IŞİD denen vahşi güruhun Güney ve Batı Kürdistan’a
yönelik saldırıları devam ediyor. Son birkaç günde Şengal yöresine, Haseki’ye
ve Kobani’ye yeniden saldırdılar.
Özellikle Kobani saldırısı beklenmiyordu. Bir süre
önce kent ve çevresindeki köyler onlardan temizlenmiş, sivil halkın bir bölümü
bu güvenle yöreye dönmüştü. Ardından Akçakale karşısındaki Girê Sipî’nin de bu
zebanilerden temizlenmesi moralleri daha da yükseltmişti.
Ne var ki IŞİD üç gün kadar önce Kobani’ye sürpriz
bir saldırı yaptı. Özgür Suriye Ordusu’nun Kobani savunmasına katkıda bulunmuş
Burkan El Fırat adlı birliklerinin ve bizzat YPG’nin üniformalarına bürünmüş
olan IŞİD’liler, böylece dost kılığında ve bir bölümü araçlarla kente sızarak
Kobani merkezine kadar geldiler, orada sivil halkı taradılar, bomba yüklü
araçları patlattılar ve evlere girerek çocuk-kadın demeden katliam yaptılar.
Bunun sonucu yüzlerce insanımız daha hayatını yitirdi ve yüzlercesi de ağır
biçimde yaralandı.
Bu, Kürt halkının yaşadığı yeni bir trajedidir ve
haklı olarak yoğun tepkilere ve öfkeye yol açtı.
Başlangıçta, IŞİD’in Kobani’ye Türkiye sınırından,
Mürşidpınar sınır kapısından sızdığına dair söylenti ve haberler yayıldı. Türk
yetkililer bunu yalanladılar, aksine, saldırının güneyden, Cerablus tarafından
yapıldığını ileri sürdüler. Bu konuda gerçek henüz aydınlanmış değil.
Saldırının, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
bölgedeki gelişmelere yönelik öfkeli söylemlerinin ve tehditlerinin ardından
gelmesi dikkat çekicidir.
Erdoğan,
IŞİD’in Gırê Sipî’den atılmasının ardından rahatsızlığını yüksek sesle dile
getirmiş, bunu Türkiye’nin güney sınırında bir devlet kurma çabası olarak
nitelemiş, PYD’yi bölgede etnik arındırma yapmakla suçlamış, DAİŞ’le PYD
arasında bir fark yoktur demiş ve neye mal olursa olsun bunu kabul
etmeyeceklerini söylemişti.
Bunlar çok açık sözler ve yalnız Kürtlere değil,
IŞİD’e karşı onlara destek veren ABD’ye ve diğer batılı ülkelere de tam bir
meydan okuma. Daha önce bölgedeki gelişmelere yönelik söylenip yapılanlar, IŞİD
dahil, cihatçı kesimin Türkiye sınırlarını kullanmasına, hatta barınmasına
sağlanan kolaylıklar, Suriye’de cihatçılara gönderilen silah ve cephane dolu
tırlar da hesaba katıldığı zaman, Türk hükümetinin bölgeye yönelik gözü kara
politikası son derece netleşiyor.
Türkiye
Suriye iç savaşına boğazına kadar dalmakla kalmıyor, aynı zamanda bir kez daha
Kürtlerin herhangi bir statü sahibi olmalarına şiddetle karşı çıkıyor.
Erdoğan’ın söz konusu talihsiz çıkışlarının
nedenini salt son seçimlerdeki kayba bağlamak da kanımca doğru olmaz. O benzer
çıkışları çok daha önce de yapmıştı.
Bu da gösteriyor ki asker ya da sivil, Kemalist ya
da İslamcı fark etmiyor; Türk devletinin Kürt karşıtı tutumu sürmekte. Değişen
bir şey yok.
