever kesimleri ortak bir program üzerinde biraraya getirecek, bir legal partiyi bu dönemin kilit görevi olarak görüyoruz. Sosyalist Kürtler, sosyal demokrat ve liberal eğilimli Kürtler, hatta islami değerleri öne çıkaran yurtsever kesimler böylesine bir birlikte biraraya gelebilir. Bu bir tür cephe partisi olacaktır. İşlevi ise Türkiye`nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun barışçı ve adil çözümü için çalışmaktır. örgütün etkili olması, çekim merkezi olması, kitlelere umut vermesi için böyle bir birliğe ihtiyaç var.
Roja Teze: Bunun için 1990`da HEP`in kuruluş döneminde veya daha sonraki yasal partilerin kuruluşu sırasında biraraya gelmeyenlerin şimdi gelebileceğine inanıyor musunuz?
Önemli olan örgütün geniş kitle desteğine sahip olması ve iyi yönetilmesidir. Böyle bir parti, mütevazi bir programla da çok iyi işler yapabilir, kitleleri amaca uygun biçimde yönlendirebilir. Kitle desteği olmayan bir örgüt ise, dünyanın en güzel adına, en iyi programına sahip olsa hiçtir. Öte yandan, kötü yönetilen bir parti, kitle desteğine sahip olsa da amaçları doğrultusunda ilerleyemez ve o potansiyeli heder eder. Bunun somut örneklerini son yıllarda yaşadık.
Kürt isimli bir partide ısrar edenler bugüne kadar yalnızca söyledikleriyle kaldılar, her hangi bir adım atmadılar. Böyle giderse atacakları da yok. Bu, çıtayı 240`a koyduktan sonra oturup bekleme yöntemidir ve böyle yarış olmaz!
Bir de Şerafettin Elçi ve yanındakilerin bilinen tutumu var. Şerafettin DEP`in kuruluşu sırasında kendi başkanlığını şart koşmuş, bu olmayınca da çekip gitmişti. DDP`nin kuruluşu sırasında da aynı tavrı göstermişti: Hem başkan olmayı koşul olarak ileri sürdmüştü, hem de parti meclisini tek başına belirlemeyi.. Belli ki sayın Elçi kendi şahsı için bir parti istiyor!
Demokratik olmayan bu tutum, haklı olarak onay görmeyince, Şerafettin bu kez ortak parti girişimlerinden uzak durdu ve gerekçe olarak da "bu iş sosyalistlerle birlikte olmaz" dedi. Oysa bu iş sosyalistlerle de, başkalarıyla da birlikte olmalı. Nitekim sosyalist Kürtler, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması için Şerafettin`le de, sosyalist olmayan başkalarıyla da birlikte çalışabileceklerini söylüyorlar. Birlik anlayışı ve halka karşı sorumluluk bunu gerektirir.
Roja Teze: Kurulacak partiye sizin, yani PSK`nın dışardan müdahale edebileceği tarzında kaygılar var. Ya da bazıları PSK taraftarlarının böyle bir partide yönetimi alabilecekleri kaygısını taşıyorlar.
BURKAY: Bunlar boş kaygı ve endişeler. Bizim yıllardır en geniş yurtsever kesimlerin katılacağı kitlesel, legal pir partinin oluşması için bunca çaba göstermekten amacımız açık: Kürt halkının etkili bir araca sahip olması. Bunun yalnızca bizimle olmayacağını biliyoruz. Bunu ille de kendimizin yönetmesi gibi bir tutkumuz yok. Ayrıca bunu yanlış da buluyoruz. Biz onu taban ve yönetim olarak başkalarıyla paylaşmak istiyoruz.
Bizim, böylesi bir partinin çalışma tarzına ilişkin anlayışımız şudur: Böylesi bir parti tümüyle demokratik şekilde işlemeli. Yani organları seçimle gelip seçimle gitmeli, dışardan bir karışma, baskı, tehdit olmamalı. Zaten bizim baskı yapacak bir aygıtımız, silahlı gücümüz, polisimiz de yok! PSK`nın kendisi çok demokratik bir parti. Örgütümüz tümüyle üyelerinin gönüllü birliğine dayanıyor. Başkalarının, hele tek seçiciliğe özenenlerin tahmin edemeyeceği kadar demokratik bir işleyişi var. Yöneticilerin seçimi, tartışma, karar alma süreçleri tümüyle demokratik. Hangi nedenle olursa olsun, ayrılmak isteyen özgürce ayrılıp gidiyor. Farklı görüşte olana, ayrılana baskı yok, tehdit yok. Ayrılan kişi örgütümüzün aleyhinde çalışmadıkça dostça ilişkilerimiz de devam ediyor. Örgütümüzün aleyhinde çalışanlarla ise çok çok merhabayı kesiyoruz.
