Sosyal medya çok seslidir ve bu doğal bir şey.
Ancak çok seslilik bazen her kafadan bir sesin çıktığı bir karmaşaya dönüşüyor.
Böylesi bir sağırlar diyalogunda gerçeğe ulaşmak zordur.
Şu günlerde Kürtler bakımından bu karmaşa son
derece ürkütücü; çünkü son dönemde çok zor günler yaşıyoruz.
Elbet zor günleri yaşayan yalnızca biz Kürtler
değiliz. Ortadoğu, Afganistan’dan Mısır’a, bunun yanı sıra tüm Kuzey Afrika bir
yangın yeri gibi. Böylesi zor dönemlerde, karşılaşılan felaketler karşısında
öfkeler kinler bilenir ve sağduyulu, serinkanlı yaklaşımların yerini öfkeden,
nefretten kaynaklanan duygusal, kolaycı, çoğu kez de yanlış saptamalar alır.
İnsanlar olup bitenler karşısında bir suçlu ararlar ve bu suçluyu, yani nedeni
-hem de çareyi- çoğu zaman da yanlış yerde ararlar.
Son günlerde çok sık tekrarlanan bu türden bir
saptama şudur: “Bu belaların başımıza gelmesinin tek nedeni bir devletimizin
olmamasıdır!”
Kürt yurtsever saflarında bu ifadeyi kendilerine
başlıca söylem yapmış, düşünce dünyalarını bunun üstüne inşa etmiş insanlar
öteden beri vardı ve var. Ama bunu son günlerde sağduyularına güvendiğim,
genellikle doğru yerde duran arkadaşlarımın yorumlarında da görmeye başladım.
Daha baştan şunu söyleyeyim: Kürt halkının bir
devlete hakkı olup olmaması ayrı bir şeydir, ama başımıza gelen bunca felaketin
bir devletimiz olmaması yüzenden gelip gelmemesi başka bir şeydir; bu ikisini
birbirine karıştırmak için neden yoktur.
Bir devleti olup olmamak konusu, bir süreden beri,
PKK’nın buna yönelik 180 derece değişen tezleri nedeniyle de Kürt kamuoyunda
tartışılıyor. Malum, PKK baştan
bağımsız- hatta “dört parça birleşik-bağımsız Kürdistan” tezini
mutlaklaştırmıştı, bunun dışındaki talepleri ihanet sayıyordu.
Ama şimdi “dört parça birleşik” şurada kalsın,
hiçbir parça için devlete, hatta federal ve otonom bir statüye gerek olmadığı
kanısında. Devlet kötü bir şeymiş, zararlıymış…
Şu anda bu gülünç tez üzerinde durmuyorum. Daha
doğusu bu tez filan da değil, Türk devletinin –aynı zamanda İran, Irak, Suriye
devletlerinin- işine gelen bir İmralı uyarlaması.
Okurlar ve bu ülkede siyasetle ilgilenen herkes
benim Kürt sorununa ilişkin görüşlerimi bilir. Nerdeyse 50 yıldan beri şunu
savunurum: Kürtler bir ulustur, Kürt halkı kökleri binlerce yıl öncesine
dayanan, kendine özgü bir ülkesi, dili, kültürü olan bir halktır. Elbet
Kürtlerin de her halk gibi özgür olmaya, kaderlerini özgürce belirlemeye hakkı
vardır. Bu bağımsız bir devlet biçiminde olabileceği gibi, koşullar ve Kürt
halkının tercihine bağlı olarak, eşitlikçi bir statü olan federal biçimde de
olabilir.
Nitekim İran ve Irak Kürtleri (Güney ve Doğu
Kürdistan) yıllarca Irak ve İran içinde otonomi istediler. Güney’de ulusal
hareket önce Bağdat’la otonomi üzerinde uzlaştı, daha sonra ise 2005 Anayasası
ile Kürt halkı federal bir statü elde etti. Bugün ise, Irak’ın yaşadığı olumsuz
ve sonu gelmez iç çekişmeler nedeniyle Güney Kürdistan bağımsızlık talep
ediyor, bu yönde güçlü bir eğilim var.
Biz gerek Doğu, gerek Güney Kürdistan’da özgürlük
için mücadele eden örgütlerin koşullara uygun olarak dile getirdikleri
taleplere saygı gösterdik ve bugün Irak ve Güney Kürdistan bakımından Şii Arap,
Sünni Arap bölgeleri ve Kürdistan olarak üçlü bir konfederasyonun, ya da üç
ayrı devletin gerekli, bundan da öte zorunlu olduğu kanısındayız; bu parçada
Kürt halkının buna yönelik istemini destekliyoruz.
Bu meselenin bir yanı. Öteki yanına gelince,
başımıza gelen bunca bela bir devletimiz olmaması yüzünden midir? Başka türlü
sorayım: Bir devleti olan halkların ya da ulusların başına bizim yaşadığımız
türden belalar gelmez mi?
