• Ana Sayfa
  • »
  • YİNE SURİYE SORUNU VE TÜRKİYE-RUSYA GERGİNLİĞİ

YİNE SURİYE SORUNU VE TÜRKİYE-RUSYA GERGİNLİĞİ

Sınırda bir Rus uçağının vurulması Türkiye-Suriye ve Türkiye-Rusya ilişkileri bakımından gerginliği büyüttü.

 


 


 

Türkiye angajman kurallarına uygun olarak bunu yaptığını söylüyor. Rusya ise uçağın Türk hava sahasını ihlal etmediği, Suriye sınırları içinde düşürüldüğü iddiasında. Türkiye olayın ardından gerilimi düşürmeye çalışıyor, Rusya ise sert tepki gösteriyor ve bunun ağır sonuçları olacağını söylüyor.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha birkaç yıl önce, Başbakan olduğu dönemde, Avrupa Birliği’nden dert yanıp Putin’e hitaben, “bizi Şanghay Beşlisi’ne alın” derken, şimdi ne oldu da iki ülke böylesine karşı karşıya geldi?

 

Rusya’nın Suriye ile ilişkileri daha SSCB dönemine dayanıyor. Bu ilişkiler hem askeri, hem ekonomik. SSCB dağıldıktan sonra da yeni oluşan Rusya Federasyonu ile devam etti. Rusya ayrıca Lazkiye’deki deniz üssünü kullanıyor ve bu Akdeniz’deki başlıca üssüdür. Bu nedenle Rusya son Suriye iç savaşı sırasında Beşar Esat yönetimini destekledi. Bu destek son dönemde Rusların bizzat kendi askeri güçleriyle işe karışıp muhalif güçleri bombalamalarına kadar vardı.

 

Türkiye’nin Suriye politikası ise malum. Suriye’de iç direniş başladıktan kısa süre sonra Türkiye Beşar Esat rejimine karşı tavır aldı ve taraf oldu. Suriye ile var olan uzun sınırlarını her alanda Suriye muhalefetinin desteğine açtı. Bizzat Türk hükümet yetkililerinin deyişiyle, binlerce tır muhaliflere yardım taşıdı. IŞİD ve Nusra gibi radikal örgütler de bu destekten yararlandılar. IŞİD, ele geçirdiği bölgelerdeki petrolü Türkiye üzerinden pazarladı.

 

Türk Hükümeti’nin bu politikası Türkiye’nin çıkarlarına uygun olmaktan çok, AK Parti’nin görmek istediği Suriye ve Ortadoğu manzarasına uygun düşüyordu. AK Parti, Beşar Esat rejiminin gidip yerine Müslüman kardeşler türünden İslamcı bir rejimin gelmesinden yanaydı. Aslında Mısır, Libya ve öteki Arap ülkelerinde de istediği buydu. Ortadoğu’daki Şii-Sünni mezhep rekabetinde, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni nitelikli rejimlerle aynı saftaydı ve Sünni İslam dünyasının liderliğine oynamakta idi. Öbür yanda ise İran, Irak’taki Şii Bağdat yönetimi, Suriye’de Beşar Esat rejimi ve Lübnan’daki Hizbullah’tan oluşan Şii aksı vardı.

 

Türkiye’nin Suriye politikasındaki hedeflerden biri Beşar Esat rejimini yıkıp yerine Müslüman kardeşler türünden İslamcı bir yönetim getirmekse, diğer çabası ise sınırlarının ötesinde yeni bir Kürt oluşumuna, özerk ya da Federe bir Kürt bölgesinin ortaya çıkmasına meydan vermemektir. Bu nedenle PYD’nin etkinliğinden rahatsız olup Özgür Suriye Muhalefeti’ne (ÖSO) destek verirken, öte yandan Türkmen kartını oynuyor.

 

Suriye’de ne kadar Türkmen var bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla ne sınır yöresinde ne iç kesimlerde derli toplu bir Türkmen bölgesi ve bahse değer bir Türkmen varlığı yok. Suriye’yi epeyce dolaştığım ve özellikle Türkiye sınırına yakın yöreleri iyi bildiğim halde Türkmen Dağı dedikleri bölgeyi ve şu “Bucakbayır’ı” daha önce hiç duymamıştım. Söyledikleri yer Afrin çevresindeki Kürt Dağı bölgesidir. O yöre, Halep yakınlarına kadar Sünni ve Ezdi Kürt köylerinden oluşuyor. Çevrede belki bazı Türkmen köyleri de vardır. Ama anlaşıldığı kadarıyla o yöredeki birkaç bin Türkmen zaten bölgeye sirayet eden savaş nedeniyle daha önce göç etmiş ve Hatay yöresinde çadırlara yerleştirilmişler. Şimdi Türkiye, Ülkü Ocaklarından ve BBP’lilerden götürdüğü gönüllülerle, sözde bir “Türkmen tugayı” oluşturup, yani taşıma suyla orada bir değirmen çevirmeye çalışıyor görünümünde.

