• Ana Sayfa
  • »
  • KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE DURUM NE?

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE DURUM NE?

1. Bölüm: Hükümet çözüme hazır mı?


 

Hükümetin iki yıl kadar önce “Çözüm ve barış Süreci” adıyla başlattığı, daha sonra bazı muhalif ve şoven çevrelerden gelen tepkiler üzerine, adını “Milli Birlik Süreci” diye değiştirdiği, ama kamuoyunda yine de ilk adıyla kullanılır olan “süreç”te şimdi neredeyiz? Başka bir deyişle çözüm ve barış yönünde ne gibi adımlar atıldı?

 

Çözüm eğer Kürt halkının taleplerini karşılamak, temel haklarını tanımaksa, ki budur, bu alanda herhangi bir adım atılmış değil. Buna ilişkin ortada somut, gözle görülür bir proje sürecin daha başında yoktu, şimdi de yok.

 

İki yıldır hükümet MİT vasıtasıyla İmralı’daki Öcalan’la görüşüyor, HDP’den heyetler İmralı ile Kandil arasında gidip geliyor, ama ortada somut bir adım ve somut bir proje yok.

 

Kişi olarak daha bu sürecin başında bu konuda iyimser olmadığımı, hükümetin sadece PKK’ye silah bıraktırmak istediğini ve çözümden bunu anladığını dile getirmiştim.

 

Elbet PKK’nin silah bırakması da önemlidir ve olumlu bir adım olur. Çünkü PKK’nin silahlı eylemleri, en başta Kürt toplumuna ödettiği ağır bedele karşılık herhangi bir şeyi çözmemiş, durumu daha da karmaşık hale getirmiş, hatta sorunun çözümü önünde bir ayak bağına dönüşmüştür.

 

Ne var ki bu alanda da beklenen olmadı. İlk aşamada PKK’nin silahlı güçlerini sınır ötesine taşıması hedeflenmiş, sözde bu konuda iki taraf uzlaşmıştı; ama bu da gerçekleşmedi.

 

Bu dönemde olumlu sayılabilecek tek husus çatışmasızlık durumudur. Öte yandan bu alanda bile sürtüşmeler, gerginlikler, karşılıklı meydan okumalar son bulmadı. Hatta zaman zaman, sınırlı ve lokal biçimde olsa da şiddet olayları yaşandı, kan döküldü. Kaldı ki gerekli yasal zemin oluşturulup, güven verilip PKK silahları tümden bırakmadıkça, bu çatışmasızlık durumunun bile her an son bulması ve yeniden başa dönme riski büyüktür.

 

Son günlerde yine hem hükümet hem HDP sözcüleri görüşmelerin olumlu bir raya girdiğini ileri sürüyorlar.

 

Öcalan yalnız Kürt sorununu değil, Ortadoğu’nun bütün sorunlarını çözecek, Ortadoğu’ya barış getirecek projesini hükümete sunmuş ve HDP çevrelerine göre sanki bu proje onaylanmış! Böylece “Kürt Halk Önderi”miz aynı zamanda tüm Ortadoğu’nun, bu gidişle belki de tüm dünyanın önderine dönüşecektir! (Biz Kürtler bu nedenle ne kadar çalıp oynasak yeridir.)

 

Zatı alileri önümüzdeki Newroz’da yine müthiş bir açıklama yapacak, Kürt halkının yüreğine sular serpecektir… Hatta HDP tarafı, eğer “müzakere süreci” ile ilgili olarak işler varılan uzlaşmaya göre yürürse Öcalan’ın birkaç ay sonra hapisten çıkacağını, PKK’nin Nisan ayında yapılacak kongresine katılacağını bile ileri sürmekte!

 

Peki bu “müzakere süreci” nasıl bir şey ve tarafların hedefleri ne, talepleri ne; neler üzerinde uzlaşmışlar veya uzlaşmamışlar?

 

Göründüğü kadarıyla görüşmeler, daha önce olduğu gibi MİT vasıtasıyla ve hizmetteki Öcalan’la yürütülüyor. PKK, KCK, DTK vs. iradelerini başından beri Öcalan’a teslim etmiş durumdalar ve bu durum güçlenerek devam ediyor. HDP İmralı ile Kandil arasında posta işini üstlenmiş durumda ve bu ekibin sözcülüğünü de Adıyamanlı Türkmen kardeşimiz S.S. Önder yapıyor…

 

Dışarıdaki bu Önder’in yaptığı açıklamaya göre işler iyi gidiyor, ama bu görüşmeler, konunun ve hükümetin hassasiyeti nedeniyle şimdilik kamuoyuna açıklanmamalıdır… Yine bu Önder’in açıklamasına göre şu meşhur “demokratik özerklik”, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demekmiş…

 

Tüm bu itinaya rağmen kamuoyuna bazı bilgiler sızdığı ve medyada ve muhalif çevrelerde görüşmelerle ilgili bazı spekülasyonlar yapıldığı için, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan açıklama yapma gereğini duydu ve şunları söyledi: “Görüşmelerde özerklik ya da genel af konuları konuşulmuş değildir. Üniter yapı da tartışma konusu değildir; ne olacaksa bu üniter yapı içinde olacak…”

 

