Savaş nedir? Hangi amaçla yapılırsa yapılsın
–haklı-haksız, saldırı-savunma bir yana- sonuçta insanların ikiye ayrılıp
birbirlerini öldürmeleri ve birbirlerine zarar vermeleridir. Yani bilinçli bir
seçimdir.
Şu anda ülkede böyle bir savaş var. Uzun zamandan
beri süregelen, zaman zaman barışma-görüşme adı altında mola verilen, sonra
yine tazelenip süren bir savaş. Bunun üstüne çok konuştuk, çok yazdık; bir
çözüm bulup barışa ulaşıncaya kadar yine konuşup yazarız.
Bir de böylesine sıcak bir savaş kadar gündemimizi
işgal etmese bile, hayatımızı etkileyen, cana ve mala zarar veren başka
toplumsal veya doğasal, “felaket” dediğimiz olaylar var.
Örneğin bazı doğa olayları… Güçlü bir rüzgâr
gelir, fırtına olur, evlerin çatıları uçar, denizde tekneler batar, insanlar
ölür yaralanır. Güçlü bir yağmur yağar kentleri su basar, dereler taşar,
kıyısındaki evleri, araçları, insanları sürükler; önemli can ve mal kayıplarına
yol açar… Ya da yangınlar, depremler…
Bu tür doğa olayları her ülkede olabilir. Ama kimi
gelişkin ülkelerde alınan tedbirler bunların verdiği hasarı sınırlar ya da
azaltır. Örneğin alt yapı sağlamsa, bu tür doğa olaylarına karşı toplum iyi
biçimde örgütlenmişse. Ama bunlar yoksa küçük doğa olayları bile büyük zararlar
verebilir.
Ben bu yazımda asıl olarak bu ülkedeki trafik
sorunundan söz edecektim.
Farkında mısınız, Türkiye’de trafiğin aldığı can,
şu Kürtlere karşı yürütülen 30 küsur yıllık kirli savaşın aldığından kat kat
daha fazla. Gün yok ki onlarca kazada, birçok kişi canından olmasın, yaralanıp
sakat kalmasın.
Her ülkede trafik kazaları olur. Ama alt yapının
sağlam olduğu, kurallara iyi biçimde uyulan ülkelerle bunun tersinin geçerli
olduğu ülkeler arasında bu bakımdan dağlar kadar fark var.
Bu ülkede ne sürücüler kurallara uyuyor, ne
yayalar. Kırmızı ve yeşil ışıkların nerdeyse bir anlamı yok. Yayalar
kaldırımlarda değil, caddenin ortasında yürüyor, arabalar ise kaldırımlarda…
Daracık ve tek yönlü bir yolda bile arabalar sağlı
sollu park ediyor. Daha genişçe olan caddelerde ise ikili diziler halinde…
Her şoför boş bulduğu ve fırsat bulduğu yerden
dalıyor, keyfince şerit değiştiriyor; tam bir akrobasi…
Yalnız şehirlerarası yollarda değil, şehir içinde
de hız ve akrobasi bazen baş döndürüyor.
Şehir içi yolcu taşıyan otobüsler, minibüsler ve
taksiler arasında yolcu kapmak ve hızlı hareket etmek konusunda akıl almaz bir
yarış…
Gerekli gereksiz korna sesleri müthiş bir gürültü
yaratıyor ve sinir bozuyor.
Tabi bütün bunlar hem sürücülerin, hem yayaların
ve yolcuların sinirlerini müthiş geriyor. İnsanlar patlamaya hazır, pimi
çekilmiş bomba gibi.
Bu trafik de savaş gibi şiddet üreten bir faktör.
Ve tüm bunlara bakınca insan şunu düşünüyor: Bu
ülkede az kaza oluyor! Her gün onlarca, hatta yüzlerce kaza olsa, bu kazalarda
yollar mezbahaya dönse, onlarca kişi hayatını yitirse, yüzlercesi yaralanıp
sakat kalsa bile… Bu kadar kuralsızlığa göre yine de az!
