İngiltere’de –resmi adıyla Birleşik Krallık’ta-
yapılan referandum günün konusu. Halkın yüzde 52’si Avrupa Birliği’nden ayrılma
yönünde oy kullandı ve bunun İngiltere, Avrupa ve dünya ölçüsünde önemli
sonuçları olacaktır.
Avrupa Birliği’nin temelleri 2. Dünya Savaşı’nın
ardından atıldı. Batı Avrupa ulusları, yaşadıkları büyük acılardan, bir bakıma
başlarına gelen musibetten dersler çıkararak ekonomik ve siyasal bir birlik
projesine yöneldiler. Önce Avrupa Ekonomik Topluluğu ve gümrük birliği oluştu.
Bu, üye ülkelerin tümünün çıkarlarına uygundu. Ardından siyasal ve ekonomik
birlik yönünde yeni adımlar atıldı; Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, ortak
para birimi (Euro), ortak AB pasaportu oluştu. Birliğin bir bölümü Şengen
sözleşmesiyle ortak vize uygulamasına geçtiler; böylece aralarındaki sınırlar
nerdeyse silindi. Çeşitli sözleşmelerle belirlenen ve temel insan hak ve
özgürlüklerini esas alan ortak bir Avrupa hukuku oluştu.
Birlik, 1980’li yılların sonralarında sosyalist
sistemin çökmesiyle bir bölüm Doğu Avrupa ülkesini de içine aldı; yani süreç
içinde AB güçlendi ve genişledi.
Elbet tüm bunlar çok da kolay, bir çırpıda ve
sorunsuz olmadı. Her ülkede, birliğin yararına inanan ve onu destekleyen
çoğunluğun yanı sıra, ayrı durmayı tercih eden kesimler ve örgütler de vardı.
Bunlar genellikle ulusların yakınlaşmasından ürken, “ötekilerden” ayrı durmayı
tercih eden statükocu, aşırı milliyetçi çevrelerdi. Ama ilginçtir, radikal sol
parti ve gruplar da birliğe karşı idiler; onlar AB’yi yalnızca sermayenin çıkarlarına
hizmet eden bir birlik gibi görüyorlardı ve böylece ona karşı tutum almakta
radikal sağla yan yana düştüler.
Ama bu iki kesimin olumsuz tutumu birlik yönündeki
güçlü eğilimi engellemeye yetmedi. Kendilerine has tarihsel özellikleri olan
İsviçre ve Norveç dışında tüm Batı ve Orta Avrupa ülkeleri Birlikte yer almayı
tercih ettiler. Ne var ki son yıllarda dünyamızda yer alan bazı gelişmeler bu
ülkelerin kamuoyunu olumsuz biçimde etkiledi ve birlik karşıtı olan sağ ve
milliyetçi partileri oldukça güçlendirdi.
Bu nedenlerden biri dünyanın çeşitli yerlerinden
Batı Avrupa’ya yönelik artan göç dalgasıdır. Göçler yüzünden demografik yapı
hızla değişiyor. Yeni gelenler hem iş piyasasında yerlilere rakip gibi
algılanıyorlar, hem de geldikleri ülkenin ve toplumun geleneksel yaşam tarzını
sürdürmek istedikleri için yerli topluma ters düşüyorlar. Yerli halk içinde
ulusal özelliklere, renklere, yaşam tarzına önem veren kesim bu durumdan
endişeye kapılıyor ve “böyle giderse bu ülke bizim olmaktan çıkacak” diye
düşünüyor… Söz konusu ülkelerde son yıllarda sağcı ve ırkçı partilerin oldukça
güçlenmesinin bir nedeni budur.
Diğer bir neden son yıllarda İslam ülkelerinde
radikal İslamcı akımların güçlenmesi ve bunların din adına yol açtığı terördür.
Bu terör hem bizzat Pakistan’dan Fas’a uzanan kuşakta yol açtıklarıyla, hem de
ABD’ye Avrupa ülkelerine yansıyan sonuçlarıyla insanları ürkütüyor ve güçlü bir
İslamofobiye yol açıyor.
İslam ülkelerindeki kimi liderler ve İslam adına
konuşanlar, “İslam dini ile terörü ayırmak gerekir, İslam barış dinidir,”
diyorlar. Ama bu durumu değiştirmiyor, inandırıcı olmuyor. El Kaide’nin,
IŞİD’in, Boko Haram’ın yaptıkları ortada. Bu örgütler hep İslam dünyasında
ortaya çıktılar ve İslam adına yaptıklarıyla hem kendi ülkelerinde, hem de
Avrupa ve ABD başta olmak üzere tüm dünyada dehşet saçıyorlar. Böyle bir
durumda söz konusu ülkeler yurttaşlarının kaygı ve endişe duymalarının, bundan
da öte tepki göstermelerinin önünü nasıl alacaksınız?
