YENİ DÖNEMDE YENİ ÖRGÜT VE MÜCADELE BİÇİMLERİNE GEREK VAR
ÖN NOT:
Bu söyleşi, 1999-2000 yıllarında, İstanbul’da yayınlanan haftalık Roja Teze (Yeni Gün) adlı gazeteyle yapıldı ve iki bölüm halinde gazetenin 24. ve 25. Sayılarında yayınlandı. Öcalan’ın bir yıl kadar önce yakalanıp Türkiye’ye getirildiği ve ilk günden itibaren rejimin hizmetine girdiği, politikalarını 180 derece değiştirdiği, PKK’nın da onu izlediği, böylece Öcalan’ı lider bilen, PKK’dan kurtuluş bekleyen kitleler ve kesimlerde büyük bir şaşkınlığın oluştuğu, bunun genel olarak Kürt ulusal hareketi üzerinde bir moral bozukluğu yarattığı bir ortamdı. Bu söyleşi ile PKK’nın yeni politikaları konusundaki görüşlerimi dile getirdim; bu aşamadan sonra artık silahlı mücadele döneminin sona erdiğini belirttim ve yeni örgüt ve mücadele biçimlerinin gereğini dile getirdim; bu konudaki görüşlerimi açtım.
Özellikle 2. Bölümde, PKK’nın içine düştüğü bu olumsuz durumu ve PKK politikalarını onaylamayan yurtsever kesimleri bir araya getirip kitlelere umut verecek, mücadeleyi doğru kanallarda, doğru yöntemlerle sürdürecek yeni bir kitlesel, legal partiye olan ihtiyacı dile getirdim.
HAK-PAR işte bu ihtiyacın ve iki yıla yakın süren çabaların ürünü ve bir birlik projesi olarak 2002 yılında kuruldu. HAK-PAR oluşurken, yıllardır var olan, seçimlere katılan, nispeten iyi örgütlü olan yoldaşlarımızın yönetimindeki Demokrasi ve Barış Partisi (DBP) de birlik hatırına kendisini feshedip ona katıldı.
Ama HAK-PAR, –PKK’ya yandaş ve tüm olup bitenlere rağmen onun ardından gitmeyi tercih eden kesimleri bir yana bırakalım- PKK politikalarından şikayetçi olan, ona mesafeli duran yurtsever kesimleri büyük ölçüde bir araya getirmeyi başardı mı? Ne yazık ki hayır. Bu kesimlerin büyükçe bir kesimi bu birlik çabasına uzak durdular. Birliğe evet deyip gelenlerin bir bölümü ise şu ya da bu bahane ile, süreç içinde HAK-PAR’ı terk ettiler.
Buna rağmen HAK-PAR yoluna devam edip bugünlere geldi. Son iki yılda yapılan üç seçime katıldı ve küçümsenmeyecek bir gelişme ivmesi kazandı.
Söz konusu röportajın üzerinden 16, HAK-PAR’ın kuruluşunun üzerinden ise 14 yıldan fazla bir zaman geçti. Bugün de hala yurtsever güçlerin birliği üzerine çağrılar ve istemler sona ermiş değil. Zamanında ısrarlı çağrılara rağmen birliğe gelmeyen, ya da şu veya bu bahaneyle HAK-PAR’dan ayrılıp giden bazi kişiler ve gruplar, son dönemde bir yandan kendilerine yeni yeni partiler kuruyor, ya da kurmaya çalışıyor, diğer yandan da birlik söylemini dillerinden düşürmüyorlar.
Peki bu kişi ve çevreler birlik konusunda gerçekten samimi ve istekliler mi? Bir başka deyişle bundan bir şey çıkar mı? Yoksa bunlarla birlik adına masaya oturmak bir kez daha zaman yitimi ve kitlelerin oyalanması mı olur?
”Aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar almaya çalışmak ancak aptallara özgüdür” diye bir söz var ve sanırım Einstein’a (Aynştayn) ait.
Sevgili okurlar, bizim bu konuda epeyce deneyimimiz var, en azından ben ve arkadaşlarım 1978 yılından başlayarak yaklaşık 30 yılımızı birlik çalışmalarına verdik. Ve iyi niyetle, ”bu kez belki sonuç alırız” diye, Aynştayn’ın deyişi ile aptal olarak nitelenmeyi de göze alarak aynı şeyi tekrar tekrar denedik.