Geçende adamın biri İstanbul’un ortasında,
Taksim’de, kaldırımdan çıkıp çiçekçi dükkânına dalmış ve yalnız dükkânın
önündeki güzelim çiçekleri ezmekle kalmamış, gencecik çiçekçiyi de birlikte
ezip öldürmüştü. Fazla hızdanmış… Şımarık bir zengin olduğu için, sanırım henüz
yakalanamadı.
Bir başkası da yine İstanbul’da, yolun kenarındaki
evlerinin önünde, bahçede çay içmekte olan bir ailenin üstüne uçtu. Ölü ve
yaralılar… O da hızdanmış…
Ya şu Ankara’da, Cebeci-Dikimevi’nde, daha iki gün
öncesi, hem de dümdüz yolda durağa dalıp orada otobüs beklemekte olan 12
yolcuyu öldüren, onlarcasını da ağır biçimde yaralayan belediye otobüsüne ve
onun şoförüne ne dersiniz? “Frenler boşaldı, aracın yönetimini kaybettim,”
demiş. Oysa kaza öncesi birileriyle tartışmış ve o öfkeyle gaza basıp durağa
balıklama dalmış bu insan kasabı…
İstanbul’da güya trafiği kolaylaştırmak için
metrobüs hatları yapılmış; ama sık sık hızlı “rallicilerin” korkulukları da
aşıp metrobüs yollarına daldığını ve trafiği alt üst ettiklerini duyarsınız.
Eğer yol kenarında eviniz ve dükkânınız varsa, her
an bir otomobilin ya da kamyonun oraya boylu boyunca dalmasına hazır
olmalısınız!
Hangi birini anlatayım sevgili okurlar. Şu Kurban
bayramında hayvanlar gibi insanlar da kitleler halinde kurban oldu, bilanço
yine yüzlerle idi…
Tarım işçilerini taşıyan kamyonetlerin sık sık
onlarca tarım işçisini şarampollere yuvarlayıp katletme hikâyeleri de
aklınızdadır elbet.
Bütün bunlara karşı ne yapılabilir? Ne
sürücülerin, ne yayaların kurallara uymadığı bir ortamda trafik polislerinin de
yapacağı fazla bir şey yoktur. Onlar da bu işleri kanıksamışlar…
31 yıllık sürgünlükten sonra ülkeye döndüğümde, bu
trafik keşmekeşi, sanki aydan gelmişim gibi beni şaşırtmış, bunaltmıştı.
“Nasıl, ülkeye kolayca uyum sağlayabildin mi?” sorusuyla her karşılaştığımda
şunu derdim: “Neye alışsam da bu trafik kaosuna alışmam olanaksız.”
Evet, kendim araba kullanmasam da, ister istemez,
şehir içinde ya da şehirlerarası gidip geliyorum ve bu trafik keşmekeşi beni
çokça rahatsız ediyor, sinirlerimi geriyor. Bazen birilerine patlamamak için
kendimi zor tutuyorum.
Yılda bir-iki kez yurt dışına çıkıyor, İsveç ve
Almanya’ya uğruyorum. Aradaki fark ne kadar büyük! Yollarda her şey nasıl da
bir düzen içinde yürüyor; insan kendisini güven içinde ve rahat hissediyor.
Evet, trafikte savaştan çok fazla kayıp veriyoruz.
Ve böyle bir trafik düzenine, daha doğrusu düzensizliğine sahip oldukça,
savaştan ve PKK’den o kadar yakınmak için de neden yok. Bu trafik 10 PKK’ye
bedel!
Kirli savaşın durması için, barış için çaba
göstermeyi yine sürdürelim de, biraz da bu trafik sorunu üzerinde dursak fena
olmaz.
Trafik canavarı çok daha fazla can alıyor ve biz
bunu kanıksamış gibiyiz.
3 Ekim 2015