Biz legal partinin ve tüm legal kurumların kendi yağlarıyla kavrulmasından yanayız. Onlar kitle içinde örgütlenerek, kitleden aldıkları destekle ayakta durmalılar. Gerçek anlamda özgür olmaları, güçlü olmaları ve işlevlerini yapmaları da buna bağlı.
Özetle, bizim legal partiye ilişkin anlayışımız budur. Başkalarını inandırmak için ise, birlikte çalışıp birbirimizi tanımaktan başka elimizde sihirli bir ölçü aleti yok.
Kaldı ki yönetimin oluşması demokratik seçimlerin sonucu olacaktır. Bize yakın insanlar yönetime girebileceği gibi giremiyebilir de. Bu tabanın bileceği iş. Demokratik işleyişe ve bunun sonuçlarına herkes razı olmalı, içine sindirmeli. Başlangıçta değişik eğilimlerden, grupsal özellik taşıyanlar biraraya gelse bile, zamanla tam bir kaynaşma, bütünlük sağlanabilir ve öyle olmalı. Ancak, ille de baş olmak isteyenler ve bu nedenle kendilerine yeter, küçük bir kulübeyi tercih edenler böylesi geniş bir birlikten, kaynaşmadan ürkebilirler.
Biz halkımızın geleceği ve haklı davasının kazanılması için birbirimizle çalışmak zorundayız. Öyle olunca da önyargıları aşıp biraraya gelmeyi başarmalıyız. Kürt hareketi, geçmişten kalan ve örgütlü mücadelenin önünde ciddi bir ayakbağı olan feodal değerleri, kendi başına buyrukluğu, haseti aşabilmeli. Bir araya geldiğimizde, nicel olarak bugünkü örgütlü yapıların gücünü çok çok aşan bir kitlesel güce ulaşabiliriz. Böyle bir yapı içinde, demokratik mekanizmalar iyi işlediği zaman, bu işe gerçekten layık olanlar, yetenekli ve çalışkan olanlar yönetime gelir. Öyle de olmalı.
Roja Teze: Şu anda mevcut partiler, HADEP ve DBP böylesi bir birliğin oluşmasında rol oynayamazlar mı?
BURKAY: Elbet oynayabilirler. DBP`nin de HADEP`in de Türkiye`nin mevcut yasal düzenine uyarlanmış birer programları var. Yeni dönemde yasal durum iyileşebilir ve bu programlar da Kürt halkının istemleri bakımından iyileştirilebilir, siyasal partilerin çalışmalarını zorlaştıran engellerin kaldırılması yönünde rejim zorlanabilir. (1)
Ancak, HADEP bakımından şu anda belirsiz bir durum var. HADEP dün, legal bir partinin durumuyla hiç de bağdaşmayan sivri tavır ve tutumlar içinde, "militanca" politika yaparken şimdi de havaya uyup, şu içi boş "demokratik cumhuriyet projesi"ne angaje olmuş durumda. Bu ise, gerçek bir değişim, demokratikleşme ve özgürleşme projesi değil, Kürtleri mevcut düzene entegre etme projesi. HADEP`in bu yolda nereye kadar gideceği belirsiz. Onu başka kesimlerle birleştirip tümüyle paralize etme projeleri de var. (2)
HADEP`in yeni süreçte olumlu bir rol oynaması, ancak bu tuzağa düşmemesine, varlığını sürdürmesine ve yurtsever bir politikayı korumasına bağlıdır. Bunu yapıp yapamıyacağını zaman gösterecek. Öte yandan, rejim planlarını hızla hayata geçirmeye çalışırken, Öcalan`la birlikte PKK ve HADEP`i ve rejimle uzlaşmaya alışık ve fit olan kimi Kürt çevrelerini de bu doğrultuda yönlendirirken, bu kötü gidişten memnun olmayan Kürt yurtsever örgütleri ve tüm yurtsever çevreler oturup sonuçları bekleyemezler. Gecikmeden tedbir alıp adım atmak gerekir.