Aynı adamlarla, aynı şeyi bir kez daha deneyelim mi?
16 yıl önce Roja Teze’ye verdiğim röportajı iki bölüm halinde yayınlamayı bu nedenle gerekli gördüm. Kanımca bu röportaj hem daha o günden bugün olup bitenlere, PKK politikalarının vardığı çıkmazın nedenlerine ışık tutuyor, hem de yurtsever güçlerin birliği sorunu ile ilgili olarak bizim ve başkalarının tutumunun ne olduğunu açık biçimde gösteriyor, böylece okurun bundan böyle yapılabilecekler ve yapılması gerekenler konusunda sağlam bir yargıya varmasına yardımcı oluyor.
Biliyorum, söyleşi biraz uzunca ve herkes uzun metinleri okuyacak kadar sabırlı değil. Ama biz birlik için en azından 30 yılımızı harcadık ve Kürt yurtsever hareketinin birliğini isteyen okurlar ve dostlar da geçmişte ne olup bittiğini anlamak ve sağlam bir kanıya varmak için en azından bir saatlerini harcamalılar...
Şimdi 1. Bölümü yayınlıyorum. İki gün sonra da 2. Bölümü vereceğim.
Gazetemiz Roja Teze, PSK Genel sekreteri Kemal Burkay`la, son yıl içinde Kürt politikasında yer alan gelişmeleri, Türkiye`nin AB`ye aday üyeliği ve bunun Kürt sorununa etkilerini, yeniden gündemde olan legal parti konusunu da kapsayan bir söyleşi yaptı. Burkay, bu söyleşide PKK`daki değişimi değerlendirdi, yeni dönemde Kürt hareketine düşen görevler konusundaki görüşlerini, legal partiye ilişkin önerilerini daha da açtı. İlginç bulacağınızı umduğumuz bu söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlıyoruz.
Roja Teze: Sayın Burkay, son dönemde yaptığınız kimi açıklamalarda, Kürtler için silahlı mücadele döneminin artık sona erdiğini söylüyorsunuz. Nedenlerini açıklar mısınız?
BURKAY: Ben bunu Kuzey parçası, yani Türkiye Kürdistanı`ndaki Kürt hareketi bakımından söylüyorum. Yani tüm parçalar için bir genelleme değil. Her bir parçanın koşulları değişik. Yarın öbür gün, Güney ve Doğu Kürdistan`da neler olacağı kestirilemez.
Bildiğiniz gibi biz, Kuzey bakımından daha baştan, yani yıllarca önce, silahlı mücadelenin başarı şansının olmadığı kanısındaydık ve mücadeleyi silahlı olmayan yöntemlerle yürütme yanlısıydık. Bu konuda görüşlerimi birçok kez dile getirdiğim için yeni bir tekrara gerek duymuyorum. Gelinen durum ise ortada. Stratejisini silahlı mücadele üzerine kuran PKK`nın geldiği nokta ve yolaçtığı durum üzerine fazla söze gerek yok.
Roja Teze: Bu sonuca öcalan`ın Suriye`den çıkarılışının, ya da yakalanmış olmasının yol açtığı söylenebilir mi?
BURKAY: Hayır. PKK da, Kürt halkı da 15 yıldır süren savaştan çoktandır yorulmuştu. 1990`lı yılların başında bir ara PKK`nın eylemleri yayıldı ve kitleselleşti. Bu, taraftarlar arasında zafer yönünde bir umut yarattı. Ancak çok geçmeden, devletin çok daha azgın şiddeti karşısında PKK`nın silahlı gücündeki gelişme durdu ve kırsal kesimin boşalması, köylülerin birçok yerde koruculaşması ya da göç etmesi nedeniyle partizan güçlerinin beslendiği kaynaklar büyük ölçüde kurudu ve hızla küçülme başladı. Salt savaşla bir yere varamıyacağını kavrayan Öcalan, 1993`ten bu yana üç kez tek yanlı ateş kesti, diyalog yolları aradı, ama bulamadı. Türkiye herhangi bir uzlaşmaya hep kapalı oldu. Öcalan`ın Suriye`den çıkarılması elbet süreci hızlandırdı. Yakalandıktan sonra ise, bildiğiniz gibi, geçmişteki tüm iddialarını, görüşlerini bir yana bıraktı ve PKK da onu izledi. Bu, başlıca silahlı eyleme ve şiddete dayanan, liderini putlaştıran PKK stratejisinin iflası oldu.
