Değerli okurlar,
Aşağıdaki röportaj Sabah Gazetesi’nden Uğur
Yıldırım ile Nisan ayı sonunda yapıldı; ama yayınlanmadı. Nedenlerini tahmin
edersiniz. Cevaplarım gazetenin hoşuna gitmemiştir. Gazeteler bakımından bunu
ilk kez yaşamıyorum elbet. Bu ülkede, iktidar yanlısı olsun karşıtı olsun,
medyanın durumu geçmişten beri bu. “Özgür basın” bir laf-u güzaf, “bağımsız
yargı” gibi… Son seçimlerde HDP’nin özel medyası gibi davranan Doğan
Medyası’nın bize kapıları kapaması gibi…
Sabah’tan bir başka gazeteci, seçimlerden kısa
süre önce bir kez daha benimle söyleşi yapmak istedi. Daha önce yapılmış
söyleşinin yayınlanmadığını söyleyip kabul etmedim.
Söyleşiyi ise, geç de olsa yayınlamayı uygun
buldum. Okurlar bana ne sorulduğunu ve hoşa gitmeyen cevaplarımı bilsinler…
10 Haziran 2015
-HDP’nin 7 Haziran Genel seçimleri öncesinde
açıkladığı seçim bildirgesini nasıl buldunuz? Bildirgede yer alan “Ortak vatan”
ve “Silahsız çözüm” ve “demokratik özerklik” taleplerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bu bildirgede Kürt sorununun çözümünü amaçlayan
dişe dokunur öneriler yok. Öteden beri söylüyorum, dünkü BDP’nin ve bazı sol
grupların eklemlenmesiyle oluşan bugünkü HDP’nin Kürt sorununun çözümüne
yönelik bir projesi yok. Demokratik özerklik” dedikleri şey, bir kere terim
olarak manasız. Literatürde böyle bir terim yok, “özerklik” terimi var.
Özerklik ise otonomi demektir. Eski dilde buna muhtariyet denir. Öcalan’ın
piyasaya sunduğu, PKK’nin ve onun izindeki legal örgütlerin sahiplendiği
“demokratik özerkliğin” ise içi boş. Kendilerine sorulduğu zaman “toprak,
sınır, bayrak gerekmez, Türkçe yine tek resmi dil olsun” diyorlar. Dünyada
böyle bir özerklik yoktur. Özerk ya da otonom bölgenin elbet sınırları olur,
üzerinde gerçekleşeceği bir toprak olur, bir bayrağı ve eğer dili farklıysa
resmi dili olur. Dünyada bunun yüzlerce örneği var. Ama toprağı, sınırı,
bayrağı, resmi dili olmayan bir özerk bölge örneği yoktur. Özerk yönetim havada
kurulmaz. Özetle, bu demokratik özerkliğin içi boştur.
“Ortak vatan”, “demokratik millet” gibi
belirlemeler, Kürt sorunun özünü gizlemek, geçiştirmek için bulunmuş tabirler.
Nasıl her halkın bir vatanı varsa Kürtlerin de var. Kürtlerin, geçmişten beri
üzerinde yaşadığı bir coğrafya var ve bunun adı Kürdistan. Kürt sorununu çözmek
isteyen bu adı gizlemek için çaba göstermez. “Demokratik Millet” tabirine
gelince, bu da terminolojide olmayan, manasız ve uydurmasyon bir terim ve yine
Kürt halkının millet olarak varlığını gizlemek için uydurulmuş.
-HDP’nin
yüzde 10 barajını geçerek meclise gireceğini düşünüyor musunuz?
Şu anda sınırda görünüyor. Barajı geçmesi ihtimali
de var, baraj altında kalma ihtimali de.
-Kürt
sorununun çözümü nasıl olacak? Kürtlerin Türkiyelileşme çabası Kürt sorununu
çözecek mi?
Bu “Türkiyelileşme” tabiri boşuna ortaya çıkmadı.
