Hükümetin iki yıl kadar önce “Çözüm ve barış
Süreci” adıyla başlattığı, daha sonra bazı muhalif ve şoven çevrelerden gelen
tepkiler üzerine, adını “Milli Birlik Süreci” diye değiştirdiği, ama kamuoyunda
yine de ilk adıyla kullanılır olan “süreç”te şimdi neredeyiz? Başka bir deyişle
çözüm ve barış yönünde ne gibi adımlar atıldı?
Çözüm eğer
Kürt halkının taleplerini karşılamak, temel haklarını tanımaksa, ki budur, bu
alanda herhangi bir adım atılmış değil. Buna ilişkin ortada somut, gözle
görülür bir proje sürecin daha başında yoktu, şimdi de yok.
İki yıldır hükümet MİT vasıtasıyla İmralı’daki
Öcalan’la görüşüyor, HDP’den heyetler İmralı ile Kandil arasında gidip geliyor,
ama ortada somut bir adım ve somut bir proje yok.
Kişi olarak
daha bu sürecin başında bu konuda iyimser olmadığımı, hükümetin sadece PKK’ye
silah bıraktırmak istediğini ve çözümden bunu anladığını dile getirmiştim.
Elbet PKK’nin silah bırakması da önemlidir ve
olumlu bir adım olur. Çünkü PKK’nin silahlı eylemleri, en başta Kürt toplumuna
ödettiği ağır bedele karşılık herhangi bir şeyi çözmemiş, durumu daha da
karmaşık hale getirmiş, hatta sorunun çözümü önünde bir ayak bağına
dönüşmüştür.
Ne var ki bu alanda da beklenen olmadı. İlk
aşamada PKK’nin silahlı güçlerini sınır ötesine taşıması hedeflenmiş, sözde bu
konuda iki taraf uzlaşmıştı; ama bu da gerçekleşmedi.
Bu dönemde
olumlu sayılabilecek tek husus çatışmasızlık durumudur. Öte yandan bu alanda bile
sürtüşmeler, gerginlikler, karşılıklı meydan okumalar son bulmadı. Hatta zaman
zaman, sınırlı ve lokal biçimde olsa da şiddet olayları yaşandı, kan döküldü.
Kaldı ki gerekli yasal zemin oluşturulup, güven verilip PKK silahları tümden
bırakmadıkça, bu çatışmasızlık durumunun bile her an son bulması ve yeniden
başa dönme riski büyüktür.
Son günlerde yine hem hükümet hem HDP sözcüleri
görüşmelerin olumlu bir raya girdiğini ileri sürüyorlar.
Öcalan
yalnız Kürt sorununu değil, Ortadoğu’nun bütün sorunlarını çözecek, Ortadoğu’ya
barış getirecek projesini hükümete sunmuş ve HDP çevrelerine göre sanki bu proje
onaylanmış! Böylece “Kürt Halk Önderi”miz aynı zamanda tüm Ortadoğu’nun, bu
gidişle belki de tüm dünyanın önderine dönüşecektir! (Biz Kürtler bu nedenle ne
kadar çalıp oynasak yeridir.)
Zatı alileri önümüzdeki Newroz’da yine müthiş bir
açıklama yapacak, Kürt halkının yüreğine sular serpecektir… Hatta HDP tarafı,
eğer “müzakere süreci” ile ilgili olarak işler varılan uzlaşmaya göre yürürse
Öcalan’ın birkaç ay sonra hapisten çıkacağını, PKK’nin Nisan ayında yapılacak
kongresine katılacağını bile ileri sürmekte!
Peki bu “müzakere süreci” nasıl bir şey ve
tarafların hedefleri ne, talepleri ne; neler üzerinde uzlaşmışlar veya
uzlaşmamışlar?
Göründüğü kadarıyla görüşmeler, daha önce olduğu
gibi MİT vasıtasıyla ve hizmetteki Öcalan’la yürütülüyor. PKK, KCK, DTK vs.
iradelerini başından beri Öcalan’a teslim etmiş durumdalar ve bu durum
güçlenerek devam ediyor. HDP İmralı ile Kandil arasında posta işini üstlenmiş
durumda ve bu ekibin sözcülüğünü de Adıyamanlı Türkmen kardeşimiz S.S. Önder
yapıyor…
Dışarıdaki bu Önder’in yaptığı açıklamaya göre
işler iyi gidiyor, ama bu görüşmeler, konunun ve hükümetin hassasiyeti
nedeniyle şimdilik kamuoyuna açıklanmamalıdır… Yine bu Önder’in açıklamasına
göre şu meşhur “demokratik özerklik”, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
demekmiş…
Tüm bu itinaya rağmen kamuoyuna bazı bilgiler
sızdığı ve medyada ve muhalif çevrelerde görüşmelerle ilgili bazı
spekülasyonlar yapıldığı için, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan açıklama yapma gereğini duydu ve şunları söyledi: “Görüşmelerde
özerklik ya da genel af konuları konuşulmuş değildir. Üniter yapı da tartışma
konusu değildir; ne olacaksa bu üniter yapı içinde olacak…”
Kandil de zaman zaman açıklamalar yapıyor. Bu
açıklamalarda hem Başkan Öcalan’ın müzakere konusunda tam yetkili olduğunu
vurguluyor, hem de onun ortaya koyduğu taleplerin ve takvimin bir an önce
gerçekleşmemesi durumunda olacaklara dair tehditler savuruyor. Son olarak KCK
Başkanı Cemil Bayık bu önerilerin “dört maddelik bir taslak” olduğunu dile
getirdi, ama bu taslağın ne olduğunu açıklamadı. HDP’den, ve PKK’ye yakın diğer
çevrelerden zaman zaman ifade edilenlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu
taleplerden biri “Hakikatleri araştırma komisyonunun” kurulmasıdır. Yine
talepler arasında müzakerelerle ilgili bir “üçüncü göz” veya “izleme heyeti”
var. (Hükümet böyle bir rolü “akil adamlar” için düşünüyor.) Yine talepler
arasında Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi ve ona bir “sekreterya”
oluşturulması var.