Bu aşamadan sonra Kürdistan`ın bu parçası bakımından silahlı mücadele dönemi, kapanmıştır ve örneğin Irak`ın ya da Yugoslavya`nın karşılaştığı türden olağanüstü değişiklikler olmadıkça artık gündeme gelemez. Mücadele bundan böyle ister istemez siyasal kanallarda ve daha çok barışçı, legal yöntemlerle yürüyecektir.
Roja Teze: Ancak PKK silahlı güçlerini tümden dağıtmış değil; onları sınır dışına çekti. O, sözkonusu "Barış ve demokrasi programı" ile rejimden bir beklenti içinde. Umduğunu bulamazsa yeniden silahlı eyleme dönemez mi?
BURKAY: PKK`nın sözkonusu beklentileri hiç de karşılanmayacak türden değil. üzerine onca gürültü koparılan "barış ve demokrasi programı"nın içi boş. Tam da rejimin istediği türden. Kürt halkının tüm temel istemleri bir yana bırakılmış. Üniter devlet ve Kemalist ideoloji savunuluyor. Bu program gerçekte PKK tabanını ve Kürt halkını aldatmaya yönelik bir yalancı mama.
PKK`nın asıl beklentisi Öcalan`ın idamdan kurtarılması. Bu ise oldu sayılır. Rejimin bu saatten sonra Öcalan`ı asması kendisi açısından en aptalca şey olur. Rejim, tam da PKK`yı dilediği çizgiye çekmiş ve istediklerini ona dikte ederken bu süreci tersine çevirecek bir hata yapmaz. O Öcalan`ı değerli bir rehine gibi elinde tutacak ve böylece onun ve PKK`nın eliyle Kürtlere yönelik uslulaştırma ve düzene entegre politikalarını hayata geçirmeye çalışacaktır.
Öcalan`ın asılması AB`ye giriş sürecine de ters düşüyor. Öcalan`ı Türklere teslim eden Batılılar, şimdi onun canını koruyarak öfkeli Kürtlere de bir jest yapıyorlar.. Bu da bir yatıştırma politikası. AİHM infaz`ın durdurulması yönünde bir karar verdi. Türk hükümeti buna uyarsa (ki uyacağı yönünde güçlü işaretler var) 1,5-2 yıl bir zaman işleyecek demektir. Türkiye`nin Avrupa Birliği aday üyeliğine alınışının ardından yapılacak ilk işlerden biri ise idam cezasının kaldırılması olacak.
Özetle söylersek, Öcalan`ın gözü aydın, artık yırttı sayılır!. Bundan sonrası Mandela olmaya kalmış! Ancak Mandela, ırkçı rejimin önünde dize gelerek değil, 28 yıl ağır zindan koşullarına direnerek, taş kırıp görüşlerini savunarak Mandela oldu. Bunu da unutmamalı..
Öte yandan, PKK istese de, bütün bu olup bitenlerden, devleti güçlendirme çağrılarından, silahlı eylem döneminin artık sona erdiğine dair bunca söylemden, savaşçıların ve taraftar kitlenin yaşadığı düşkırıklığından sonra yeniden eskiye dönmesi ve silahlı eylemi sürdürmesi oldukça güç.
Roja Teze: İran, Irak, Hatta Rusya, Türkiye ile sorunları olan başkaları, bundan böyle de Kürt kozunu oynamak istemezler mi. PKK`nın dağılıp gitmesi onların işine gelmez. Bu yönde telkinler olduğu ve örneğin, Kafkasya ve Ortaasya`da ABD ve Türkiye ile çekişen Rusya`nın, PKK kozunu oynamak istediğinden söz ediliyor..