Bu, Kürtleri Türkleştirme politikasının yeni versiyonudur. Bir partinin Türkiye
çapında siyaset yapması başka şeydir, Türkiyelileşmek ya da Türkleşmek başka
şeydir. Biz de HAK-PAR olarak, Türkiye çapında siyaset yapıyoruz, bu doğaldır. Programımızda
hem Kürt sorununun çözümü hem de Kürtleri ve Türkleri ilgilendiren diğer tüm
sorunların çözümüne yönelik bölümler var: Alevi sorunu, kadın sorunu, çevre
sorunları vb… Aynı zamanda Ortadoğu’nun bütününe ve dünya sorunlarına ilişkin
de görüş ve önerilere sahibiz. Yani bir bölgeye sıkışmış, lokal bir parti
değiliz.
Öte yandan böyle olması, bu ülkede çok büyük bir
sorun olan ve geçmişten kalan Kürt sorununu yok veya önemsiz saymayı
gerektirmez. Kürtlerin eski bir dilleri ve kültürleri var. Üzerinde
yaşadıkları, ama zaman içinde Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında dört
parçaya bölünmüş bir ülkeleri var. Kürtler bir ulustur. Sorunun çözümü ise Kürt
gerçeğini olduğu gibi kabul etmek ve bu halka meşru ve doğal haklarını
tanımakla olur: Kendi kendini yönetme, dilini hayatın her alanında özgürce
kullanma, ülkesinin doğal kaynaklarından yararlanma vb.
Kendi kendini yönetmenin, diğer bir deyişle
kaderini özgürce belirlemenin çeşitli biçimleri var: Bağımsız devlet,
federasyon veya otonomi. Biz HAK-PAR olarak mevcut koşullarda, Türkiye
sınırları içindeki Kürdistan parçasında (Kuzey Kürdistan) federal çözümün en
iyi biçim olduğu kanısındayız. Her iki halk, Kürtler ve Türkler böyle bir yapı
içinde yan yana, bir arada barış içinde yaşayabilirler. Bunun için bugüne kadar
izlenen, inkar ve baskıya dayanan yanlış politika değişmeli, yeni ve demokratik
bir anayasa ile ademi merkeziyetçi bir sistem benimsenmeli, Kürdistan federe
bir statüye kavuşmalı, Kürtler seçimle kendi yerel yönetimlerini oluşturmalı,
Kürtçe Türkçenin yanı sıra resmi dil ve eğitim dili olmalı.
Ülkeye barış da ancak bu şekilde gelir ve
kaynaklar artık savaşa ve yıkıma değil, gelişmeye yönelir.
Özetle, Kürt sorununun çözümü için Kürtlerin
Türkleşmesi veya Kürdistan’ın yok sayılması gerekmez. Bu geçmişten beri denenen
yanlış politikadır. Birarada barış içinde yaşama ancak her halkın; dil, kültür
ve inanç bakımından farklı grupların birbirlerinin varlığına, farklarına saygı
göstermesiyle olur.
-Çözüm
sürecine PKK-HDP-KCK üçgeninin dışında kalan Kürtler nasıl bakıyor?
PKK-HDP veya KCK dışındaki Kürt örgütlerinin
sürece yönelik bakış açıları farklı. Genellikle Öcalan’la veya PKK ile
görüşmelerden bir çözüme varılacağına inanmıyorlar. HAK-PAR olarak bizim de
görüşümüz bu. Çözüm süreci ne yazık ki daha başından beri bize güven vermedi ve
ben bu sürece ilişkin olarak iyimser olamadım; daha baştan bunu dile getirdim.
Çünkü ne hükümetin ne de çözüm sürecinde muhatap alınan PKK-BDP kesiminin (daha
sonra HDP) çözüme yönelik net, yeterli bir projesi yok. Hükümet, bu süreçle
PKK’ye silah bıraktırmayı amaçlamış görünüyor. Biz PKK’nin silah bırakmasına
karşı değiliz, aksine bunu istiyoruz. Ama tek başına bu çözüm demek değildir.
Çözüm Kürt halkının temel haklarını tanımakla olur.
-Kürt
sorununun çözümü sürecinde diğer partilerin pozisyonunu nasıl
değerlendiriyorsunuz? CHP, MHP gibi mecliste yer alan partilerin bu sürece
katkı yaptığını düşünüyor musunuz?
