Bugünlerde, şu darbe girişiminin savuşturulmasının
ardından yine çokça birlik sözü ediliyor. Başta sayın yöneticiler, Türk-Kürt,
Alevi-Sünni, laik-İslamcı demeden hepimizin birlik-beraberlik içinde olması
gerektiğine dair diller döküyorlar.
Ne güzel!
Güzel de, şimdiye kadar birlik değil miydik?
Değilsek neden değildik? Ayrı durmak için can mı atıyorduk? Yoksa birileri bizi
ayırıyor muydu? Ayırıyorsa kim ayırıyordu; Amerika mı, Rusya mı, İsrail mi?
Hangi cin ve şeytan?.. Yoksa Cemaat mi?!
Bir kez daha bu denli çok ve hararetle
birlik-beraberlik lafı edildiğine göre bu konu üstünde durmaya değer.
Önce bir soru: birlikle kastımız ne? Kürtler de
dahil, bu ülkede herkesin Türk olması mı? Aleviler de dahil, herkesin Sünni
Müslüman olması mı? Ateistlerle dindarlar nasıl birlik olacaklar, biri diğerine
dönüşerek mi?..
Belli ki ayrılık sosyal yapının kendisinde var,
yani toplum çok renkli ve bu doğal bir şey. Yapılması gereken herhalde bu
renklerin tümünü tek renge dönüştürüp yok etmek değil, bunların barış içinde
bir arada yaşamasını sağlamaktır.
Ama bu ülkede on yıllardır tek renk yaratılmaya
çalışıldı. Önce Kemalistler, şimdi de dindarlar…
Malum, resmi söylemde uzun zaman zaten ayrımız
gayrımız yoktu, “hepimiz birdik”… Hemiz Türk’tük, hepimiz Müslüman’dık…
Sonra Kürtler hır çıkarıp bu “hepimiz Türk’üz”
lafı bir işe yaramaz olunca Kürtlerin varlığı istemeye istemeye kabul edildi,
oruç bozar gibi Kürt adı söylenir oldu. Hatta zaman zaman yanına Laz, Çerkez
filan da eklendi…
Peki bununla ne oldu? Kürt var deyince sorun çözüldü
mü?
Efendim, iş Kürt sorununa gelince, bu sorun sayın
yöneticilerimize, sayın aydın ve yazar-çizerlerimize göre hem var hem yok!
Bazılarına göre var, bazılarına göre yok! Bazılarına göre ise bazen var, bazen
yok!..
Bir sorun varsa da “hepimiz kardeşiz” gibi sihirli
bir sözle yok oluveriyor!
Yani Kürt sorunu benzeri etnik sorunların dünyanın
pek çok ülkesinde nasıl çözüldüğüne dönüp bakmıyoruz bile. Bunu umursamıyoruz
veya işimize gelmiyor.
Bizim sözlüğümüzde “kendi kaderini tayin hakkı”
diye bir şey yok. Bölgesel yönetim (federasyon veya otonomi) de yok. Anadilde
eğitim yok. Pek çok ülkede, o ülkelerin etnik yapısına uygun olarak birden
fazla resmi dil varken, bizim ülkemizde olmaz! Böyle şeyler bizim ezberimize
uymaz!
Yine son yıllarda Alevilerin sesi yükselince
onların varlığını da kabul ettik, Sünninin yanı sıra Alevinin de adını sayar
olduk. Peki bununla Alevi sorunu çözüldü mü?
Önceleri zaten egemen bakış açısına göre bir Alevi
sorunu yoktu, “hepimiz Müslüman”dık… Ama Alevilerin varlığını kabul edince de
bir Alevi sorunu olduğunu görmezden geldik. “Hepimiz kardeşiz” lafı bu konuda
da sihirli değnek oldu.
Alevilerde cami kurumu ve namaz olmadığına
aldırmadan, Sünni mezhebe uyarlanmış din dersini Aleviler ve herkes için
mecburi saydık. 12 Eylül döneminde olduğu gibi, zaman zaman Alevi çocukları
ailelerinden koparıp imam hatip okullarına gönderdik, Alevi köylerine bedavadan
cami yaptık!
Cem evlerini ise “cümbüş evi” diye niteledik!..
