Hak elde etmek, “nazikçe” mi, zorla mı?
C E M A L İ
Bilindiği gibi Partimiz HAK-PAR Kürt sorunun
çözümü için federasyon öneriyor. Bu bizim temel istemlerimizden biri.
Bir okur sosyal medyada, bu istemi içeren bir
afişin altına şöyle yazmış: “Hak verilmez alınır, bu iş nazikçe olmaz, Keko!”
Allah bu arkadaştan razı olsun, biz hakkın nasıl
alınacağını bilmiyorduk; öyle sanıyorduk ki Türk devletini yönetenler, herhangi
bir zahmete ve çabaya gerek kalmadan hakkımızı gönüllerinden koptuğu için,
kendiliğinden verecekler(!) Ama bu arkadaşın sayesinde şimdi öğrenmiş
bulunuyoruz, sağ olsun!
Yine de bir şeyi pek anlamadık: Hak elde etmek
için öncelikle istemek gerekmiyor mu? Biz de öyle yapıyoruz işte, diyoruz ki
haklarımız bunlar bunlardır ve bu hakları tanımanız gerekir…
Muhataplarımız eğer bu hakları tanımazlarsa, biz
de onları elde etmek için mücadele ederiz. Mücadelenin biçimleri çeşitlidir.
Bize göre, eğer koşulları varsa öncelikle barışçı yol ve yöntemleri, siyaset
kanallarını, yani “nazikçe” olanları denemek en iyisidir. Eğer bu olmazsa,
muhatabımız barışçı yol ve yöntemleri, siyaset kanallarını kapatır, zora ve
zulme başvurursa o zaman durum değişir ve diğer mücadele yöntemlerine başvurmak
kaçınılmaz olur.
Ama anlaşılıyor ki, söz konusu yorumu yapan
arkadaş, barışçı yol ve yöntemlere karşı, o yalnızca zor yöntemlerini geçer
akçe sanıyor, onları tercih ediyor.
Biz de onun yorumu altına şunları yazdık:
“Bu iş ‘nazikçe’ olmuyorsa, sertçe ve kabaca
oluyor mu peki? Bazıları Kürt halkının özgürlüğü için 30 yıldır sözde bir savaş
yürütmekteler. 50 bin insanımız bu yolda hayatını yitirdi; 4 bin köy yakılıp
yıkıldı, boşaldı; milyonlarca insanımız yerini yurdunu terk etti, sürüldü ya da
göç etti; peki sonuç ne ya da nereye ulaştık? Sonuçta ‘ortak vatan, demokratik
ulus’, filan feşmekan… Elde edilen haklar bu mu? Bir de “Türkiyelileşme” ve bu
sayede Türk Meclisi’ne seçilebilen 80 mebus, her biri 20 bin lira maaşla… Bu
sonuncusu gerçekten de iyi bir kazanım sayılır ve galiba haklısın, KEKO!”
Ne var ki bu sonuncusu da silahla değil, seçimle
oldu. Yoksa yanılıyor muyuz, bazılarının iddia ettiği gibi HDP barajı
Kürdistan’da kırsal kesimde zor ve tehditle oy toplayarak mı geçti, ne dersin
Keko?..
* * *
Bu arkadaşın bakış açısı –ki o aynı zamanda pek
çok insanın anlayışıdır- aklımıza başka şeyler de getirdi. Birçok geri kalmış
ülkede olduğu gibi Ortadoğu’da da sorunların uygarca, demokratik ve barışçı
yöntemlerle çözümü geçerli değil. Bu ülkelerde zor, yani sopa tüm dertlere
derman bilinir.
Örneğin kadın eğer erkeğin dediğini yapmaz, ya da
bir şeye itiraz ederse hemen burnuna yumruğu indir, yere at tekmele…
Eğer çocuklar, evde ya da okulda yaramazlık yapar,
yaptıkları ya da dedikleri hoşa gitmezse, hemen tokadı ya da sopayı yapıştır;
en iyi eğitim yöntemi budur! “Dayak cennetten çıkmadır!” (Şu anda da cennette
sopa böylesine geçerli mi, bilmiyorum; bunu hocaefendilere sormalı. Bizim
bildiğimiz sopa ya da dayak cehennem işidir ve olsa olsa oradan dünyaya
yansımıştır.)
Eğer halkın istediği ya da yaptığı bir şey devleti
yönetenlerin, egemenlerin hoşuna gitmezse hemen polis ve askeri onların üzerine
sür, burunlarını sürt, gözlerini korkut; öyle ki bir kez daha bu tür işler
yapmaya cesaret etmesinler, hak-hukuk istemesinler…
Ama insanlık tarihinde ve toplumların hayatında
bugüne kadar yaşanan onca deneyim gösteriyor ki, zorla, zulümle sorunlar
çözülmüyor, aksine daha da ağırlaşıyor.
Demokrasi ve barışın olmadığı bu tür geri kalmış
toplumlarda çoğu zaman baskı altında olan, ezilen toplum kesimleri de böyle
düşünür, hak elde etmek barışçı yöntemlerle, “nazikçe” olmaz, derler… Onlar da
barışçı yol ve yöntemleri, siyasal mücadele biçimlerini biryana atar, sopaya ve
silaha sarılır, dağın yolunu tutar, ya da kentlerin sokak ve meydanlarında
savaşırlar. Yani onlar da bir bakıma kendilerini ezen zalimlerin başvurduğu zor
yöntemlerine başvururlar.
Ama onca tarihi ve toplumsal deneyim yine
gösteriyor ki, sopa ve tüfek bazen sorunların çözümünde işe yarasa da her zaman
yetmez. Bazen de bizzat egemenlerin kendileri ezdikleri kitleleri şiddete, dağa
yöneltmeyi tercih ederler.
Akıllı insanlar, gelişkin toplumlar hak elde
etmek, sorunlarını çözmek için öncelikle barışçı yol ve yöntemleri tercih
etmeliler.
Eğer bu yollar kapalı olur ve başka çare kalmazsa
o başka. O zaman zora ve zulme karşı her yol ve yöntemle direnmek haktır. IŞİD
benzeri vahşi ve zorba örgütlerle ve bu türden yönetimlerle başka türlü başa
çıkılmaz.
Kürtler de tarihleri boyunca zulme karşı ve
özgürlük için birçok kez başkaldırdılar, savaştılar; bu nedenle kimse onları
suçlayamaz. Ama böyle durumlarda da silahlı mücadele ya da savaş doğru bir
siyasetin izinde olmalı. Eğer başı çeken kişi ya da örgüt şaşkınsa, yanlış
yoldaysa, halkın direnişi de yanlış ve çıkmaz bir yolda telef olur; ödenen
bedeller ve çekilen acılar boşa gider.
Kürt halkının tarihinde de bunun örnekleri var ve
şu anda da göz önündedir…
14 Ağustos, 2015