Fidel Castro’nun ölümü Kürt
canibinde bir tartışma başlattı. Bazıları geçmişte Küba’nın Irak’la ilişkileri
ve Saddam’la çektirdiği resim nedeniyle Castro’ya öfkeliler ve onu Kürt düşmanı
ilan ettiler.
Bunun haklı, mantıklı yanı yok.
Saddam Irak’ı ile ilişki kuran
veya Saddam’la resim çektiren herkesi Kürt düşmanı sayarsak Saddam döneminin
siyaset ve devlet adamlarının büyükçe bir bölümünü, yine Kürt dostu olan birçok
lideri Kürt düşmanı saymamız gerekir.
İşin garibi, bizzat Mele Mustafa
Barzani ile, Mesud Barzani ve Celal Talabani de uzun mücadele yıllarında hem
Saddam’la savaştılar hem de zaman zaman onunla yüz yüze gelip el sıkıştılar,
ortak resim verdiler.
Sosyal medyada yayınlandı:
Mustafa Barzani, Saddam rejimine karşı yürüttüğü zorlu bir gerilla mücadelesinin
ardından 1970 yılında, Güney Kürdistan’a otonomi tanıyan anlaşma nedeniyle
Bağdat’a gitti ve Saddam’la el sıkışarak barış anlaşması imzaladı. (Ne yazık ki
bu anlaşma hayata geçmedi.) Bunun için onu suçlamak saçmalık olmaz mı?
Yine, 1. Körfez savaşının
ardından, Tam da Saddam rejimine karşı dünya ayağa kalkmış ve Kürtler ciddi bir
uluslar arası desteğe kavuşmuş, BM’nin 688 sayılı kararı ile Kürtler için bir
güvenlik bölgesi oluşmuşken, Saddam’ın çağrısı üzerine Kürt liderler Mesud
Barzani ve Celal Talabani Bağdat’ı ziyaret ettiler ve Saddam’la anlaştıklarını
söylediler. Üstelik Celal Talabani Saddam’ı kucaklayıp öptü ve onu “Büyük
Kardeş” ilan etti!
Bu ziyaret uluslararası kamuoyu
üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Çoğu kişi bu işe şaştı. Bunlardan biri de
bendim. Bu ziyaret nedeniyle kendilerini eleştirdim. (Bakınız: Deng Dergisi
Sayı 13, sayfa 45—47, Temmuz 1991).
Evet, insan yeri geldiğinde
düşmanı ile de görüşür ve bir uzlaşmaya varır. Bunun çok örneği var. Ama
Saddam’ın madara olduğu ve tüm dünyanın nefretini kazandığı bir aşamada
Bağdat’a bu ziyaret ve bu dostluk ilanı yanlıştı. Nitekim daha sonraki günlerde
ve yıllarda herhangi bir anlaşma da olmadı.
Evet, söz konusu Bağdat ziyareti
bize göre yanlıştı; ama başkaları bunu bir çözüm ve barış arayışı olarak
görebilir.
Yine bu yanlışa bakıp hayatlarını
Kürt halkının özgürlük mücadelesine adamış bu saygın kişileri, Mesud Barzani ve
Celal Talabani’yi herhalde hiç kimse “Kürt düşmanı” ilan edecek değil.
Başka ülkelerin liderleri de şu
veya bu nedenle Saddam’la yan yana gelmiş, el sıkışmış, resim çektirmiş
olabilirler; bunda anlamayacak ne var?
Castro’yu bu nedenle suçlayanlar,
belli ki siyasette deneyimsiz, devletlerin ilişkilerinin karmaşık yapısını, tarihsel
olayların girdisini çıktısını bilmeyen insanlar. Ne yazık ki sözde “Kürtlük
aşkına” bunu yapanların ve böylece anti sosyalizm kervanına katılanların sayısı
az değil. Ve bu kısır, yanlış anlayış zaman zaman, şu veya bu olayla ilgili
olarak salgın bir hastalık gibi kendini gösteriyor, bizim de zamanımızı alıyor.