DBP elbet bu doğrultuda olumlu bir rol oynayabilir. Programı tüm yurtsever kesimlerin üzerinde uzlaşabileceği demokratik, çağdaş bir programdır. DBP`yi kuranların, kuruluş aşamasında diğer bazı yurtsever çevrelere de birlikte örgütlenme önerisi götürdüklerini biliyorum. Ne yazık ki bu çevreler, bir bölümüne yukarda işaret ettiğim çeşitli nedenlerle uzak durdular. Bu aşamada katılmaları da pekala mümkündür ve ayıp değildir. Böylece işe sıfırdan başlanmış olmaz, DBP`nin kazanımları korunmuş olur ve bu herkesin yararınadır.
Ama eğer, biz Kürtlerde çokça rastlanan bir tutumla, bu onur meselesi yapılıp ayıp sayılacaksa, başka türlü çözümler de mümkündür. Ben elbet DBP adına konuşamam, ancak kendim ve partim adına konuşabilirim. Ama öyle sanıyorum ki DBP`li yurtseverler birlik için gereken özveriyi göstermekten geri kalmayacaklar. Katılımla birlikte kongreye gitmek, gerekiyorsa programda değişiklikler yapmak, yeni bir ad ve yönetim seçmek mümkündür. Hatta, duruma göre, biraraya gelip, tümüyle yeni bir tüzük, program ve adla, yeni bir yönetim oluşturmak da mümkündür. Yeter ki ortada ciddi, geniş bir katılım ve birlik çabası olsun. (3)
Roja Teze: Siz ülkeye dönmeyi, böyle bir yasal kuruluşta kişi olarak rol almayı düşünüyor musunuz?
BURKAY: Zaman zaman böyle bir soruyla karşılaşıyorum. Bir kere benim hala Türkiye`ye dönme koşullarım yok. Bu olanak olsa hemen dönerdim. Rejim bana ve benim durumumdakilere bu fırsatı vermiyor. Ben Türkiye`de yasaklı olan bir partinin yöneticisiyim. Bundan dolayı bana en azından 15 yıl ceza verirler. Suç sayılan onca yazım, konuşmam da cabası.
Rejim bizi göçmenliğe mahkum etti, halkımızdan, onun mücadelesinden koparmaya çalıştı. Ama göçmenlik koşullarında da direndik ve ayakta kaldık. Günümüzün rahat iletişim koşullarında, sesimizi duyurmak için Stokholm`da olmakla Ankara`da olmak arasında fark yok. üstelik Avrupa`da sansür, polis baskısı, zindan tehditi, işkence ve faili meçhul yok. Yeri gelmişken, Avrupa Birliği`ne girmeye pek hevesli görünen Türk devletinin, Demirel ve Ecevit gibilerin, bu oyuncaklarından nasıl el edeceklerini pek merak ettiğimi söylemeliyim!..
Ben Türkiye`ye döneceksem orada serbestçe siyaset yapabilmeliyim, görüşlerimi özgürce söyleyebilmeliyim. Yoksa zaten dolu olan Türkiye`nin zindanlarına 63 yaşında bir politikacı ve şair daha hediye etmek istemem. Üstelik bana cezaevinden, bazıları gibi hergün demeç verme fırsatını vermeyecekler ve bana karşı, bu demeçleri gazete manşetlerinden, televizyon ekranlarından her allahın günü yansıtacak kadar konuksever davranmayacaklardır.. Çünkü söyleyeceklerim hoşlarına gitmeyecek; bugün savunduğum görüşlerden ödün vermeyeceğimi bilirler.