Radikal İslamcı hareketlerin ve bu tür terör
örgütlerinin ortaya çıkmasında ABD ve NATO’nun, diğer bir deyişle emperyalist
güçlerin payından söz edebilirsiniz. Bu doğrudur da. Özellikle soğuk savaş
döneminde ABD ve bir bütün olarak NATO, İslam dünyasında bu tür örgütleri
sosyalist kampa, her ülkedeki sol ve ilerici harekete karşı örgütledi, besledi,
kışkırttı. El Kaide Afgan savaşının ürünüdür. Bizde de mezhep çatışması
yaratmaya ve solu, ilerici güçleri ezmeye yönelik Maraş, Sivas olayları ve
benzerleri aynı politikanın ürünüdür. Vizyonsuz, çıkarcı ve acımasız emperyalist-kapitalist
sistem, sosyalizmle ve demokrasi güçleriyle savaşayım derken İslam dünyasının
genleriyle oynadı, cinleri şişeden çıkardı ve böylesi sonuçlara yol açtı.
İslam dünyasında oluşan kaosun sonuçları şimdi
kendilerine konforlu ve nispeten barışçı bir dünya yaratmış olan Avrupa
ülkelerine ve Kuzey Amerika’ya da yansıyor. Bu ortamda Amerika’da Trump gibi
bir yabancı düşmanı başkanlık yarışında etkin bir aday olarak öne çıkarken,
Avrupa’da da ırkçı ve neonazi örgütlerin de içinde olduğu bir milliyetçi dalga
yükseliyor. Bu örgütler güçlü biçimde yabancı düşmanlığını işliyor ve
İslamofobiyi kışkırtıyorlar.
İngiltere’deki referandum böylesi bir ortamda
yapıldı ve AB’ye hayırla sonuçlandı. Şimdi Avrupa ülkelerindeki ırkçı ve
yabancı düşmanı partiler, neonazi örgütler bayram yapıyor ve sıranın
kendilerine gelmesini bekliyorlar. Bu, hem AB, hem de insanlık tarihi
bakımından olumlu bir gelişme değil.
İngiltere de AB’nin oluşum sürecinde birliğe
katılıp katılmamakta tereddütler yaşayan ülkelerden biri idi. İngilizler öteden
beri bazı konularda kara Avrupası’ndan farklı olmuş ve bunu korumuşlardır.
Örneğin İngilizlerin ağırlık ve mesafe ölçüleri farklıdır. İngiltere’de, kara
Avrupası’ndan, hatta tüm dünyadan farklı olarak “sol trafik” geçerlidir; yani
gidiş gelişli yollarda soldan gidilir. Buna karşılık İngiliz arabalarında
direksiyon sağdadır… Bu ada devletindeki izolasyoncu eğilimler AB sürecinde de
kendini güçlü biçimde gösterdi; onlar, böylesine bir birlikte bağımsızlık ve
egemenliği yitirme kaygı ve endişesini ötekilerden daha fazla duydular.
Bu nedenle İngilizler Ortak para birimi Euro’yu
benimsemediler, İngiliz Poundu’nu korudular. Şengen’e katılmadılar, yani
sınırlarını serbest geçişe açmadılar. Tüm bu nedenlerle son referandumda AB’ye
hayır denmesi, gelinen durumda olumsuzdur, ama şaşırtıcı değil.
Bundan böyle ne olacak? Avrupa Birliği’nden yeni
yeni kopmalar olur mu, o bir dağılmayla yüz yüze gelir mi, yoksa toparlanıp
İngilteresiz yoluna devam mı eder?
AB’nin şu anda ciddi sorunlar yaşadığı ve bunun daha
bir süre devam edeceği söylenebilir; ama bu konuda yine de karamsar değilim. O
kanıdayım ki AB yoğun göç dalgasına ve terör tehdidine karşı tedbirlerini alıp
yoluna devam edecektir. İngiltere’nin bile söz konusu referanduma rağmen AB’den
kopmasının kolay olmadığı şimdiden görülüyor. Bu tür izolasyoncu politikalar
günümüz koşullarında çözüm olamaz ve bunun bedeli İngiltere için de ağır
olacak.
İngiltere’deki söz konusu referandum, Türkiye’de
AB ile ilişkilere yönelik tartışmaları daha da hızlandırdı. Bazıları bu
gelişmeden pek keyifli görünüyor. Bu konudaki görüşlerimi de bir sonraki yazıya
bırakıyorum.
25 Haziran 2016