24 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE
Kemal Burkay
Öncelikle şunu belirteyim ki 24 Haziran seçimleri de demokratik bir ortamda, adil ve eşit koşullarda yapılmadı. Öncelikle OHAL ortamı nedeniyle. Ayrıca, baskın biçiminde gidilen seçimlerde, HAK-PAR’ın da içinde olduğu birçok parti yarış dışı bırakıldı. Bazı partiler her zamanki gibi hazineden büyük meblağlarla desteklendiler, yüz milyonları bölüştüler. Medya da, başta iktidar olmak üzere, birkaç partinin hizmetinde oldu. Yüzde 10 barajını da içeren, 12 Eylül faşizminden kalma, bin bir engelle donatılmış Seçim ve Siyasi Partiler yasaları da işin tuzu biberi...
Böyle bir ortamda tüm siyasi görüşler, eğilimler bakımından adil bir seçim yarışından söz etmek olanaksız. Bu öylesine bir boks maçı ki, kiminin elinde demir eldivenler var, kiminin ise eli kolu bağlı.
12 Eylül rejimini izleyen dönemde iktidara gelen siyasi partiler ve onların hükümetleri de, 12 Eylül anayasası dahil, bu antidemokratik çarkı değiştirmek için çaba göstermediler, işlerine gelen bazı yamalarla yetindiler. Son olarak da yeni anayasa diye, cümle yetkileri tek elde toplayan bir sistem kuruldu.
24 Haziran Seçimleri’nin sonuçlarına gelince:
“Cumhur İttiakı” denen AK Parti- MHP ittifakı seçimleri kazandı ve MHP beklenenden fazla oy aldı.
HDP hem Kürdistan’da, hem de geçen seçimlere göre oy kaybına uğrasa bile barajı aştı. Bunu sağlayan, diğer siyasi çevrelerden ve sol kesimlerden gelen oylar oldu. Eğer barajı aşamazsa söz konusu milletvekillerinin ezici çoğunluğunun AK Partiye gideceğinden kaygı duyan bu kesimler, böylesi bir kutuplaşma ortamında, geçen seçimde olduğu gibi bunda da HDP’ye oy verdiler.
CHP’nin aldığı oy yüzde 22 gibi düşük bir oranda kaldı. Muharrem İnce’nin yüzde 30’un üzerinde oy almasını ise, birçok yorumcunun aksine ciddi bir başarı olarak görmüyorum. Milletvekili seçimlerinde HDP’ye ve İyi Parti’ye oy veren seçmenlerin bir bölümü İnce’ye oy verdiler. Çünkü 2. Tura kalma halinde Erdoğan’ın karşısına onun çıkacağı belliydi.
Seçim sonuçlarını belirleyen, bu kez kötüleşen ekonomik durum, doların veya soğan-patates fiyatlarının yükselmesi olmadı. Erdoğan ve partisi ile karşıtları arasındaki sert kamplaşma oldu.
Bu, aynı zamanda Kemalist kesimle İslamcı kesim, bir başka anlamda Osmanlıcılarla Cumhuriyetçiler arasında 1920’lerden beri süre gelen tarihi kamplaşma ve çatışmanın yeni bir evresidir. 2002’de iktidarı Kemalistlerden alan İslamcı kesim bu seçimde de onu korumayı başardı.
Gerçi AK Parti’nin, yani İslamcı kesimin bu kez kaybetmesini önleyen MHP oldu. Partisinin bölünüp zeminin ayakları altından kaydığını gören Bahçeli, Erdoğan’a sarıldı. Erdoğan’ın da ona ihtiyacı vardı. Böylece daha önceki dönemde zaman zaman birbirlerini akıl almaz biçimde karalayan bu iki politikacı ve iki parti, müthiş bir esneklik göstererek ortak çıkarda buluştular.
Aslında Bahçeli, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası da, muhalefetle koalisyonu reddedip yeni seçimlere yolu açarak parlamento çoğunluğunu yitirmiş olan AKP’ye çıkış olanağı sağlamıştı.
Belli ki bu iki lider ve iki parti bir süre daha birlikte yürüyecekler. Bu bir İslamcı-milliyetçi uzlaşmasıdır. Buna Türk-İslam sentezinin yeni dönemdeki iktidar biçimi de denebilir.
Böylesi bir siyasi yapı ya da iktidarla ülkenin önündeki ciddi sorunlar, örneğin Kürt sorunu ve Alevi sorunu çözülebilir mi, demokratikleşme ve barış sağlanabilir mi? Besbelli hayır. MHP’nin deva bulmaz çağdışı siyasi anlayışı bir yana, AK Parti de zaten çok geri mevzilere çekildi, statükoya ve şiddet politikalarına sarıldı, sorun çözecek, reform yapacak hali kalmadı.
Peki kamplaşmanın diğer tarafı, yani CHP ve bu seçimdeki yandaşları, “Millet İttifakı” denen kesim ne durumda, onlar umut veriyor mu? Onlar iktidara gelse durum değişir miydi? Yine hayır.
En başta CHP’nin, ülkenin yüz yüze olduğu ciddi sorunları çözecek projeleri yok, böyle bir vizyonu yok. CHP 1930’larda kalmış görünüyor, kendisini yenileyemedi; Kemalizmin çağdışı, tutucu kalıplarından sıyrılıp reformcu bir partiye dönüşemedi. Sosyal demokratlığı lafta kaldı.
