• Ana Sayfa
  • »
  • ÇÖZÜM VE BARIŞ UMUDUNDAN HENDEK SAVAŞLARINA

ÇÖZÜM VE BARIŞ UMUDUNDAN HENDEK SAVAŞLARINA

“Ölüsü işimize yaramaz; herkes kullanıyor, biz neden kullanmayalım?..”

 


 

Uzunca bir dönem “Çözüm ve Barış” denen süreçle oyalandık. Gerçi bu süreç kesintili oldu; zaman zaman silahlar sustu, PKK ile veya legal plandaki uzantılarıyla açık ya da kapalı görüşmeler oldu, zaman zaman ise görüşmeler kesildi ve çatışmalar tazelendi.

 

Ama 6-7 ay öncesine kadar hep, şiddetin sona erebileceğine dair bir umut vardı. Şimdi ise Kürt kentlerini saran ve “hendek savaşları” denen çatışmalarla sanki başa, 1990’lı yıllara dönülmüş gibi… Kentler yakılıp yıkılıyor, iki taraftan genç insanlar ve arada çocuk, kadın ve yaşlı demeden siviller hayatını yitiriyor, halk kitleler halinde göç ediyor.

 

Tam da Kürt sorununun çözümü ve barış konusunda belli umutlar doğmuşken neden olaylar böylesine olumsuz bir yöne evrildi? Şimdi herkes bunu tartışıyor.

Aslında gelinen durum hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü ne bazı çevrelerin “Kürt Siyasi Hareketi” diye niteledikleri PKK ve onun legal plandaki yandaş örgütlerinin ne de bu süreci başlatan Ak Parti hükümetinin, Kürt sorununun çözümüne yönelik yeterli bir projeleri, hatta niyetleri yoktu.

 

PKK bakımından, ortaya çıktığı 1970’li yıllardan 1999 başına kadar olan dönemi, yani PKK’nin sözde bağımsız Kürdistan için savaştığı, şiddeti temel mücadele biçimi saydığı, kendisini Marksist-Leninist olarak nitelediği dönemi bir yana bırakalım. Öcalan’ın, Türkiye ve ABD’nin baskısıyla Suriye’den çıkarılıp, bir süre sığınacak ülke aradıktan sonra yakalanıp, Türkiye’ye getirilip İmralı’ya konduktan sonraki 16 yıllık döneme bir göz gezdirelim.

 

Öcalan yargılama sürecinde pişman olduğunu, devlete hizmete hazır olduğunu, silahları susturacaklarını ve bir daha ellerine almayacaklarını söyledi. Bunun ötesinde o güne kadar dile getirdiği siyasi taleplerinden 180 derece dönüş yaptı, “ne bağımsızlık, ne federasyon, ne otonomi istiyorum, bunlar modası geçmiş ilkel taleplerdir,” dedi, “demokratik cumhuriyeti” ve Kemalizmi savunur oldu. Yani o güne kadar izlediği mücadele tarzını ve taleplerini, savunur göründüğü Marksist ideolojiyi bir yana bıraktı. PKK’nin adını bile terk etti, bir barış güvercini kesildi.

PKK de bütün bunlara uydu, adını değiştirip KADEK, sonra Kongra Gel yaptı. İstek üzerine silahlı güçlerini sınır ötesine, Güney Kürdistan’a taşıdı. PKK silahları tümden bırakmaya da hazırdı, Öcalan bunu önerdi, partisi benimsedi; ama ilginçtir, devlet bunu istemedi. Türk devleti her bakımdan denetimine aldığı Öcalan’ı ve PKK’yi bitirmektense, onlar eliyle Kürt ulusal hareketini tümüyle pasifize etmeyi düşündü. O dönemin başbakanı Ecevit’in, idam cezasını kaldırırken Öcalan’la ilgili söylediği şu sözler bu politikayı pek güzel açıklıyor:

 

“Ölüsü işimize yaramaz; herkes kullanıyor, biz neden kullanmayalım?..”

 

Diğer bir deyişle Türk Devleti, PKK üzerindeki etkinliğine bakarak Öcalan’ı bir sihirli değnek gibi kullanmak istedi. Bu nedenle, Türkiye’ye getirildikten sonra tam anlamıyla teslim olan Öcalan’ın Kürt toplumu içindeki itibarının sıfırlanmaması için onu, “ulusal önder”, “irademiz”, güneşimiz” diye daha da parlatan bir kampanya açıldı.

 

PKK gerçekten de 4-5 yıl süreyle tek kurşun sıkmadı.

 

Türk devleti PKK’nin silahlı güçlerini muhafaza edip bu gücü sınır ötesine, Güney’e geçirirken, orada Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne karşı kullanmayı planlamıştı. PKK daha önce de 1992’den 1998’e kadar güneyli Kürtlerle savaşmış ve bölgeye bir hayli zarar vermişti. Ama ABD’nin 2002’de Irak’ı işgali bu planı bozdu. Daha sonra PKK Türkiye’deki iktidar kavgasında kullanıldı.