Kandil Hükümetin oyalama politikasına
başvurduğunu, işi seçimlerden sonraya bırakmak istediğini söylüyor ve bu
taleplerin önümüzdeki genel seçimlerden önce karşılanmasını istiyor. Bu olmazsa
yeniden savaş konumuna geçmekten söz ediyor.
Peki, yerel
yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi dahil (ki bu zaten AB’ye tam üyeliğin
bir gereğidir), söz konusu talepler tümüyle karşılansa bile, bununla Kürt
sorunu çözülmüş olur mu? Bunu ileri sürmek, aklımızla alay etmektir.
Hükümet ve PKK açısından durum özetle böyledir.
Ama bu şekilde Kürt sorununun çözümü şurda kalsın, PKK’nin silah bırakmasının
bile kolay olmayacağı açık. Çünkü bunun için en azından bir siyasi af gerekir;
öyle ki dağdakiler eğer gerçekten silah bırakmak istiyorlarsa bırakabilsinler,
içerdekiler çıksınlar ve dışarıdakiler dönebilsinler.
Kaldı ki bu devasa sorun salt PKK’nin silah
bırakmasından ibaret değil. PKK ya da şiddet sorunun esası değil, bir yan
ürünüdür ve sorun çözülünce o da zaten gündemden çıkacaktır. Sorunun çözümünde
esas olan Kürt halkının temel haklarının tanınmasıdır. Bu ise salt Öcalan ya da
PKK ile yapılacak pazarlıklarla sağlanamaz. Bunu pek çok kez dile getirdik.
Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç birkaç
günce HAK-PAR’ı ziyaret etti ve bu konuları kısaca da olsa kendisiyle konuşma
olanağı bulduk. Sayın Arınç daha sonra HUDA-PAR’ı da ziyaret etti. Bu elbet
olumlu bir gelişme. Ama asıl önemli ve gerekli olan, hükümetin sorunun çözümü
yönünde gerekli adımları atmaya istekli ve kararlı olmasıdır.
Bunun için yapılması gereken nedir? Bizim buna
ilişkin görüşlerimiz nettir, hükümet ve kamuoyu tarafından da biliniyor.
Dünyanın başka yerlerinde benzer sorunlar nasıl çözülmüşse bu ülkede de öyle
çözülebilir. Kürt halkı kendi kaderini
özgürce tayin etmelidir. Bu kader tayininin ille de ayrılma biçiminde olması
gerekmiyor. Dünyamızda farklı ulusların bir arada barış içinde ve özgürce
yaşamasının pek çok örneği var. Bu genellikle federal bir biçimdir. Biz
sorunun böylesine eşitlikçi bir temelde çözümünden ve barış içinde bir arada
yaşamaktan yanayız.
Kürt sorununun çözümü için öncelikle hükümetin bu
konuda net ve cesur olması, kamuoyunu da ikna etmesi gerekir.
Ne var ki böylesine köklü bir dönüşüme hazır
olmamak bir yana, daha anadilde eğitim için bile gerekli adımlar atılmadı. Oysa
anadilde eğitim hakkı, BM İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT) dahil, Türkiye’nin altına imza koyduğu birçok uluslararası
anlaşmada da vardır ve bunun için anayasa değişikliği bile gerekmez.
Hükümet ne yazık ki Kürt sorununun gerçek bir
çözümüne hazır görünmüyor. Üniter yapıya yönelik vurgular bunun bir göstergesi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son olarak Suriye’deki Kürt bölgelerine ilişkin
açıklaması da bu konuda umut kırıcı. Sayın Erdoğan, Söz konusu Kürt
bölgelerinin herhangi bir özerk ya da federal statü kazanması ihtimalinden
kaygı ve endişeyle söz etti. Bunu Türkiye için bir tehdit olarak niteledi.
Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç da daha iki gün
önce, 23 Aralık’ta, El Cezire muhabiri Didem
Özel Tümer’e verdiği mülakatta, “Çözüm süreci sonunda Kürtlere özerklik
verilecek mi?” sorusuna cevap verirken şöyle dedi: “Böyle bir şey söz konusu
değil. Onlar da özerklik istemiyorlar zaten, istemezler. Çünkü başta yola
çıkarken bazı konuların kesinlikle kabul edilemeyeceği, bunların dile
getirilmemesi de söylendi.”
Hükümetin durumu böyle, ya muhalefet, özellikle de
CHP’nin durumu? Buna da yazımın ikinci bölümünde değineceğim.
Kemal Burkay
25 Aralık 2014