İyi parti denen yeni oluşuma gelince, o da MHP’nin diğer yarısı ve bazı bakımlardan Bahçeli’yi bile yumuşak bulan bir kesim… Meral Akşener’in geçmişi ve Kürt sorunuyla ilgili olarak bizzat bugün söyledikleri ortada.
Bir başka deyişle bu ittifak da Türk-İslam sentezinin diğer bir versiyonu. Seçimleri kazansa sadece Erdoğan ve partisi gitmiş olacak, böylece kampın bir tarafındakilerin yüreği soğuyacak; ama onun ötesinde ne Kürt halkı, ne demokrasi, ne de barış isteyenler bakımından bir şey değişmeyecekti.
HDP’nin durumundan geçmişte ve son yazılarımda söz etmiştim, okur bilir ve tekrara gerek yok.
Sonuç olarak bu seçimler gerek Türkiye açısından, gerek Kürt halkı açısından bir değişikliğe yol açmadı. Erdoğan gitse ve karşıtları gelse de yol açmayacaktı. Ne yazık ki Türkiye karanlık bir tünelde yol almaya devam ediyor ve ufukta ışık görünmüyor. İyimser olunacak bir durum yok.
Partimiz HAK-PAR’ın, parti olarak seçimlere giremediği için beş bağımsız adayla yürüttüğü seçim çalışmasının sonuçlarına gelince:
HAK-PAR böylece, bu koşullarda bile havlu atmadı, kimsenin kuyruğuna takılmadı, “aman Erdoğan gitsin de ne olursa olsun!” diyenlerin gazına gelmedi. Çünkü bizim açımızdan Kürt halkının ve aynı zamanda Türk halkının sorunlarının çözümü, ülkeye barışın ve demokrasinin gelmesi şunun gidip bunun gelmesine bağlı değildir. Onlarca yıldır bu deneniyor. Toplumun bıktığı birileri gidiyor, başkaları geliyor; ama durum değişmiyor. Çoğu zaman da gelen gideni aratıyor.
Çünkü özgür olmamız, barışa kavuşmamız sorunları çözecek olanların ülkede yönetimi ele almalarına bağlı. İşin anahtarı burada. Dikkatimizi buna vermemiz gerekiyor. Hangi lider, hangi parti, kendi kaderini tayin hakkı, federal çözüm dahil, Kürt halkının temel haklarını programına koymuş ve savunuyor, kitlelere bunu açıkça ilan ediyor? Hangi parti Alevilerin taleplerine, yani gerçek bir laikliğe programında yer veriyor? Hangi parti çağdaş bir demokrasiyi, kadın haklarını, emekçilerin haklarını, çevrenin korunmasını savunuyor?..
HAK-PAR böyle bir parti. Ve eğer böyle bir programı olan başka partiler sahnede olsa, onlarla ittifak yapmamak için sebep yok. Öyle bir parti olsa, biz seçime giremediğimiz durumda pekala ona destek verebilirdik.
Ama yok. Bu nedenle Partimiz, sınırlı olanaklarıyla beş bağımsız aday göstererek bu seçimde de varlığını ve sesini duyurmaya devam etti. Arkadaşlarımız beş seçim alanında (Diyarbakır, Dersim,Van, Ağrı ve Mardin) fedakarca çalıştılar, kasaba kasaba, köy köy dolaşıp istemlerimizi kitlelere anlattılar.
Bunu ille de parlamentoya girmek için mi yaptık? Hayır. Ama doğru sesi, çözümün sesini duyurmak gerekiyordu.
Bunu yapınca hemen kitlelerin çevremizde toplanacağını mı sanıyorduk? Yine hayır, gerçekçiydik. Kimsenin kendi sesinden ya da kendi yandaşlarının sesinden başka bir ses duymadığı, duymak istemediği böylesine sert bir kamplaşma ortamında bunun gerçekleşmeyeceğini biliyorduk. Bu o ortam değil. Konjünktür ve olanaklar ne yazık ki hala bizden yana değil.
Ama öyle diye asla umutsuz olmadık, meydanı boş bırakmadık. Doğru yol budur dedik, biz varız dedik.
Bu böyle gitmez. Yanlış yollarda bir yere varılmaz. Yanlış yoldaki sözde liderler, partiler er geç duvara toslayacak. Bugün olmasa yarın koşullar değişecek.
Biz vizyonu olan, doğru çözüm projeleri olan bir partiyiz.
Arkadaşlarımız bu seçimde doğru, onurlu bir iş yaptılar. Aldıkları oy kaç olursa olsun, bu onların yaptığı işin değerini düşürmez.
Buna bakarak yapılan doğru işi, kararlılığı küçümsemek, ancak siyasette vizyonu olmayanların ya da önyargılı kişilerin işidir.
Buna bakarak toplumdan umudu kesmek de doğru değil.
Sabır ve kararlılık, bize düşen budur.
Şimdi azimle çalışıp partinin örgüt ağını tamamlayarak önümüzdeki yerel seçimlere girmeyi hedeflemeliyiz.
26 Haziran 2018