Bir önceki yazımda Kürt sorununun çözümüne ilişkin
durumu Hükümet ve PKK açısından değerlendirmiştim. Vardığım sonuç şuydu: Ne
yazık ki her iki tarafın da çözüme ilişkin yeterli bir projesi yok. Ne adına
“çözüm ve barış” denen bu süreci başlatmış olan mevcut hükümet sorunun
boyutlarına uygun eşitlikçi bir çözümü düşünmekte, ne de PKK. Hükümeti oyalama
politikası izlemekle suçlayan PKK’nin kendisinin de çözüm adına önerdikleri
dişe dokunur şeyler değil; o da sonuçta Kürt kamuoyunu oyalamakta.
Peki bu alanda muhalefetin tutumu ne?
Türkiye’nin en büyük sorunu olan, Osmanlı dönemi
bir yana, Cumhuriyet dönemi boyunca yüzyıla yakındır süregelen, ülkeye bunca
büyük bedellere mal olan bu sorunun çözümü muhalefeti ilgilendirmiyor mu? Onun
çözüme ilişkin öneri ve projeleri ne?
Bu konuda MHP’nin tutumu belli. Milliyetçiliği
kendisine bayrak edinmiş bu parti bir Kürt sorunu olduğunu bile kabul
etmemekte, onu bir terör sorunu saymakta. Öyle olunca da baskı ve savaştan
başka bir çözüm projesi yok. MHP varlığını bir bakıma bu şoven politika üzerine
kurmuş; bu nedenle bu çağdışı tutumun değişmesi de zor.
Çözüm konusunda asıl sorumluluk taşıması gereken
parti, Ana muhalefet Partisi CHP. Üstelik CHP kendisini sosyal demokrat olarak
niteliyor. Ülke demokratikleşecekse, barışa ulaşacaksa onun, ülkenin yüz yüze
olduğu sorunlar konusunda daha kapsamlı, ileri, cesur projelerle ortaya çıkması
gerekmez mi?
Ne yazık ki CHP şimdiye kadar bunu başaramadı.
CHP Kürt sorunuyla ilgilenmedi değil. Kıyamet
koparken ilgilenmemesi olanaksızdı. Son yıllarda o da bazı “çözüm paketleri”
önerdi. Ancak bunlar sorunun boyutlarına uygun, temel hakları içeren öneriler
olmaktan uzak, palyatif nitelikte öneriler oldu hep. Daha da kötüsü CHP,
hükümetin bu alanda attığı bazı küçük, ama olumlu adımlara bile destek vermedi.
Örneğin TRT 6’in açılmasına karşı çıktı. Baykal’ın, “Türk halkının ödediği vergilerle böyle bir
kanal açılamaz!” deyip gösterdiği şiddetli tepki hatırlardadır. Yine
daha bir yıl öncesi şu meşhur ırkçı-şoven “Andımız”ın kaldırılması sırasında da
CHP’nin buna gösterdiği tepki malumdur.
CHP’nin son olarak” toplumsal barış ve demokrasi”
için önerdiği, Kürt sorununu da içeren 70 maddelik demokratikleşme paketi
özerinde durmak istiyorum.
Bu pakette, Kürt sorununun temel ve eşitlikçi bir
çözümüne elvermese bile birçok olumlu öneri var. Örneğin pakette dile getirilen
öneriler arasında şunlar var:
1. Seçim barajının % 3’e
düşürülmesi;
2. Siyasetteki dil
yasaklarının tamamen kaldırılması;
3. Siyasi partilere devlet
yardımının tüm siyasi partileri kapsayacak şekilde adil olması;
4. Travma yaratan kışla,
park, sokak ve meydan isimlerinin değiştirilmesi;
5. Geçmişte değiştirilen köy,
bucak, ilçe ve diğer yerleşim yerleriyle coğrafi adların, yeni adlarıyla
birlikte kullanılması; (Bu öneri yeni adları koruduğu için, bir yanıyla
olumsuz);
6. Dersim olaylarının tüm
boyutlarıyla araştırılması için Dersim arşivlerinin devletin ilgili tüm
kurumlarından alınıp TBMM’de toplanarak halka ve araştırmacılara açılması;
7. 21 Mart gününün Nevroz
Bayramı olarak, tatil ilan edilmesi;
8. Eski Diyarbakır
Cezaevi’nin “İnsan Hakları ve Demokrasi Müzesi”ne dönüştürülmesi;
9. Koruculara kamuda başka
alanlarda istihdam olanağı getirilerek, koruculuk sisteminin kaldırılması;
10. Boşaltılan yerleşim
yerleri nedeniyle mağdur olan vatandaşlara yardım yapılmasını öngören 5233
Sayılı Yasa’nın yeniden düzenlenerek, mağduriyetlerin giderilmesi ve köye
dönüşlerin önünün açılması;
11. Mayınlı arazilerin
temizlenip, yoksul köylüye tarımsal faaliyetler için tahsis edilmesi;
Görüldüğü üzere bu önerilerin her biri olumlu ve
hükümetle bir uyum birliği sağlanması halinde hayata geçirilebilecek
önerilerdir. Ancak bunlar sorunun esastan çözümünü sağlayabilecek adımlar
değil. Kürt sorununun çözümü şu iki temel adımı içeren köklü bir reformu
gerektirir:
1- Kürt
halkı nüfusun çoğunluğunun oluşturduğu coğrafya’da, yani Kürdistan’da kendi
kendini yönetme hakkına sahip olmalı. Bu federal bir yapılanmaya sağlanabilir.