BURKAY: Bu elbet mümkün. Kürt kozunu oynamak İran, Rusya ve başkalarının işine gelir. Onlar, bundan sonra da ellerinin altında PKK veya benzeri bir örgüt olsun isteyeceklerdir. Ama değişen Ortadoğu dengelerinde bu da zorlaşmıştır. Herşeyden önce de Kürtler bu oyuna gelmemeli. Kürtler kendi güçlerine dayanarak mücadele etmeli ve kendilerini oyun masasında bir koz gibi kullanmak isteyenlere değil, gerçek dost güçlere dayanmalı. İran ve Irak`ın kendileri Kürtlerle savaşıyor. Rusya ise Kürtlere dostça bir destek verecek idiyse şimdiye kadar verebilirdi. Oysa Öcalan`a sığınma hakkı bile tanımadı. Kürdistan yıkılıp yerle bir olduktan, Öcalan ele geçip, PKK silahlara tövbe ettikten sonra mı yardım edecek?..
Roja Teze: PKK`nın geleceğini nasıl düşünüyorsunuz? Silahlı eyleme tümden son veren bir PKK`dan geriye ne kalır? Öcalan PKK`nın programının, hatta adının da değişebileceğini söyledi ve bu yolda hazırlıklar olduğundan söz ediliyor.
BURKAY: PKK`nın programı zaten çoktandır ki, öcalan`ın kişisel tercihlerine uygun olarak habire değişmekteydi. Hedef önce bağımsız bir devletti ve onun dışında herşey ihanet ve reformculuktu. Sonra siyasal hedef federasyon oldu, öcalan İtalya`ya ayak basınca da otonomi.. İmralı`da ise otonomi bile kalmadı.. Yöntemler değişti: temel alınan silahlı mücadele gitti, yerini barışçıl siyasal mücadele aldı. İdeoloji değişti: Kürt yurtseverliğinin, marksist söylemin yerini Kemalizm ve içi boş bir "demokratik cumhuriyet" söylemi aldı.. Şu anda PKK`dan geriye ne kaldı ki zaten?..
PKK açısından süreç işlemeye devam ediyor. önümüzdeki aylarda daha neler olur, adı kalır mı, nasıl bir biçim alır, göreceğiz. (*)
Roja Teze: PKK çevreleri, sık sık partinize suçlamalar yöneltiyorlar. PKK`nın mirasına göz koyduğunuzu söylüyorlar. Son olarak, yurt dışında çıkan Özgür Politika gazetesinin 7 Aralık 1999 tarihli başyazısında, KDP ve KYB ile birlikte PSK da suçlanıyor. KDP ve KYB`nin, maddi çıkarlar karşılığında PKK`yı güney Kürdistan`dan çıkarıp tasfiye etmek istedikleri, Avrupa`da ise aynı şeyi PSK`nın yaptığı ileri sürülüyor.
BURKAY: PKK çevreleri bu konuda ve başka konularda bize sık sık haksız, uluorta suçlamalar yöneltiyorlar. İlişkilerimizin iyi olduğu dönemlerde bile, yılda birkaç kez bize karşı kampanya açmasalar rahat edemiyorlar. PKK bizi, iş ve güçbirliği yapılabilecek bir yurtsever örgüt olarak değil, hep bir rakip gibi gördü. Bu PKK`nın bir huyudur ve aynı zamanda kendisine güvensizlikten kaynaklanıyor. Bu bir fobidir. PKK hiçbir zaman, en güçlü olduğu dönemlerde bile kendisine, savunduğu politikalara güvenmedi. Kendisini bekleyen "son"la ilgili olarak kaygı ve endişeden hiç kurtulamadı.
Hem PKK herşeydir diyorlar, bizi küçümsüyorlar, hem de PKK`nın mirasında gözümüz olduğunu söylüyorlar. PKK`nın yerine göz diktiğimizi ileri sürüyorlar.
Öncelikle, birisinin mirasını bölüşmek için ortada bir ölü, ya da ölüm döşeğinde bir hasta olmalı. PKK böyle mi?. Bu kişiler, bu tür sözlerle, farkında olmadan PKK`nın hazin durumunu sergiliyorlar.