Devletleri ve devlet adamlarını
bir tek eylem ve kararlarıyla değil, söyleyip yaptıklarının bütünüyle
yargılamak gerekir. Sosyalist ülkeler ve liderler için de böyledir.
Ama Castro’nun Saddam’la resim
çektirmesinin ötesinde, Küba’nın 1991 yılında Güvenlik Konseyi’ndeki olumsuz
tavrı var ki, Kürtler bakımından asıl eleştirilecek olan budur. Castro’nun
ölümünün ardından ona -ve saygıyla andık diye bize- öfkelenenler, bu vesileyle
bir kez daha sosyalizme atıp tutanlar, belli ki bunu bilmiyorlar. Bilseler
kullanırlardı. O bilgiyi de -bir iyilik yapıp- ben kendilerine vereyim!
Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’ın
ezici bir yenilgiye uğramasının ardından, 1991 yılı mart ayında güneyde Şiiler,
kuzeyde Kürtler ayaklanınca Saddam savaşta koruyabildiği özel muhafız
birliklerini Kürtlerin üzerine sürdü. Güneyli Kürtler panik halinde Türkiye ve
İran sınırlarına yığıldılar. Bu göç, açlık ve soğukla birleşince tam bir kıyıma
dönüştü. Söz konusu Kürt trajedisi dünyada büyük yankı uyandırdı ve BM Güvenlik
Konseyi’nin gündemine geldi. Konseyin daimi üyeleri SSCB ve Çin ile birlikte
geçici üye Küba’da bunu Irak’ın iç işi olarak nitelediler. Bu bizce çok yanlış
bir tutumdu.
SSCB, ÇİN VE KÜBA LİDERLERİNE
YAZDIĞIM MEKTUP
Bu nedenle her üç ülkenin
liderine yönelik bir mektup kaleme alarak Stokholm’deki elçilikleri kanalıyla
ilettim. Bu mektupla tutumlarını eleştirdim. (Bak: Kemal Burkay, Seçme Eserler
Cilt 2, sayfa 103-104 ; Deng yayınları, Şubat 1996 –İstanbul).
Şu anda elimde SSCB Devlet
Başkanı Gorbaçov’a yazılmış olan mektup var. Ötekiler de benzer bir içeriğe
sahipti. (Castro’ya yazdığım mektupta ayrıca, Kürt devrimcilerinin sevdiği,
değer verdiği bir insan olarak bu tutumunun bizi düş kırıklığına uğrattığını
söylüyordum.)
Kürdistan Sosyalist Partisi’nin
yayın organı Riya Azadi’nin Haziran 1991 tarihli 139. Sayısında bir ön notla
birlikte yayınlanan mektup şöyledir:
GORBAÇOV’A MEKTUP
1991 İlkbaharında Saddam
zorbasının Kürt halkına karşı giriştiği saldırı nedeniyle Irak Kürdistanı
halkımızın başlattığı kitlesel göç, Türkiye ve İran sınırında, yüksek ve karlı
dağlarda tam bir soykırıma dönüştü. Sorun Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nde ele alındığında Konseyin daimi üyeleri SSCB ve Çin ile geçici üye
Küba, olayın Irak’ın içişleri olduğunu ileri sürdüler ve Saddam yanlısı bir
tutum takındılar. Bunun üzerine PSKT adına her üç ülkenin devlet başkanlarına
birer mektup yazıldı ve tutumları eleştirildi.
Aşağıdaki mektup SSCB Devlet
Başkanı Gorbaçov’a yazılmış olandır. (Riya Azadi, Haziran 1991, sayı 139)
Mikhail Gorbaçov
SSCB Devlet Başkanı
11 Nisan 1991
Sayın Başkan,
Irak Kürdistanı’nda acımasız Irak
diktatörlüğünün katliamından kaçan milyonlarca Kürt şu anda Türkiye ve İran’ın
dağlık sınır bölgelerinde, son derece güç koşullarda yaşam kavgası
vermektedirler. Hem Irak ordusunun süregelen bombardımanı, hem de açlık ve
soğuk yüzünden bu insanların yaşamı tehlikededir. Son birkaç gün içinde
onlardan binlercesi öldü. Ve durum gitgide kötüleşiyor.