 

Olur mu olur! Ama elbet bu işler o kadar kolay da olmuyor. Nitekim “biz sınırımızda şuna izin vermeyiz, buna izin vermeyiz, ne gerekirse yaparız” efelenmelerinin ardından işte, hem de Rusya gibi bir devletle burun buruna gelindi.

 

Çünkü Türkiye bakımından doğru tutum, doğru politika, “sınırımızın ötesinde asla şuna izin vermeyiz!” anlayışı olamaz. Sınırın ötesinde Kürtler var. IŞİD gibi saldırgan, vahşi, herkesi ısırabilecek bir güç orayı ele geçirirken telaşlanmıyorsun, hiç sorun etmiyorsun da, bölgede yaşayan Kürtlerin kendi topraklarında özerk, federal, hatta bağımsız bir Kürt bölgesi ortaya çıksa bu neden seni bu derece rahatsız ediyor?..

 

Türkiye için doğru politika Suriye için, “Esat gitsin de isterse yerine şeytan gelsin” politikası da olamaz ve bence bu değildir. Doğru politika Suriye’nin iç savaşında taraf olmamak, ama mümkün olduğunca bir komşu olarak bu yıkıcı iç savaşın bir an önce sona ermesi, tarafların bir masa çevresinde bir araya gelmeleri, uzlaşmaları ve Suriye’de mümkün olduğunca demokratik bir rejimin kurulmasına yardımcı olmaktır. Öyle ki bugün birbirlerinin boğazına sarılmış olan Sünni ve Şii Araplar, Kürtler, Dürziler, Hıristiyanlar, yani Suriye’nin tüm etnik renklerinin barış içinde bir arada yaşayabilecekleri bir sistem oluşsun. Böylesine demokratik bir Suriye federal olabilir, özerk bölgelerden oluşabilir, oluşmalı.

 

Ama Türkiye kendi içinde Kürt sorununa ve diğer etnik sorunlara böyle bir çözüm bulamıyor ki, kendi içine yönelik böylesine çağdaş, barışçı bir politika izleyemiyor ki, komşusuna yönelik olarak izlesin. Sorun da zaten burada. Türkiye ne sınırları içindeki Kürtlerin federal veya özerk bir statü içinde yaşamasına razı, ne öte yandakilerin!

 

Oysa Türkiye Kürt sorununu içerde adil bir şekilde çözse iç barışa ulaşacak, sınır ötesindeki Kürt halkının özgürleşmesine destek olsa orada bir dost kazanacak. Türk yöneticilerin Kürtlerle ilgili olarak bol bol kullandığı “kardeşiz” lafı da böylece bir anlam kazanacak…

 

ABD ve AB gibi batılı güçlerin tutumuna gelince… “Arap Baharı” denen bu gelişmelerin başında gerek ABD, gerekse AB başlangıçta, eski SSCB müttefiki olan, daha sonra da Rusya ile ilişkilerini belli bir derecede sürdüren Libya, Mısır ve Suriye’deki rejimlerin yıkılmasını, ya da bunlara karşı direnişi hoş karşıladılar ve desteklediler. Ama zaman içinde umdukları “mutedil İslam” yerine sahneye El Kaide, IŞİD, Nusra, Boko Haram gibi, yaptıklarıyla dehşet salan radikaller çıkınca durakladılar ve bu kaygıyla hem Müslüman Kardeşler yönetimine karşı Mısır’daki Sisi darbesine ses çıkarmadılar, hem de Suriye’de Beşar Esat gidince yerine daha kötüsünün gelebileceğini gördükleri için, rejiminin değişmesini eskisi kadar hararetle istemez oldular.

 

IŞİD denen örgüt bu süreç içinde ortaya çıktı. İslam yorumuyla Suudi Arabistan’daki selefi rejimin bir benzeri olan bu örgüt, Suudi Arabistan, Katar ve BAE’deki Sünni rejimlerin büyük çaptaki askeri ve ekonomik desteğiyle Irak ve Suriye’deki Sünni Arap bölgelerinde örgütlendi ve eyleme geçti. Başlangıçta ABD’nin de Şii aksına karşı bu gelişmeyi hoş karşıladığına, destek verdiğine, en azından göz yumduğuna kuşku yok. IŞİD’in başka türlü o derece gelişip güçlenmesi mümkün değildi. Gelişkin elektronik cihazlarla donatılmış zırhlı araçları, ABD’nin ünlü Hammer jiplerini kullanıyordu. IŞİD bu büyük destekle Suriye ve Irak’ta geniş bir bölgeyi denetimine aldı, Musul’u ele geçirdi ve Güney Kürdistan’a saldırdı.

 

ABD’nin o dönemde, Bağdat’taki Şii rejimin İran’la sıkı ilişkilerinden rahatsız olduğu gibi, Kürdistan’ın tek yanlı bağımsızlık ilan etme ve petrolünü Türkiye üzerinden satma çabalarından da rahatsız olduğu, bunun ABD şirketlerinin çıkarına uygun düşmediği bilinen bir şey. Bu nedenle IŞİD’in ipini gevşetip onu Musul’a bırakmakla ve Kürdistan’a saldırtmakla acaba hem Bağdat rejimine hem Kürt Bölgesel Yönetimine gözdağı mı verdi? Bu akla gelen ve yabana atılamayacak bir ihtimaldir.