PKK ortaya çıktığı günden beri kendisinin dışındaki Kürt örgütlerini düşman gibi gördü, ortadan kaldırmak için çalıştı. Doğal olarak başkalarını da kendisi gibi sanıyor. Sormak gerekir: PKK gibi kuzeyli bir örgütün Güney Kürdistan`da işi ne? Hele hele, Türkiye`ye karşı mücadeleye son verdikten, artık Türk devletini güçlendirmeyi kendisine görev edindikten sonra?.
Yine sormak gerekir: PKK`yı görülmemiş bir hızla tasfiye etmekte olan kimdir, bizzat Öcalan ve bugünkü PKK yönetimi değil mi? öyleyken, bu tasfiye sürecine kılıf biçmekten, alkış çalmaktan başka birşey yapmayan Özgür Politika`nın yazarı neden başka örgütleri suçluyor?
Öte yandan, biz PKK`nın mirasına talip miyiz bakalım?. Bu miras nasıl bir şeydir? Kardeş kavgası, komploculuk, yalan ve iftira, makyavelizm, baskı ve tehdit, acımasız eylemler, halka ve ülkeye yıkım getiren yanlış politikalar ve benzeri nice olumsuz unsurdan oluşan bu mirası biz ister miyiz?..
Hayır, PKK sözcüleri pek yanılıyorlar. Bizim bu mirasta hiç mi hiç gözümüz yok. Bizim kararlıca savunduğumuz kendi politikalarımız, kendi değerlerimiz, mücadele içinde doğan kendi geleneklerimiz var. Hiçbir zaman PKK`nın yerinde olmak, onun yaptıklarını yapmak istemedik. Ne şiddete tapındık, ne kardeş kavgasına karıştık, ne de birtakım ilişki, çıkar ve destekler karşılığında politikalarımızı başkalarına ipotek ettik. Yanlışlarla büyüyen, ama geleceği olmayan bu güce hiç özenmedik. Biz örgütsel bağımsızlığını titizlikle koruyan bir partiyiz.
Ama eğer söz konusu olan PKK`yı terk eden ve daha da terk edecek olan aydınların, kadroların veya ondan uzaklaşan kitlenin bize yöneleceği ise, bu farklı bir konu. Bunlar yurtsever, devrimci insanlar. Bunlar kimsenin mirası değil, mal değil. Bizim saflarımız politakalarımızı doğru bulan, programımızı onaylayan tüm yurtseverlere açık. Geçmişte bizden ayrılıp PKK çevresine gidenler de oldu; bu doğal birşey. Herkes dilediği yerde politika yapmalı. Şimdi sözde önlerine Türkiye`nin demokratikleşmesini koyduklarını söyleyenler, Kürt siyasal yaşamanın, örgütler arası ve örgüt içi ilişkilerin demokratikleşmesi için de çaba göstermeli, buna alışmalılar.
PKK çevreleri sık sık, bizi Avrupalıların adamı olmakla, onlardan para almakla suçluyorlar. Özgür Politika`nın 7 Aralık tarihli sayısının başyazısında da bu suçlama var. Hayır, bu tam bir yalandır. PSK bugüne kadar hiçbir Avrupa ülkesinden, bu ülkelerin kuruluşlarından, siyasi partilerinden tek kuruş almamıştır. Başka ülkeler veya kuruluşlar bize dostça yardım etseler almaz mıyız? Alırız elbet. Bu ayıp değil. Bizim halk ve örgüt olarak böylesi dostça yardımlara ihtiyacımız da var. Ama Avrupa ülkelerinin hükümetleri bizim değil, Türkiye`nin dostlarıdır. Onlar Türkiye`ye silah ve para verirler.
Bize bu suçlamayı yapan PKK çevreleri acaba dediklerine gerçekten inanıyorlar mı? Kimbilir, belki de kendi uydurdukları, yıllardır sakız gibi çiğnedikleri bu yalana kendileri de inanıyordur.. Belki bizi de kendileri gibi sanıyorlardır.
PSK başka ülkelerden yardım alabilse, Kürt halkını içerde ve dışarda haraca bağlasa, ya da bu bayların çok iyi bildiği türden başka güçlü gelir kaynakları olsa, onun da yurt içinde ve dışında günlük gazeteleri, televizyonu, Batı’nın başkentlerinde dayalı döşeli onlarca bürosu, yüzlerce profesyonel kadrosu olurdu. Oysa PSK mücadelesini tümüyle kendi üye ve sempatizan çevresinin özverisi, desteği, bağışları ile sürdürüyor. Biz kendi yağıyla kavrulan ve olanakları dar bir örgütüz. Aklı ve vicdanı olan herkes bunun böyle olduğunu bilir.