Açıktır ki bu Irak’ın iç işi
değil, jenosid eylemidir. İnsanlığa karşı bir suç işlenmektedir. Birleşmiş
Milletlerce 1948 yılında benimsenen Jenosid sözleşmesine göre, BM’nin bu suçu
gerekli her araca başvurarak önlemesi, aynı zamanda Irak devletini
cezalandırması en doğal hakkı ve görevidir.
Sayın Başkan.
Halkımızın özgürlük mücadelesi
uzun bir geçmişe sahiptir ve bu bize karşı işlenen ilk soykırım suçu değil.
Kürt halkı da dünyadaki tüm halklar gibi, kendi ülkesinde özgürce ve barış
içinde yaşamak istiyor. Bize yönelik saldırının nedeni de işte budur.
Sovyetler Birliği geçmişte Kürt
halkının trajedisi karşısında susmayı tercih etti. O, Kürt sorunuyla ilgili
olarak ne ulusların kendi kaderini tayin hakkını hatırladı, ne de Birleşmiş
Milletler İnsan hakları Evrensel Bildirisi’nden, Helsinki Sözleşmesi’nden ve
diğer uluslararası hukuktan doğan görev ve sorumluluklarının gereğini yaptı.
Sayın Başkan,
Ümit ederiz ki, hiç değilse bu
kez, Kürt halkı yine bir soykırımla karşı karşıya iken, tutumunuz olumsuz
olmayacak. Ümit ederiz ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi
olan SSCB, Kürt halkına yönelik saldırıyı önlemek için her türlü çabayı
gösterecek. Dayanışmaya ve sizin yardımınıza ihtiyacı olan Kürt halkıdır,
Saddam’ın saldırgan ve zalim rejimi değil. Kürt sorununda ancak böylesi bir
politika size ve Sovyetler Birliği’ne onur ve prestij kazandırabilir.
Bildiğiniz gibi Kürdistan Birinci
Dünya Savaşı’nın ertesinde bölgedeki dört devlet arasında bölündü. Şu aşamada
Kürt halkının mücadelesi ya söz konusu devletlerin çerçevesi içinde bölgesel
özerk bir yönetim, ya da eşitlik ilkelerine dayalı federatif bir cumhuriyet
içindir.
Ümit ederiz ki Sovyet Hükümeti,
Kürt sorununun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun gündemine getirilmesi ve bu
soruna adil bir çözüm bulunması için çaba gösterecektir.
En iyi dileklerim ve
saygılarımla.
Kemal Burkay
Türkiye Kürdistanı Sosyalist
Partisi (PSKT)
Genel Sekreteri
* * *
Görüldüğü üzere, SSCB’yi ve diğer
sosyalist ülkeleri ne denli dost görsek de, yeri geldiğinde onların
yanlışlarını eleştirmekten de geri kalmadık. Besbelli onlar da yanlış
yapabilirler. Ama bu, onları ve liderlerini tümden karalayıp Kürt düşmanı gibi
göstermek gibi uç bir tepkiye, bir başka ciddi yanlışa götürmemeli.
İnsanlık için iyi işler yapmış
insanlar, aynı soydan gelmemiş, aynı ulusa mensup olmasak bile, bizim de
değerimizdir. Buna karşılık, aynı soydan gelmiş olduğumuz insanların da hepsi
aziz değildir, iyisi kötüsü vardır.
Biz iyilere sahip çıkarız,
kötülerle ise işimiz olmaz.
Castro iyi bir insandı; çünkü
Küba’da devrime ve sosyalizmin kuruluşuna öncülük etti.
Sosyalizm ise bizim değerimizdir,
onu insanlığın ortak geleceği olarak görüyoruz.
29 Kasım 2016