PSK 7. KONGRESİ

(*) Şimdi bu yol 50 yılı aşmış buluunuyor…

Not:

Değerli okurlar, bildiğiniz gibi bir süredir Avrupa’dayım. Berlin Newrozu için davet edilmiştim. Bu nedenle 13 Mart’ta yurt dışına çıktım. Önce Berlin, sonra bazı toplantılar nedeniyle Londra, Nürnberg ve Hamburg... Şimdi Stokholm’dayım. Birkaç güne kadar da ülkeye döneceğim.

 

Stokholm günlerimi de Anılarımın 3. ve 4. Ciltleri üzerinde çalışmakla geçirdim. Bunlar aslında çoktan baskıya hazırdılar; ama bir kez daha gözden geçireyim istedim.

 

Bu yoğun uğraş nedeniyle site için yeni yazı yazamadım ve face sayfamla da ilgilenemedim. Ama anılarımın 4 cildinden bir bölümü, PSK 7. Kongerisine dair olanı, daha şimdiden sizlerle paylaşmak istedim. O gün konuştuklarımızın bir bölümü bugün de hâlâ konuştuklarımızdır…

 

Anıların bu iki cildinin ne zaman basılacağına gelince… Bakalım, belki bu yaz, belki de gelecek yıl…

 

Kemal Burkay

8 Nisan 2015


 


11 Ocak 2003’te Merkez Komitemiz Almanya’da toplandı. Toplantıya, son altı aylık iç ve dış gelişmeleri değerlendiren bir rapor sundum ve Kongre hazırlık çalışmalarını görüştük.

 

Kongreyi Mayıs ayı sonunda yapmayı planlamıştık. Ancak yurt içinden katılacak delegelerin vize işlemleri gecikmişti. Ayrıca MK, kongreye fikri hazırlık planında da bir şey yapmamıştı. Bu nedenle kongrenin sonbahara ertelenmesini ve onun yerine MK’nın toplanmasını önerdim; arkadaşlar benimsediler. Bu arada ben de Stokholm’a döndüm.

 

Arkadaşlarımı benim yokluğuma alıştırmak için Haziran ortasında yapılan MK toplantısına katılmadım; ama bir rapor gönderdim. Raporda uluslararası durumu değerlendirdim, Kürdistan ve çevre ülkelerde muhtemel gelişmelere ilişkin tahminlerimi yazdım. Ayrıca Önümüzdeki kongreye de katılmamayı düşündüğümü, artık ne genel sekreter, ne de MK üyesi olarak görev almayacağımı, buna göre hazırlık yapmalarını önerdim.

 

2003 yazında Eşim Suzan ve kızım Dilan yine ülkede tatilde idiler. Stokholm’da ise az rastlanır güneşli güzel bir yaz yaşanıyordu. Temmuz’da kızım Evin’le eşi Haydar ve torunum Umut Can İstanbul’dan geldiler ve Hêlin’e konuk oldular; onlarla ilgilendim.

 

Eylül başında, Lübek-Hamburg üzeri bir uçakla on günlüğüne Almanya’ya gidip döndüm. Parti evindeki özel eşyalarımı bir bavula doldurup getirdim. Zaten Newroz bu arada yeniden evlenmiş ve eve de elkoymuştu! Ben de on gün boyunca Wuppertal’de Mesut’ta kaldım. Onun da eşi ve çocukları Türkiye’de tatildeydiler.

 

Wuppertal bir dizi tepeye ve vadiye yayılmış engebeli, ormanlık ve hoş bir kent. Burası aynı zamanda Friedrich Engels’in kenti. Havadan geçen askılı tramvay bu kentin sembolü ve oldukça eskiden kalma. Şimdiye kadar yalnızca bir kez kaza yaptığını söylediler. Orada Mesut’un yanı sıra, aralarında Ramazan, Derviş, Rıza ile eşleri ve çocuklarının da olduğu genişçe bir arkadaş grubumuz var. Sonradan buna Yilmaz Çamlıbel ve Necla da eklendiler.

 

Mesut’un evi yamaçta, orman kıyısında. Her gün evden tepeye doğru, orman içinde geziye çıktım. Bir kez de Mesut’la birlikte Engels’in müze haline getirilmiş evini gezdik. Onun ve yakınlarının resimlerini, kişisel eşyalarını, el yazması ya da gazetede çıkmış, kitap olarak yayınlanmış ürünlerini izlerken içimde garip duygular oluştu. Sevgi, hayranlık ve hüzün karışımı... Yaşadığımız yüzyılda sosyalizmin yaşadığı zaferi onlar göremediler; yüzyılın sonuna doğru yaşanan çöküntüyü de...