MHP’ye göre zaten bir Kürt sorunu yok; öyle olunca
ondan olumlu bir tutum beklenemez. CHP’ye gelince, o da Kürt sorununu gerçek
boyutlarıyla ele almıyor ve sorunun çözümüne yönelik kapsamlı bir projesi yok.
Hatta her iki parti geçmişte AK Parti’nin attığı bazı olumlu adımlara bile
(TRT-Şeş’in açılması, “Andımız”ın kaldırılması gibi) şiddetle karşı çıktılar.
-Ağrı/Diyadin
yaşanan olaylar provokasyon olarak değerlendirildi. Siz Diyadin olayını nasıl
ele alıyorsunuz? Çözüm sürecini kimler provoke ederek sonlandırmaya çalışıyor?
Provokasyonların devam edeceğini düşünüyor musunuz? Dış güçler KCK ile sürece
ne kadar müdahil oluyor?
Diyadin olayı bir provokasyon muydu, yoksa
kendiliğinden yaşanan, ama gerilime yol açan bir olay mıydı, bilemem. Çözüm
sürecini sabote etmek isteyen iç ve dış güçler öteden beri vardır. Seçime
girilen şu dönemde bu risk daha da fazladır. Örneğin daha dün Hakkari’de korucu
olan bir muhtar öldürüldü. Bence tüm kesimlerin bu konuda uyanık olması
gerekiyor. Birileri bu tür cinayetleri işleyip başkalarına yükleyebilir,
böylece gerilim yaratmak, çatışma ortamını tazelemek isteyebilirler.
-Dolmabahçe
deklarasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Öcalan’ın silah bırakma gündemli
kongre çağrısını nasıl ele almak gerekir? Seçim öncesi kongrenin toplanacağını
düşünüyor musunuz?
“Dolmabahçe Deklarasyonu” gerçekte neyin nesiydi,
tartışılır. Görünüşte bir masa etrafında bir araya gelindi, Öcalan’ın, Kürt
sorununun dışında her şeye değinen, Türkiye’ye, Ortadoğu’ya ve dünyaya
demokrasi getirecek olan(!) garip “10 maddesi”nin müzakere edilmesi benimsendi.
PKK de kongresini toplayıp silahlı mücadeleye son verecekti… Ama bizzat
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu deklarasyondan rahatsızlığını dile getirdi ve son
olarak ortada bir masa olmadığını açıkladı. Seçim öncesi bir PKK kongresi
hazırlığı ise ortada görünmüyor.
-Silah
Bırakmadan süreç ilerleyebilir mi?
Az önce de değindiğim gibi, Hükümet bakımından
süreçten amaç zaten PKK’ye silah bıraktırma olarak görünüyor. Öyle olunca
bundan Kürt sorununun çözümü gibi bir sonuç beklemek gerçekçi değil. PKK’nin
silah bırakması ise, Öcalan bunu istediğine ve Cemil Bayık da “İki taraf da
savaşla bir sonuç alamadı, Türkiye’ye karşı neden savaşalım” dediğine göre, pek
zor değil. Bence Türkiye devlet olarak bir af çıkarmalı, böylece dağdakiler
inmeli, hapistekiler çıkmalı ve yurt dışındakiler dönmeli. Siyasetin yolları
zaten açık; BDP, HDP bunun örneği.
-Güney
Kürdistan’da KCK’nın Barzani ile yaşadığı kavgayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK bir Kuzey örgütü, Güney’in işlerine karışması
doğru değil. Her parçanın koşulları farklı, orada özgürlük mücadelesi veren
kendi örgütleri var ve her parçada mücadele farklı yol ve yöntemler
izleyebilir.
Güney Kürdistan da kendi yolunu izledi ve
elverişli bölgesel ve uluslararası koşullarda önce otonom, sonra federal bir
statü kazandı. Bölgesel parlamentosu ve hükümeti var. PKK sınır bölgelerinde
örgütlenmiş olsa bile bu parçanın içişlerine karışmamalı. Ama geçmişte birçok
kez karıştı ve onlarla savaştı. Bugün de Güney’de sorunlar çıkarıyor ve yanlış
yapıyor. Bu yanlış politika ise hem Güney’e, hem de bir bütün olarak Kürt
hareketine zarar veriyor.
30 Nisan 2015