Bu meselenin bir yanı. Diğer yanına gelince:
Kobani ve çevresinden ve Girê Sipî’den çekilmiş olsa bile IŞİD tehlikesi her
bakımdan devam etmekte. IŞİD’in nasıl ani baskınlar düzenlediği, partizan
yöntemlerini ustalıkla hayata geçirdiği ve ne denli acımasız olduğu bir sır
değildi.
Son Kobani olayları gösterdi ki bölgedeki
gelişmelerde kendi rolünü çok abartan PKK-PYD kesimi, hiç de sivil halkı
korumak ve yörenin güvenliğini sağlamak için tedbirli ve uyanık değil. IŞİD’in
kıyafet değiştirerek araç konvoylarıyla güvenlik noktalarını aşıp da kent
merkezine gelmesine engel olamıyor, hatta onları dost güçler sanıyor!
Daha da önemlisi tüm olan bitenlere rağmen PKK-PYD
kesiminin diğer Kürt örgütlerine, ENKS’ye karşı tutumunun değişmemiş olması.
PKK-PYD kesimi yörede Özgür Suriye ordusu ile ve
marjinal Türk solundan bazı unsurlarla pekala işbirliği yapıyor. Bunlar
bölgedeler. (Elbet, Kürt halkına dostluk ve dayanışma gösterenler sağ
olsunlar.) Esad yönetimi ile ilişkiler de bir güzel sürmekte. Rejimin asker ve
sivil yöneticileri Güneybatı Kürdistan’da iyi ağırlanıyorlar. Son olarak
Kamışlı yöresine rejimin bir askeri birliğinin konumlandığına dair haberler
medyaya yansıdı. Ama PKK-PYD’den çok önce, on yıllar boyu bölgede Kürt halkı
arasında örgütlü olup rejime karşı mücadele etmiş, nice bedeller ödemiş Kürt
partilerinin hem siyasal çalışmasına, hem de bu partilere yandaş binlerce
savaşçının bölgeye geçip silahlı mücadeleye katılmasına izin verilmiyor.
İnatla sürdürülen bu tutum bölgede Kürt halkının PKK-PYD’ye
güven duymamasına ve direnişin zayıf kalmasına yol açıyor.
PKK öte yandan, Başkan Barzani’nin ve Güney
Kürdistan Hükümeti’nin tüm iyi niyetine, Güneybatı Kürdistan’a sağladığı askeri
ve diplomatik desteğe rağmen Güney’e ve Başkan Barzani’ye yönelik karalama
kampanyalarına ara vermiyor.
PKK bir yandan da Doğu Kürdistan örgütlerine
zorluklar çıkarıyor. Kısa süre önce KDP-İran partizanlarına yönelik engelleme
ve saldırısı buna örnektir.
Bunlar yurtsever bir örgütün izleyeceği
politikalar değil. PKK bir yandan tüm Ortadoğu’ya demokrasi getirme gibi gerçek
dışı, tümüyle hayal unsuru abartmalarla kendisini ve kitleleri oyalarken, diğer
yandan Kürt halkına ve diğer Kürt örgütlerine karşı asgari demokratik tutumu ve
hoşgörüyü göstermiyor. Bu hiçbir çuvala sığmayacak yaman bir çelişkidir.
Kobani’de, Girê Sipî’de ve tüm öteki yerlerde Kürt
halkının değerli evlatlarının yürekli ve cansiperane mücadelesi elbette Tüm
Kürtlerin sevgi ve saygısını hak ediyor. Burada yitirilen canlar bizimdir. Ama
PKK-PYD Kürt halkının ve dostlarının bu sevgi ve desteğini, bu fedakarlığını
kötüye kullanmamalı. Kürdistan’da tekel kurma adına yıllardır izlediği bu
despotça tutuma artık son vermeli.
Kürt halkının Güneybatı Kürdistan’daki
mücadelesini başarıyla sonlandırması ve tüm engel ve zorluklara rağmen hakkı
olan statüyü elde etmesi de buna bağlıdır.
29 Haziran 2015