 

Kemalist-militarist kesim AK Parti’nin 2002’de iktidar olmasını istememiş, ama engelleyememişti. Bu kez onu devirmek için ordu içinde hareketlenmeler başladı, bir dizi cunta girişimi görüldü. İşte bu aşamada, 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde olduğu gibi darbeye uygun bir ortam yaratmak için kontroldeki bazı güçlere, bu arada PKK’ye de gerek duyuldu ve 2004’te İmralı’dan gönderilen direktifle PKK savaş konumuna geçirildi, yeniden bölgede çatışmalar başladı.

 

Ne var ki bu kez iç ve dış koşullar uygun değildi, darbe yapılamadı. O güne kadar, aynen generaller ve öteki partiler gibi modaya uyup “Kürt sorunu yok” diyen AK Parti, oynanan oyunu gördü ve diğer demokrasi güçlerinin yanı sıra, Kürt halkını da yanına çekmek için yeni bir pozisyon aldı. Erdoğan 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “PKK’den ayrı olarak bir Kürt sorunu var ve bu sorun şiddet yöntemleriyle çözülmez,” dedi. Bu çıkış demokratik çevrelerde ve özellikle Kürt kamuoyunda olumlu karşılandı.

 

2009 ilkbaharında Cumhurbaşkanı Gül, “ortam Kürt sorununun çözümü için uygun, devlet kurumları arasında uyum var,” dedi. Bunu Başbakan Erdoğan’ın benzer açıklamaları izledi. Bu kez, barış ve çözüm yönünde daha yaygın bir iyimserlik havası oluştu.

 

Kendi payıma ben hiç de iyimser ve umutvar değildim. Çünkü görüşmeler PKK ile sürdürülmekte idi. PKK ise, Öcalan’ın yakalanmasının ardından Kürt sorununun çözümüne yönelik taleplerini çoktan rafa kaldırmıştı. Hükümetin niyeti ve çabası ise PKK’ye silah bıraktırmaktan ibaretti. Gerek Cumhurbaşkanı Gül, gerek hükümet bunun için koşulların olgunlaştığı kanısında idiler.

 

Bu arada cunta girişimleri akamete uğratılmış, Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarıyla ordunun sivil siyaset üzerindeki vesayeti kırılırken hükümet güçlenmiş ve hem MİT’in, hem İmralı’nın denetimi de hükümete geçmişti.

 

Bu kez de Ak Parti, PKK’ye silah bıraktırmak için Öcalan’ı bir sihirli değnek gibi kullanmaya çalışmaktaydı. Nasıl olsa PKK ve yandaş kuruluşları iradelerini Öcalan’a teslim etmişlerdi…

 

Ne var ki bu sorun çözücü bir plan ve proje değildi. Bununla PKK silahları bıraksa bile Kürt sorunu çözülmüş olmayacaktı. Ama bu sözümona kurnazca planla PKK’nin silah bırakması bile sağlanamadı. Daha öncekilerin düştüğü yanlışa AK Parti hükümeti de düşmüş, Öcalan’a aşırı büyük bir rol vermişti. Oysa Öcalan taraftarlarınca bir puta çevrilmiş olsa bile, örgüt üzerinde etkisi olan tek aktör değildi. Ergenekon gibi derin devlet unsurlarının, Suriye’nin, İran’ın ve daha başkalarının da PKK içinde eli ve etkisi vardı; bunlardan her biri örgütü kendi çıkar ve hesaplarına göre yönlendirmeye çalışmakta idi.

 

Bu nedenledir ki, Öcalan’ın çağrısına rağmen, PKK silahlı güçlerini tümden sınır ötesine çekmedi ve muhtemel bir yeniden çatışma dönemine göre kendisini hazırladı, şehirlerde örgütlendi, silahlı yığınak yaptı. PKK içindeki veya dışındaki söz konusu güçler süreci sabote etmek için öteden beri fırsat kollamakta idiler. Bu kesimler, 7 Haziran seçimleri öncesinden başlayarak çeşitli provokasyonlar sergilediler. Buna bölgedeki yeni büyük istikrarsızlık unsuru IŞİD de katıldı.

 

7 Haziran’ın iki gün öncesi Diyarbakır’da HDP mitinginin bombalanması, seçimlerin ardından Suruç katliamı, bu eylemlerin en büyükleri idi. Bunu Ceylanpınar’da iki polisin evlerinde infazı izledi. PKK bu eylemi sahiplenince ipler koptu ve yeniden başlayan operasyonlarla birlikte şiddet tırmandı, kentler savaş alanına döndü, bugünkü dehşet verici durum oluştu.

 

Adına “çözüm ve barış süreci” denen bu sürecin daha başlarında, 2009 yılı baharında yazdığım iki yazıda bu konudaki kaygılarımı net biçimde dile getirmiştim. Hem PKK’nin, hem hükümetin çözüme yönelik bir projelerinin olmadığını dile getirmiş ve bununla ne çözümün ne barışın sağlanamayacağını söylemiştim.

 

“Barış ve Çözüm Ortamı Var mı?” ve “Kelepir Fiyatına Çözüm” başlıklı bu iki yazımı, bir kez daha peş peşe yayınlayacağım. Öyle ki daha önce okumamış arkadaşlarım ve okurlarım bilgilensin, okumuş olanlar ise hafızalarını tazelesinler.

 

23 Aralık 2015

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 1114

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.