2- Kürtçe,
Türkçenin yanı sıra eğitim dili, aynı zamanda resmi dil olmalı.
CHP adına Genel Başkan Yardımcısı Sezgin
Tanrıkulu’nun TBBM’ye sunduğu teklifin gerekçesinde şu ifadeye yer verilmekte:
“Türkiye’nin en önemli meselelerinden olan Kürt
sorunu, eşit yurttaşlık ve demokrasi temelinde kalıcı bir şekilde çözüme
kavuşturulmalıdır. Temel bir insan hakkı olarak anadil öğretimi desteklenmeli,
tüm seviyelerde resmi dil ve ortak dil olan Türkçe’nin eğitimi ve öğretiminin
yanı sıra, anadilde eğitim de çocuğun yararını gözeten, bilimsel, pedagojik bir
yaklaşımla ele alınıp çözülmelidir.”
Burada anadilde eğitimden söz ediliyorsa da ifade
oldukça muğlak, sınırları belirsiz. Şu anda geçerli olan seçmeli dil dersinin
de anadil öğrenimi sayıldığını unutmamak gerekir. Gerçek anlamda anadilde
eğitim ilkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim sürecini kapsar. Ayrıca Türkçe
“tüm seviyelerde resmi dil ve ortak dil” olarak niteleniyor. Bu anlayışla
eşitlikçi bir çözüm sağlanamaz.
CHP’nin bu demokratikleşme önerisi, sorunun çözümü
bakımından yetersiz olsa bile, daha önceki yıllardaki tutumuna oranla ileriye
doğru olumlu bir değişim sayılabilir. Ancak SHP’nin 1993 yılındaki bir
çıkışının bundan daha ileride olduğunu da hatırlatmak isterim.
Malum, 12 Eylül sonrası, tüm partiler gibi, AP ve
CHP de yasaklanmıştı. Onların yerine aynı tabanı ve benzer programları paylaşan
başka partiler sahneye çıktı. CHP tabanı Halkçı Parti adıyla örgütlendi ve daha
sonra Sosyal demokrat Halkçı Parti`ye (SHP) dönüştü. Genel Başkanlığını Erdal
İnönü yapmakta idi.
1993 yılında Cumhurbaşkanı Özal’ın girişimi ve
Celal Talabani’nin aracılığıyla Abdullah Öcalan ikna edildi ve PKK 17 Mart
1993’te tek yanlı silahları susturdu. Bu PKK’nin ilk ateşkesi idi. Ertesi gün
yine Sayın Celal Talabani’nin önerisiyle ben ve Abdullah Öcalan Şam’da buluştuk
ve 19 Mart 1993’te bir protokol imzalayıp kamuoyuna açıkladık. Protokolde çözüm
olarak federal biçim isteniyor, ayrıca Türk devletine 10 maddelik bir acil
demokratikleşme paketi öneriliyordu.
Ateşkes ve hemen ardından gelen protokol ve bu
protokol yoluyla Türk hükümetine yaptığımız çözüm önerisi hem Kürt hem de Türk
kamuoyunda, aynı zamanda uluslararası planda olumlu bir etki yaptı.
Aydın ve sanatçıların oluşturduğu ve başını Aziz
Nesin’in çektiği bir inisiyatif 62 imzalı bir bildiri yayınladı ve barış için
bir fırsat doğduğunu söyleyerek hükümeti, Kürt sorununun demokratik ve adil
çözümü için adım atmaya çağırdı. Aralarında Ercan Karakaş ve Mümtaz Soysal’ın
da bulunduğu SHP’li 36 milletvekili ise 13 Nisan 1993’te bir deklarasyon
yayınlayarak hükümete çağrıda bulundular, „akan kanın tamamen durması, barış
ortamının geliştirilmesi ve kalıcı hale getirilmesi için“ şu istemleri dile
getirdiler:
«- Silahlar sürekli olarak susturulmalı,
demokratik siyasal mücadele yolu benimsenmelidir.