 

Almanya’ya gidip gelirken yolumun üzerindeki Hamburg’da emekçilikten işverenliğe geçen arkadaşım ve dostum Kirve’ye de konuk oldum.

 

O günlerde defterime şöyle not düşmüşüm:

 

“Bu ayın sonunda ve Kasım başında 7. Kongremiz toplanıyor. Politik durumu tahlil eden, aynı zamanda veda niteliğindeki Kongre açılış konuşmamı hazırladım. Rahatım, iyi çalışıyorum, internet sitemizde yazılarım birbirini izliyor. Marttan bu yana yedi kitabım yayınlandı. Anılarımın 2. cildini yeniden gözden geçirdim. Ayrıca gazetedeki yazılarımdan geriye kalanlar da baskıya hazır.

 

“Bu yıl sonbahar da güzel geçti. Stokholm’da yol boyları, orman rengarenkti. Çayırlar bir kez daha sarı bir halıya dönüştü yapraklardan...”

 

* * *

 

29 Ekim günü İsveç Kongre delegeleri Haluk ve Kovan’la birlikte ucuz tarifeli bir uçakla Stokholm’dan Frankfurt’a geçtik. Gece yolculuğu yaptık ve hiç uyumadık. Boşuna erken gitmiştik. Kongre 31 Ekim akşamı başladı. Biz de o zamana kadar iki gün süreyle Ludvigshaven’deki Seyithan arkadaşımızda konuk kaldık.

 

Kongre yeri Frankfurt’un batısına düşen Meningen yöresinde idi. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in şiirlerindeki havaya uygun bir hazan mevsimi; ağaçlar rengarenk, çayırlar yeşil... Çevredeki vadi ve tepelerde doyum olmaz bir manzara...

 

7. Kongre yurtiçi ve dışından 52 kişilik bir katılımla yapıldı. Kongreyi en yaşlı üye sıfatıyla Ziya Acar arkadaşımız açtı. Yılmaz Çamlıbel ve Ünal ise divan başkanlığına seçildiler ve yorucu olmasın diye bu işi sırayla yaptılar.

 

Yazılı olarak hazırladığım, politik durumu değerlendiren ve aynı zamanda veda niteliğinde olan konuşmamı yaptım. Geçen toplantıdan bu yana alışmış olmaları gerekirken, yine de çoğu kişi için, benim yönetici görevlerden ayrılışımı benimsemek zor oldu. Duygulu anlar yaşandı, kaygı ve endişeler dile getirildi. Bu konuda kongredeki en rahat kişi ise belki bendim. Gönüllü bir görev devriydi bu benim açımdan. Çalışma şevkim ise her zamanki gibiydi. Bu nedenle Kongreyi sonuna kadar dikkatle izledim, not tuttum, öneriler yaptım, zaman zaman tartışmalara ve akşamları yer alan canlı sohbetlere katıldım.

 

Kongre 4 Kasım öğle vaktine kadar devam etti. En çok tartışılan konu partinin legale çıkıp çıkmaması idi. MK bu konuda daha önce tartışma açmamış olsa da konu gündeme geldi. Ne var ki bu kez de delegelerin çoğunluğu yine illegal yapının srdürülmesinden yanaydı. Elbet PSK olarak bu isim ve programla legale geçemezdik. Yeni bir isim, ılımlı bir program gerekirdi. Ama çoğu kişi bunu örgütsel çalışmanın tasfiyesi gibi görüyordu. Alışılan düşünceler gibi, alışılan biçimleri de terk etmek zordur...

 

Böylece çalışma tarzımızı yenileyemeden eskisi gibi devam etmek kararlaştırıldı. Kanımca yazık oldu. Değişim gereği kapıya dayanıp da bunu zamanında yapamıyanlar, geç kalanlar, aynı zamanda geride kalırlar.

 

Yaptığımız her iş açıkken, örgütlenme tarzında gizliliği seçmek anlaşılır gibi değil!

 

Kongrenin son günü bana “onursal başkanlık” teklif edildi, kabul etmedim. Yoldaşlarım bana teşekkür ettiler ve bir buket çiçek sundular.

 

3 Kasım günü karar tasarıları görüşüldü ve genel sekreterliğin seçim yöntemi olarak tüzükte eski biçime dönüldü, yani GS’in seçimi MK’ya bırakıldı. MK oranı ise 7-4 olarak yurt içi lehine değiştirildi.

 

3 Kasım akşamı MK seçimi yapıldı. Yapılan görevlendirmede yurt içindekiler, Genel Sekreterliği yurt dışından bir arkadaşın almasında ısrarcı olmuşlar ve bu görev Mesut’a verilmiş.