Gelir, örnekleri ortada. Afganistan halkının;
Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Yemen Arap halklarının birer devleti var, ama
başlarına gelen belalar da göz önünde. Irak’ın ve Suriye’nin yaşadığı iç savaş,
bunca yıkım, bunca ölüm, bunca göç neyin nesidir, devletsizlikten mi?
Dün de Bağdat’ta bir devlet vardı, bugün de var.
Ama bu -Kürtleri bir yana bırakalım- Irak’ın Arap halkına özgürlük ve barış
sağlayabildi mi?
Suriye’de Fransızlar gittiğinden bu yana Şam’da
bir devlet var; ama bu devlet Suriye’ye barış ve özgürlük getirebildi mi? Bunu
sağlayamayan söz konusu devlet, halkın direnişi karşısında kendi kentlerini
bombalıyor, Halep ve Şam gibi tarihi kentler bile harabeye dönmüş durumdalar.
Şu üç yıllık iç savaşta 250 bin kişi öldü, 4-5 milyonu ülkesinden kaçtı.
Saddam gidip yerine Maliki gelince Irak düzelmedi.
Esat gidip yerine muhalifler, hele radikal İslamcılar gelince Suriye de
hemencecik düzelmeyecek, belli ki daha kötü olacak.
Kamboçya, hem de devrimci geçinen heriflerin,
“Kızıl Khmer”lerin öncülüğünde emperyalistler ülkeden kovularak sözde
özgürleştirildi. Ama Pol-Pot’un başkanlığındaki devletin kısa zamanda Kamboçya
halkına yaşattıklarını sömürgeci ve emperyalistler yaşatmadı. Pol Potçu
zibidiler 2 milyon insanı katlettiler, insan kellelerinden yığınlar
oluşturdular. Bu ülkeyi Pol Pot’un belasından kurtarmak ise yiğit Vietnam
halkına düştü.
Tanrı insanı
böyle “ulusal” devletlerden ve böylesi “devrimciler”den korusun!
Demek ki bir devleti olmak yetmiyor, iç barış
için, insanca bir yaşam için demokrasi de gerekli. İnsanın temel hak ve
özgürlüklerine saygı olmayan yerde kavga ve belalar bitmez.
Elbet kendi devletiniz olunca örneğin anadiliniz
yasaklanmaz; bu güzel bir şeydir, önemli bir haktır; ama düşünce ve ifade
özgürlüğünüz pekâlâ engellenebilir. Kendi devletiniz olunca onur duyacağınız
bir bayrağınız olur ve onu direğe çekersiniz. Ama bayrak tek başına karın
doyurmaz ve size mutluluk vermez. Faşist
darbeler size hayatı cehennem edebilir. Türkiye bunun örneğidir. Türk halkının
1923’ten beri bir devleti var, ama zindan yüzü görmemiş Türk aydını da yok
gibidir. Tek parti döneminde yaşananlar bir yana, 27 Mayıs’ta bu ülkenin
başbakanı asıldı. 12 Mart’ta, 12 Eylülde yaşananlar ise daha taze…
Öte yandan bir devletiniz olsa bile, bela
dışarıdan da gelebilir. Nitekim Güney Kürdistan federe statüsüyle bir devlet
yapılanmasıdır. Kendi hükümeti, parlamentosu, kurumları, ordusu var; Kürtçe
resmi dil, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili. Ama bu IŞİD saldırısına
engel olamadı, Kürdistan’ın bazı bölgeleri IŞİD işgaline uğradı.
Bu bir yana, Güney Kürdistan 1992’den beri özgür
sayılır ve kendi ulusal kurumlarını oluşturmuş bulunuyor. Ama bu parçadaki iki
büyük parti KDP ve YNK kendi aralarında iktidar kavgasına tutuştular ve bu
yıllar süren kanlı, yıkıcı bir iç savaşa yol açtı. Bu yetmezmiş gibi PKK türlü
bahanelerle onlara karşı savaştı, büyük zararlar verdi.
Özetle söylersek, ister bağımsız, ister federal
biçimde olsun, bir devleti olmak elbet Kürtler için de temel bir haktır. Ama
tek başına bu, bizi bugün yaşadığımız tüm belalardan kurtarmaz, başka halkları
kurtarmadığı gibi. Devleti bu ölçüde fetişleştirmek, her derde deva saymak
yanlıştır.
Ben bu yazımda devlet konusuna ilişkin söz konusu
yanlış saptama üstünde durdum. Ama sosyal medyada bu türden başka yanlış ve
yaygın yargılar da var. Örneğin “halkların kardeşliği” söylemini, sosyalist
örgütlenme ve dünya görüşünü, hatta demokrasi mücadelesini Kürt ulusal
mücadelesine yabancı ve zararlı sayan… Daha da kötüsü bu tür yanlışların –ki
Kürt halkının özgürlük mücadelesine asıl bu tür yanlış önyargılar zarar verir-
bir salgın gibi yayılma özelliği taşımaları. Birileri söylüyor ötekiler üstünde
fazla düşünmeden kapıyor.
Gelecek yazımda da söz konusu önyargılar üstünde
duracağım.
4 Eylül 2015