«- Bahar operasyonları diye ifade edilen yaygın
söylentinin önüne geçilmeli, halkı tedirgin eden, göçe zorlayan ve barış
ortamına zarar veren iç operasyon hareketleri durdurulmalıdır.
«- İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Helsinki
Nihai Senedi, Avrupa İnsan Hakları Sözlmeşmesi’ne uygun bir anlayışla, AGİK
süreci ve Paris Şartı’na uygun olarak Anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalı,
Türkiye bütünlüğü içinde Kürt halkının meşru istemi olan kendi kimliği ile
kendisini ifade etmesi sağlanmalıdır.
«- Şiddet ortamının sonucu olarak ortaya çıkan
olağanüstü duruma son verilmeli, olağanüstü halin yarattığı kurumlar ve bu
ortamdan dolayı uygulamaya konan birçok anti-demokratik yasa ortadan
kaldırılmalıdır.
«- Kürt halkının anadili ile eğitim olanağı ile
radyo-TV yayını yapma olanağı sağlanmalıdır.
«- Demokratikleşme yolunda atılması düşünülen
adımlar hızlandırılmalı, cumhuriyet tarihinde belli zamanlarda uygulamaya
konulan şartsız genel af yasası ile demokratik siyasal ortam desteklenmeli ve
güçlendirilmelidir.
«- Bölgeden göçü durduracak ekonomik ve toplumsal
iyileştirmeler hızlandırılmalı; bölge çalışılabilir ve yaşanabilir bir ortama
kavuşturulmalıdır.“
SHP Genel Sekreteri Cevdet Selvi de bu açıklamayı
desteklediğini bildirdi. SHP’nin hükümet ortağı olması bu açıklamayı daha da
önemli kılmakta idi.
Görüldüğü üzere bu öneriler birçok yönden, hem AK
Parti hükümetinin son 10 yılda Kürt sorunuyla ilgili attığı adımlardan, hem de
CHP’nin son dönemde dile getirdiği ve yukarıda yeni bir örneği verilen
demokratikleşme istemlerinden daha ilerdedir. Anayasa değişikliği ile
uluslararası sözleşmelere uygun biçimde Kürt halkının kendi kimliği ile
kendisini ifade etmesi, anadilde eğitim ve genel af önerilmektedir.
Eğer 33 silahsız askerin öldürülmesiyle sonuçlanan
Bingöl eylemiyle, Özal’ın ve ona destek veren bazı asker ve sivil bürokratların
kuşkulu ölümleriyle sabote edilmeseydi, ülkedeki barış hareketi daha da
güçlenip kitleselleşebilirdi. Ama söz konusu Bingöl eylemi bunu bıçak gibi
kesti. Aynı şey, Kürt sorununun barışçı çözümü için uluslararası planda oluşan
olumlu havanın ve çabaların da sönmesine yol açtı.
O günden bu yana, özellikle son on yılda
yaşadığımız bazı olumlu değişikliklere, sorunun nispeten daha özgürce
tartışılmasına, çözüm yönündeki kim açılım ve çabalara rağmen, fazla bir yol
aldığımız söylenemez.
Çözüm için, iktidar ve muhalefet olarak ülke
politikasında önemli bir rol üstlenenlere daha geniş bir vizyon ve cesaret
gerekiyor. Ortadoğu böylesine kaynarken, Sorunlarını barışçı yöntemlerle ve
demokratik ilkelere uygun biçimde çözemeyen Irak ve Suriye tam bir yıkıma
uğrayıp bölünmenin eşiğine gelmişken, değişim dalgası çoktan Türkiye’nin
kapılarına dayanmışken bu sorunun çözümü daha fazla ertelenemez.
Devlet adamlığı, liderlik, ileri görüşlülük,
tarihsel dönüşüm gereğinin kapıya dayandığı böylesi anlarda kendini gösterir.
Bunu başaranlar tarihe geçer, saygıyla anılır, başaramayanlar ise yaşanacak
daha ağır yıkımın, boş yere ödenecek daha ağır bedellerin vebalini taşırlar.
Kemal Burkay
29 Aralık 2014
Kaynak: www.dengekurdistan.nu