Stokholm’da sonbahar

13 Ekim’den beri Stokholm’dayım. Günler nasıl olduğunu anlamadan gelip geçti.
Dinlendim sayılmaz. Zaten dinlenmek için gelmemiştim. Tersine buradaki arkadaşlarla, yakınlarımla görüşmenin, yapılan toplantıların yanı sıra, diğer ülkelerdeki arkadaşları telefon ve mektup bombardımanına tutmaktan yorgun düştüm desem yeridir.

Bir yandan da elbet -bayram da olsa- bizim Ankara’daki Parti Merkezi ile diyalogu sürdürmek, acil işleri izlemek…

Her neyse, bunlarla başınızı ağrıtmayayım. Siyasetle uğraştığımıza göre yorulacağız elbet ve bundan yakınma olmaz. Ben size Stokholm’dan söz edeyim biraz.

Doğa ile bu denli iç içe, bu denli uyumlu, bu denli sakin ve şirin bir kenti az bulursunuz. Hayır, burada gökdelenler, beton yığınları çimenleri, bahçeleri silip süpürmemiş, kıyıları yutmamış, maviyi ve yeşili soldurmamış. Kent adeta ormanın koynunda. Yollar ve evler, işyerleri, tarihsel yapılar bahçelerle sarmaş dolaş. 

Kentin tarihsel görünümünü, planlı yapısını bozan, yeşil doğasını kazıyan, bütün bunları kurutup dolara ve liraya çeviren canavarlar bu kente uğramamış. Dilerim bundan böyle de uğramazlar.

Gelişim buranın sonbaharına rastladı. Bir şiirimde dediğim gibi “Şairler ve ressamlar ayıdır ekim…” Ama yukarda sözünü ettiğim nedenlerle bu mevsimde, hem de bu güzelim şehirde, Stokholm’da şiirli bir havayı solusam bile, şiir düşünmeye ve yazmaya vaktim olmadı.

Kuzey’in sonbaharı ise bambaşka oluyor. Denizle, ormanla, park ve bahçelerle oya gibi işlenmiş Stokholm, sonbahar renkleriyle bir gelin gibi süslenmişti. Uzun yıllar yaşadığım bu kentte edindiğim deneyimle biliyordum, yaz genellikle yağmurlu geçer ve kapalı hava insanları bıktırıp depresyona sokarken eylül ve ekim bol güneşli ve rengarenk oluyor.

Bu kez de öyleydi. Güneşli havada yol boylarında, bahçelerde, körfezde, bildiğim mekanlarda bol bol resim çektim.

Stokholm’un güzelliğine bir kez daha aşık oldum, iman ettim!

Ama ne ilginç, bir hafta içinde her şey değişti. Sarı kırmızı renkleriyle beni hayran bırakan yol boylarındaki akağaçlar sanki ansızın soyundular, çırçıplak oldular, kurşuniye dönüştüler. Böğürtlenlerin, üvez ağaçlarının, süs elmalarının dallarında yalnız küçük kızıl meyveleri kaldı.

Alvik istasyonunda hafta başındaki o çarpıcı manzara da değişmiş, tren hattı boyunca uzanan granit kayalığı boydan boya saran kızıl sarmaşıklar solmuştu.

Olsun, hayatın güzelliği belki de bunda. Her mevsim ayrı bir renk, ayrı bir güzellik sunacak bize. Üç yıl önce yine bu kentte, yazdığım bir rubaide şöyle diyorum:

Ey ozan, sazın teline dokunup türkü söyledin
Ey güzel, gülü çimeni halıya resimledin
Bilge kişi, sen de söz sohbetle bezedin dünyayı
Ey doğa, yeri ve göğüyle, en büyük usta sendin (*)

Ağustos 2010

---------------------------------------------

Deng Yayınları arasında Kürtçe orijinali ve Türkçe çevirisi bir arada basılan, son olarak şu günlerde genişletilmiş 3. baskısı yapılmakta olan “Çarin- Rubailer” adlı kitabımdan. 

Kemal Burkay 

21 Ekim 2013

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 1922

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.