Rejim çıkarmaya çalıştığı af yasası ile işkenceciyi, vurguncuyu, çeteciyi, katili zindandan ve ceza tehditinden kurtarmak istiyor da, duvarlara yazı yazan çocuk ve gençlere, düşüncesini söyleyen aydına ve bu arada bizim gibi ülkede demokrasi ve özgürlük isteyenlere bu fırsatı vermek istemiyor. Ama böyle yapmakla ne ülke kârlı çıkıyor ne de bizim çalışmamız duruyor. Benim ve bir bölüm arkadaşımın ülkeden çıkışı yaklaşık yirmi yıl oldu. Ama yurt dışında da mücadeleyi inatla sürdürdük, bizi soyutlamak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bıraktık. Bundan sonra da öyle olacak. Doğru şeyler yaptığımız, toplumdan yana, ileri politikaları savunduğumuz sürece, kimse bizim Kürt ve Türk halkıyla ilişkimizi kesemez, etkimizi önleyemez.
Sonuç olarak, koşullar değişmedikçe, benim için dönmek ve böylesi geniş, kitlesel, legal bir partinin örgütlenmesine doğrudan katılmak olanağı yok. Ama bu işi yapabilecek insanlar yurt içinde az değil. Yeter ki iyi niyet ve çaba olsun. Biz yurt dışından ve moral planda da olsa onlara destek vermeye hazırız. (4)
Öte yandan, yeni dönemde Kürt yurtsever kesiminin nasıl ortak legal bir partiye ihtiyacı varsa, öylesine, sesini duyuracak, istemlerini dile getirecek başka araçlara; günlük gazeteye, radyoya, televizyona ve başka kurumlara da ihtiyacı var. Kanımca Bunlar birbirine bağlı. Eğer birlik anlayışını egemen kılabilirsek çok şey yapabiliriz.
Yeni dönemde Kürt hareketi olarak biz de anlayışımızı, çalışma yöntemlerimizi yenilemeliyiz. Kürtlerin gücünü, olanaklarını -kadro, kitle ve parasal planda- biraraya toplamalıyız. Bunun için irili ufaklı tüm gruplara, aydınlara görev düşüyor. Herkes üstüne düşeni yapmalı, katkısını sunmalı. Kendi küçük kulübesini kurma, iki evli köyün birincisi olma eğilimi artık son bulmalı. Yoksa on yıl sonra da yine aynı şeyleri tartışırız.
Bazıları birliğin lafını çokça ediyorlar, ama iş adım atmaya geldi mi orada duruyor, ya da işi yokuşa sürüyor, bin dereden su getiriyorlar. Biz diyoruz ki işte birlik: Buyrun, gelin legal partide birleşelim, dönemin, mücadelemizin gerektirdiği kurumları hep birlikte oluşturalım. Laf etme değil, iş yapma zamanıdır! (5)
(2) Bilindiği HADEP birkaç yıl sonra kapandı; onun ardından aynı kesim tarafından oluşturulan BDP’nin başına gelen ve HDP projesi ile hayata geçirilen ise tam da budur.
(3) HAK-PAR kurulurken DBP’li yoldaşlarımızın dışındaki kesimler, ne yazık ki bu öneriye sıcak bakmadılar, DBP içinde birliğe yanaşmadılar, tümüyle yeni bir isim ve programla çıkmayı önerdiler. DBP’li arkadaşlarımız birlik hatırına buna da evet dediler. Böylece DBP onca birikimi feda ederek kendisini feshetti ve Abdülmelik Fırat’ın başkanlığında yeni parti (HAK-PAR) kuruldu. DBP’li arkadaşlar yeni partiye katıldılar. Ne var ki bunca özveri yine de işe yaramadı, yine de diğer çevreler çoğunlukla uzak durdular. Yeni partide yer alanların bir bölümü ise –Parti Meclisi ve Başkanlık Kurulu’nda yer alanlar dahil- süreç içinde şu veya bu bahaneyle örgütü bırakıp gittiler. Bu kişiler şimdi HAK-PAR’a birlik öneriyorlar!
(4) Okurların bildiği üzere ancak, bu yazının yazılışının üzerinden 11 yıl geçtikten sonra, 2011 yılında, benim için dönüş koşullarının oluştuğu bir zamanda ülkeye dönebildim. Diyarbakır’da, benim de yargılandığım TKSP ana davası, aradan 30 yıl geçtikten sonra, 2010 yılında nihayet düşmüştü. Hakkımdaki diğer basın davaları da bu arada çıkan bazı af yasalarının kapsamına girip düştüğü için dönüşümün önünde yasal bir engel kalmamıştı.