 

4 Kasım sabahı kapanış konuşması yapıldı. Resim çektirdik. Birkaç gündür süren yağmur dinmişti, güzel, iç açıcı bir hava vardı. Kongre’nin havası da öyleydi. Gergin başladı, buruk bir havada sürdü, belli bir rahatlık ve güvenle sona erdi.

 

5 Kasım akşamı Stokholm’a döndük. Dönüşün ardından, 6 Kasım günü not defterime şöyle not düşmüşüm:

 

“29 yıl süren genel sekreterlik sorumluluğu artık omuzumda yok. Kendimi oldukça hafiflemiş hissediyorum. Otobüsten inip eve yöneldiğimde ıslık çalmak geldi içimden. Yine de pek bir şey değişmemiş gibi geliyor bana. Bu gün erkenden derneğe gittim ve orada akşama kadar çalıştım. Benden başka kimse yoktu. İki konuk geldi; onlara çay ikram ettim, kitap imzaladım, sohbet ettik.

 

“Kongre henüz kamuoyuna açıklanmadı. Belki bir ay sonra açıklanır. Karım ve çocuklarım da bilmiyorlar henüz...”

 

7. Kongremizin yapıldığı 8 Aralık’ta duyuruldu ve aralık ayı başında yapılmış gibi gösterildi. Ama daha günler öncesinden kongrenin yapıldığı ve benim görev almadığım, veya “istifa ettiğim” bazı internet sayfalarına yansımıştı. Bu da doğaldı; partinin saflarından dışarı bilgi sızması beklenmeyen bir şey değildi ve ilk kez olmuyordu. İllegaliteye hâlâ sımsıkı yapışan bu örgütte, gizlenmesi gerekeni rahatlıkla dışa yansıtanlar az değildi. Gizledikleri şeyler ise çoğu kez parti üst organlarına iletilmesi gerekenlerdi...

 

Stokholm’daki derneğimize geçmişte olduğu gibi, Cumartesi-pazarlar da dahil, her gün gidip geliyorum. Yine çok yazıyorum. Kendi adımla ve başka adlarla. Yorum, haber, mizah, okur mektuplarına cevaplar... Bu benim yaşam tarzım, istesem bile değiştirmek kolay değil. Ama bildiriler, genelgeler son buldu. Yalnızca Kongre Sonuç Bildirisi’ni, Mesut’un isteği üzerine gözden geçirdim, redakte ettim.

 

Mesut hem sonuç bildirisini kaleme aldı, hem genelgeyi yazıp gönderdi. İş başa düşünce başka ne yapılır?!

 

25 Aralıkta defterime şöyle not düşmüşüm:

 

“Kongre konuşmamın ve kararların açıklanması, yazılarımın örgüt basınında eskisi gibi sürmesi, genel sekreterlikten ayrılmamla PSK bakımından trajik, kendileri içinse eğlenceli gelişmeler bekleyenlerin (ki böyleleri Kürt politika piyasasında yığınladır) heveslerini kursaklarında bıraktı. Uygarca bir görev devri oldu bu. Partimizin çalışmalarında bir aksama yok.

 

“İçimde bir burukluk yok diyemem. Ama bu, genel sekreterlik görevini bırakmaktan değil. Aksine bu bana ferahlık verdi. Bu burukluk geçmişten, yılların birikiminden... Örgüt içinde yaşadıklarımız, diğer Kürt örgütlerindeki bize karşı önyargılar... Politika besbelli, dürüst insanlara göre değil. Bu meydanda dürüstlük, fedakârlık, yaratıcılık geçer akçe değil. Doyumsuz hırsların, tuzakların, dönekliğin, ihanetin kol gezdiği politika dünyasında güzel düşüncelerin, ilkeli ve tutarlı bir mücadelenin çoğu zaman yalnız ve öksüz kalmasına şaşmamalı. İleri görüşlülük kimseye bir şey anlatmıyor. Dürüstlüğün, yeteneğin, iş ve ürünün dosttan çok düşmanı oluyor.

 

“Bunu ilk kez fark ediyor değilim. Yıllardır bunun farkındayım, başından beri... Ama bu manzara ya da acı gerçek karşısında duyduğum iç burukluğuna rağmen bu yolu, kırk yılı aşkın süredir (*) bilerek yürüdüm. Belki biraz kırgınım, ama asla pişman değilim.”

 

----------------------------------------------

 

(*) Şimdi bu yol 50 yılı aşmış buluunuyor…

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 1310

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.