 

Musul saldırısı sırasında oradaki 50 bin kişilik ve ağır silahlarla donatılmış Irak ordusu silahlarını da bırakıp kaçtı. Kürtler de kendilerine yönelik bir saldırı beklemiyorlardı. Peki ABD bu saldırılardan habersiz miydi, önleyici olamaz mıydı? İstese olacağına kuşku yok. Daha sonra sözde Kürt Bölgesel Yönetimini korumak ve IŞİD’in ilerleyişini durdurmak için harekete geçti ve yer yer IŞİD’i bombaladı. Ama bu müdahalenin de niteliği oldukça kuşkuludur. Saddam’ın koca ordusunu, zırhlı birliklerini, hava üslerini ve savaş uçaklarını iki-üç gün içinde etkisiz bırakan, hareket kabiliyetini felç eden ABD, aynı şeyi IŞİD’e yapamaz mıydı? Besbelli yapabilirdi, ama yapmadı. ABD sanki ciğere uzanan kedinin burnuna fiske vurur gibi yaptı, ona “fazla ileri gitme” dedi; ama savaş yeteneğini yok etmedi. IŞİD’in uçaksavar, tank, top ve Hammar jiplerinden oluşan konvoyları düz Arabistan ovasında Musul’dan, Bağdat ve Kerkük yakınlarından Rakka’ya, Kobani’ye kadar mekik dokudu durdu. IŞİD’in el koyduğu petrolü, bir boru ağının yanı sıra, yüzlerce tankerle Türkiye’ye taşımasına da göz yumuldu.

 

Bu arada, ABD ve öteki batılılar, yer yer hava bombardımanı ile yetinip IŞİD’le kara savaşını hem Irak’ta, hem Suriye’de Kürtlere fatura ettiler. “Kürtler iyi savaşçılar” deyip onları övgüye boğdular. Elbet Kürtler ülkelerini savunuyor ve cesaretleri de anlaşılır bir şey. Bu dönemde, hiç değilse bu nedenle Batılı ülkelerden silah ve destek almaları da iyidir. Ama eğer IŞİD ve öteki bir dizi terör örgütü etkisiz kılınacaksa, dünya onların belasından kurtulacaksa, bunun salt Kürtlerin canı, fedakârlığı üzerinden olmayacağı açıktır. Bu fedakârlığı biraz da kendilerinin paylaşması gerekmez mi? Ama belli ki onların canı pek kıymetli ve bir dönem Baba Bush’un dediği gibi, “başkaları için bir askerlerinin bile burnunu kanatmaya” niyetleri yok…

 

Tam da bu aşamada Rusya’nın devreye girmesi, IŞİD ve öteki radikal örgütlere karşı mücadelesi daha etkili ve inandırıcı oldu. Rusya hem IŞİD’in petrol taşıma sistemini, hem onun, El Nusra’nın ve öteki rejim karşıtı unsurların askeri hedeflerini vurdu. Türkiye’yi rahatsız eden de işte bu durumdur. Türkiye’nin sınır ötesine yönelik planları ve Suriye’ye ilişkin katı, gerçekçi olmayan politikaları, sonunda onunla Kuzey komşusu Rusya’yı, hem de Güney sınırında karşı karşıya getirdi.

 

Bu sorun nasıl çözülecek, bundan böyle gelişmeler nasıl olacak? Kestirmesi zor. Ama son olup bitenlerle bölgede gerginliğin daha da büyüdüğü, yangının yayılma eğilimi gösterdiği ortada. Bizim çözüm konusundaki görüşümüz ve Suriye sorununa ilişkin önerilerimiz bilinen bir şey. Büyük güçler ve Suriye’nin komşuları, küçük hesapları ve yangına körükle gitmeyi bir yana bırakıp onu söndürmek ve adil bir uzlaşma zemini bulmak için çaba göstermeliler. Son olarak Viyana’da bir araya gelindi ve savaşı bir an önce durdurmak, bir geçiş hükümeti oluşturmak ve tüm tarafların kabul edebileceği bir uzlaşma zemini bulmak için bazı hedefler kondu. Bu yöndeki çabaları sürdürmek gerekiyor ve bu konuda hem ABD, AB, Rusya gibi büyük güçlere, hem Suriye’nin komşularına ve Ortadoğu’daki etkili devletlerin yöneticilerine görev düşüyor. Ama hem büyükler, hem orta boy olanlar bunu başarabilecekler mi? Hele hele Türkiye, İran, Suudi Arabistan yönetimleri böylesine çağdaş, adil bir adımın atılmasına yardımcı olurlar mı?

 

Zor biraz! Belli ki bu hamur daha çok su istiyor ve bölge halkları ne yazık ki acı çekmeye devam edecekler. Bu söndürülemeyen veya söndürülmeyen, bazılarının körükle gittiği yangının daha nelere yol açacağını ise yaşayıp göreceğiz.

 

--------------------------------------------

28 Kasım 2015

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 679

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.