Bu ülkede her şey çok gerilimli aksiyon
filmlerindeki gibi. Heyecandan yürekleri ağza getiren sahneler birbirini
izliyor, gündem hızla değişiyor.
İşte son günlerde sahne alan olaylardan birkaçı:
Önce Özgecan Aslan olayı… Toplum bununla sarsıldı, kadınlar ülkenin dörtbir
yanında sokağa döküldüler. Onun sıcaklığı geçmeden yeni güvenlik paketi
nedeniyle Parlamento’da iktidar ve muhalefet milletvekilleri birbirine girdi,
meydan muharebeleri yaşandı. Onun da sıcaklığı geçmeden Süleyman Şah
Türbesi’nin nakli üzerine kopan fırtına…
Hükümet türbe naklini büyük bir kahramanlık
destanı gibi yansıtıyor. İki muhalefet partisi, CHP ile MHP’ye göre ise bu bir
ulusal felaket, bir yenilgi, kaçış… Onlara göre hükümet vatan toprağını terk
etmiş ve bu bir yüz karası. Yani muhalefet bakımından bir kez daha “vatan elden
gidiyor” yaygarası…
Oysa ne o ne de o. Ortada eşi az görülür çapta bir
operasyon söz konusu olmadığı gibi bir kaçış da söz konusu değil.
Suriye toprakları içinde, Fırat kıyısındaki
Süleyman Şah Türbesi, 1921 yılında Fransızlarla yapılan anlaşmaya göre Türkiye
toprağı sayılmış ve orada yıllardır sembolik bir Türk askeri birliği
bulunmakta. Suriye Fransız sömürgecilerinden kurtulup bağımsızlaştıktan sonra
da türbenin statüsü değişmemiş. Anlaşılan, Antakya’daki fiili duruma boyun eğen
Suriye, Türbe işinde sorun yaratmayı da göze alamamış.
Osmanlı devletini yıkıp halifelikle birlikte çöpe
atan Ankara hükümeti ise, garip bir şekilde Osmanlı’nın dedesinin mezarına
sahip çıkmış ve onu kendi toprağı saymış…
Suriye’de yaşanan kanlı iç savaş nedeniyle
Süleyman Şah Türbesi’nin durumu da son dönemde sorundu. Zaman zaman IŞİD’in
türbeyi kuşattığı, hatta askerleri rehin aldığı söylendi. Böyle bir risk vardı;
çünkü IŞİD denen güruhun ne zaman ne yapacağını kimse kestiremezdi.
Böylesi bir durumda, Musul Konsolosluğu’nda
yaşananın bir benzerini yaşamamak için Türkiye askerlerini oradan çekmek için
operasyon yaptı. Bu anlaşılır bir şeydir. Yapılan operasyonu bir destan gibi
sunmak için ise neden yok; çünkü bu iş yapılırken ilgili herkese (ABD’ye,
Suriye Hükümeti’ne, IŞİD’e, PYD’ye) haber verilmiş.
ABD için türbenin taşınması bakımından bir sorun
yoktu, Suriye’nin ise buna hayır demek için mecali yoktu; çünkü Türbe kuzeyde
Fırat kıyısında ve Şam’ın denetimi dışındaki bölgede idi.
Türbenin çevresi IŞİD güçlerince denetleniyor ve
oraya gidiş gelişte Türk operasyon birlikleri Kobani’den, yani PYD bölgesinden
geçmek zorundaydı. Ama Türkiye’nin hem IŞİD’le hem de PYD ile el altından
diyalogu olduğu malum. Operasyon için kendileriyle konuşulduğu ve güvence
alındığı anlaşılıyor.
Kısacası böyle bir operasyonda risk oldukça
düşüktü ve yapılan işin olağanüstü bir yanı yoktur.
Muhalefetin kopardığı gürültüye gelince… Bunun da
haklı, mantıklı yanı yok. Her iki muhalefet partisinin sözcüleri de bu
vesileyle vatan-millet ve savaş edebiyatı yapıyorlar.
Geçtiğimiz yıllarda da Kardak Kayalıkları için
Yunanistan’la savaşa ramak kalmıştı.
Oysa ustalık bir türbe ya da kayalık için savaş
naraları atmak değil, mevcut geniş topraklar üzerinde insanca bir hayat inşa
etmektir. Ama ne Suriye bunu başarıyor, ne Türkiye.
Bence bu türbe işini böyle büyütmenin, hatta,
zamanı gelince tekrar eski yerine götürmek üzere, sınırın bitişiğinde Suriye
toprakları içinde bir türbe inşa etmenin alemi yok. Türbe Türkiye sınırları
içinde ve daha uygun bir yerde inşa edilebilir. Zaten Bilecikliler buna
talipler. Süleyman Şah’ın türbesinin de Söğüt`te, torunu Osman Gazi’nin yanında
olmasını istiyorlar. Son derece akla uygun bir öneri!
Bilecikliler hem hükümet adamlarından hem
muhalefet sözcülerinden daha mantıklılar…
Sonuç olarak, gerek Hükümet gerekse muhalefet bu
Süleyman Şah Türbesi nedeniyle bir kez daha sınıfta kaldılar. Hamaset
edebiyatından geçilmiyor. Oysa ülkenin çok sayıda başka ve ciddi sorunları var;
sorumluluk duyan insan bu sorunları çözmek için çabalar.
25 Şubat 2015