Roja Teze: Türkiye 10-11 Aralık`ta Helsinki`de yapılan doruk toplantısı ile Avrupa Birliği aday üyeliğine alındı. Bunun Kürt sorununa etkileri ne olur?
BURKAY: Bildiğiniz gibi Avrupa Birliği daha önce, kendisinden istenenleri yerine getirmediği için Türkiye`yi genişleme halkasının dışında tutmuştu. Ancak son doruk toplantısında tavrını değiştirdi ve Türkiye`yi aday ülke olarak kabul etti. Buna karşılık, Kopenhag Kriterlerini yerine getirme koşulunu sürece bıraktı. Türkiye`nin tam aday olması bu kriterlerde belirtileni yerine getirmeye bağlı.
Bu süreç belli ki uzun sürecek. Türkiye bilinen alışkanlığı ile, özellikle insan ve azınlık hakları ile ilgili konularda, Kıbrıs ve Yunanistan`la ilgili sorunlarda ayak sürüyecek. Bay Ecevit daha adaylık imzasını attığı gün, ayağının tozuyla bir Kürt sorunu olmadığını tekrarlamaktan geri kalmadı. Bay Demirel de kısa süre önce, Kürtlere televizyon verirsek bu bağımsız devlete kadar gider demişti. Görülüyor ki, Avrupa yolunda atılan önemli adıma karşılık, Türkiye`yi yönetenlerin kafa yapısında bir değişim yok.
Biz Parti olarak ötedenberi, Türkiye`nin aday üyeliğinin Koperhag Kriterlerine uyulması koşuluyla kabulünü savunduk. En azından bu doğrultuda güven verici adımlar atılmasını istedik. Ne var ki AB, Türkiye`yi itmemek, ona yolu açık tutup etkilemek ve böylece değişimi kolaylaştırmak için daha önce öne sürdüğü koşulları kaldırdı ve Türkiye`yi aday üye yaptı. En azından, bu kararın alınmasının temel nedenleri Avrupa`nın stratejik çıkarları olsa da, görünürdeki gerekçeler bu. Bundan dolayı üzgün değiliz. Kürdistan`ın bir parçası da böylece Avrupa Birliği`nin yolunu tutmuştur. Öte yandan, Türk yöneticiler ne denli ayak direseler de Türkiye, bu adımla birlikte dönüşü zor bir yola girmiştir ve ister istemez etkilenecektir. Türkiye tam üye olmak için AB`nin öngördüğü demokratik değerleri benimsemek, yasal sisteminde gerekli değişimleri yapmak ve bu arada Kopenhag Kriterlerini hayata geçirmek zorundadır. Bütün bunlar bizden yanadır ve mücadelemize kolaylıklar sağlayacaktır.
Türkiye, barış ve demokrasi güçlerinin gelişeceği bir döneme giriyor; bu olumludur. Böylece Kürt ulusal mücadelesi için, siyasal ve kültürel planda daha elverişli bir ortam oluşacaktır.
Roja Teze: AB Kürt sorununun çözümü için Türkiye`yi zorlayacak mı?
BURKAY: Doğal olarak etkileyecek. Çünkü Türkiye`nin istikrar kazanması ve çözülmemiş Kürt sorunu nedeniyle Avrupa`nın başının ağrımaması buna bağlı. Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilmesi bile Kürtlerin kültürel, yönetsel ve siyasal planda önemli haklar elde etmelerini sağlayacak. Ama elbet, bu iş kolayca ve kendiliğinden olmayacak. Türkiye`nin Kürt inkarına koşullanmış yönetimi, şoven kafaları buna karşı direnecek, bu kriterleri de dejenere etmek, sulandırmak için çalışacak. Çözüm bundan sonra da asıl olarak Kürt halkının mücadelesine bağlı. Yeni dönemin koşullarına uygun olarak mücadeleyi örgütlemeli ve karalıca sürdürmliyiz.
Roja Teze gazetesi, sayı 24, İstanbul