Kandil de zaman zaman açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalarda hem Başkan Öcalan’ın müzakere konusunda tam yetkili olduğunu vurguluyor, hem de onun ortaya koyduğu taleplerin ve takvimin bir an önce gerçekleşmemesi durumunda olacaklara dair tehditler savuruyor. Son olarak KCK Başkanı Cemil Bayık bu önerilerin “dört maddelik bir taslak” olduğunu dile getirdi, ama bu taslağın ne olduğunu açıklamadı. HDP’den, ve PKK’ye yakın diğer çevrelerden zaman zaman ifade edilenlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu taleplerden biri “Hakikatleri araştırma komisyonunun” kurulmasıdır. Yine talepler arasında müzakerelerle ilgili bir “üçüncü göz” veya “izleme heyeti” var. (Hükümet böyle bir rolü “akil adamlar” için düşünüyor.) Yine talepler arasında Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi ve ona bir “sekreterya” oluşturulması var.

 

Kandil Hükümetin oyalama politikasına başvurduğunu, işi seçimlerden sonraya bırakmak istediğini söylüyor ve bu taleplerin önümüzdeki genel seçimlerden önce karşılanmasını istiyor. Bu olmazsa yeniden savaş konumuna geçmekten söz ediyor.

Peki, yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi dahil (ki bu zaten AB’ye tam üyeliğin bir gereğidir), söz konusu talepler tümüyle karşılansa bile, bununla Kürt sorunu çözülmüş olur mu? Bunu ileri sürmek, aklımızla alay etmektir.

 

Hükümet ve PKK açısından durum özetle böyledir. Ama bu şekilde Kürt sorununun çözümü şurda kalsın, PKK’nin silah bırakmasının bile kolay olmayacağı açık. Çünkü bunun için en azından bir siyasi af gerekir; öyle ki dağdakiler eğer gerçekten silah bırakmak istiyorlarsa bırakabilsinler, içerdekiler çıksınlar ve dışarıdakiler dönebilsinler.

 

Kaldı ki bu devasa sorun salt PKK’nin silah bırakmasından ibaret değil. PKK ya da şiddet sorunun esası değil, bir yan ürünüdür ve sorun çözülünce o da zaten gündemden çıkacaktır. Sorunun çözümünde esas olan Kürt halkının temel haklarının tanınmasıdır. Bu ise salt Öcalan ya da PKK ile yapılacak pazarlıklarla sağlanamaz. Bunu pek çok kez dile getirdik.

 

Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç birkaç günce HAK-PAR’ı ziyaret etti ve bu konuları kısaca da olsa kendisiyle konuşma olanağı bulduk. Sayın Arınç daha sonra HUDA-PAR’ı da ziyaret etti. Bu elbet olumlu bir gelişme. Ama asıl önemli ve gerekli olan, hükümetin sorunun çözümü yönünde gerekli adımları atmaya istekli ve kararlı olmasıdır.

 

Bunun için yapılması gereken nedir? Bizim buna ilişkin görüşlerimiz nettir, hükümet ve kamuoyu tarafından da biliniyor. Dünyanın başka yerlerinde benzer sorunlar nasıl çözülmüşse bu ülkede de öyle çözülebilir. Kürt halkı kendi kaderini özgürce tayin etmelidir. Bu kader tayininin ille de ayrılma biçiminde olması gerekmiyor. Dünyamızda farklı ulusların bir arada barış içinde ve özgürce yaşamasının pek çok örneği var. Bu genellikle federal bir biçimdir. Biz sorunun böylesine eşitlikçi bir temelde çözümünden ve barış içinde bir arada yaşamaktan yanayız.

 

Kürt sorununun çözümü için öncelikle hükümetin bu konuda net ve cesur olması, kamuoyunu da ikna etmesi gerekir.

 

Ne var ki böylesine köklü bir dönüşüme hazır olmamak bir yana, daha anadilde eğitim için bile gerekli adımlar atılmadı. Oysa anadilde eğitim hakkı, BM İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) dahil, Türkiye’nin altına imza koyduğu birçok uluslararası anlaşmada da vardır ve bunun için anayasa değişikliği bile gerekmez.

 

Hükümet ne yazık ki Kürt sorununun gerçek bir çözümüne hazır görünmüyor. Üniter yapıya yönelik vurgular bunun bir göstergesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son olarak Suriye’deki Kürt bölgelerine ilişkin açıklaması da bu konuda umut kırıcı. Sayın Erdoğan, Söz konusu Kürt bölgelerinin herhangi bir özerk ya da federal statü kazanması ihtimalinden kaygı ve endişeyle söz etti. Bunu Türkiye için bir tehdit olarak niteledi.

 

Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç da daha iki gün önce, 23 Aralık’ta, El Cezire muhabiri Didem Özel Tümer’e verdiği mülakatta, “Çözüm süreci sonunda Kürtlere özerklik verilecek mi?” sorusuna cevap verirken şöyle dedi: “Böyle bir şey söz konusu değil. Onlar da özerklik istemiyorlar zaten, istemezler. Çünkü başta yola çıkarken bazı konuların kesinlikle kabul edilemeyeceği, bunların dile getirilmemesi de söylendi.”

 

Hükümetin durumu böyle, ya muhalefet, özellikle de CHP’nin durumu? Buna da yazımın ikinci bölümünde değineceğim.

 

Kemal Burkay

25 Aralık 2014

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 1144

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.