Ve Alevilerin itirazları Avrupa insan Hakları
Mahkemesi’nde ve bizzat bizim Danıştay’da haklı bulunduğu halde tınmadık,
zorunlu din dersi uygulamasından vazgeçmedik.
Çünkü on yıllarca Türk-İslam sentezi politikasını
önümüze koymuştuk, bu ülkede herkes Türk ve İslam olacaktı. Bu nedenle Kürtler
Türk okuluna, Aleviler camiye… Bu ezberden şaşmadık.
Tabi sorun sadece Kürt ve Alevi sorunu değil. Kürt
sorunu bu ülkenin ve komşu ülkelerin geçen yüzyıldan kalma devasa sorunu. Alevi
sorunu da basit bir sorun değil, on milyonlarca insanımızın inanç özgürlüğü
sorunu. Ama bunun dışında da elbet ciddi sorunlarımız var.
Bunlardan biri tüm yurttaşlar için, farklı gruplar
için inanç özgürlüğü sorunudur, ki bu ancak gerçek bir laiklikle çözülür.
Türkiye’nin ne geçmişte ne de şimdi gerçek anlamda laik bir ülke olduğu
söylenemez. Ve bu, “dindar gençlik yetiştireceğiz,” gibi önüne, laiklikle asla
bağdaşmayan bir hedefi koyarak, bunu ilan ederek sağlanamaz.
Bu ülkede Kemalizm tek tip insan yetiştirme
kalıbıydı. “Dindar gençlik” de başka türden bir kalıptır ve bu tür çabaların ne
tip insanlar ürettiğini El Kaide ve IŞİD olayında gördük. Son darbe olayında
gördüğümüz tip de bunun bir versiyonudur.
Kadın hakları, emekçilerin hakları ve sosyal
haklar alanında da gelişkin, ileri demokrasilerle aradaki mesafeyi kapamak için
atılması gereken çok adım var.
Çevrenin ve doğal hayatın korunması, insan yaşamı
bakımından da önemli diğer bir sorunumuz.
Bütün bunlar Avrupa Birliği standartlarında bir
demokrasi ve çağdaş kültürle çözülebilir.
Oysa hem AB’ye aday üyeyiz, sözde tam üye olmak
istiyoruz, hem de bu hakları tanımamak, için akıl almaz biçimde ayak diretiyor,
sonra da bizi tam üye yapmıyorlar diye AB’yi suçluyoruz.
Bugün de bu anlayış devam etmiyor mu? Buna rağmen,
söz konusu hararetli “birlik” çağrıları…
Tabi ki birlik olalım. Ama herkesin hakkını
hukukunu tanıyarak, gerçek bir demokrasiyi hayata geçirerek…
Son darbe girişiminin ardından en çok duyulan
sloganlardan biri de “demokrasiyi korumak, demokrasi nöbeti” filan oldu. Ama
korumak ve nöbetini tutmak için ortada gerçekten bir demokrasi olmalı.
Ortada hak ve özgürlükler bakımından gerçek bir
eşitlik olmadan demokrasiden söz etmek de “bir olalım!” tiratları da boştur,
ciddi değildir.
Bize öcüleri, terör örgütlerini göstererek, birlik
çadırı altına çağırmak da durumu değiştirmiyor. O öcüleri dünden bugüne dünyayı
ve ülkeyi yönetenlerin izlediği yanlış politikaların yarattığını çok iyi
biliyoruz. Şimdi de yaratıcılar, kendi eserleri olan bataklıkta sivrisinek
avına çıkmışlar, boş çaba!
Yapılacak iş bataklığı kurutmak; bunu da uygarca,
çağdaş yöntemlerle yapmalı.
Bu tür, temelsiz birlik çağrıları gözümde şöyle
bir manzarayı canlandırıyor: Bir yolda yürüyoruz, bazılarımız diğerlerinin
sırtına binmiş olarak… Alttakiler itiraz edince, kavga filan çıkınca üsttekiler
hemen atılıyorlar:
“Hepimiz Kardeşiz!”
“Birlik olalım!”
Tamam, kardeşiz, tamam birlik olalım da önce siz
sırtımızdan bir inin!
Bakın, size şunu teklif etmiyoruz: “İnin, biraz da
biz binelim!..”
Hayır, “yan yana yürüyelim,” diyoruz.
Ama siz bunu bile kabul etmiyor, öfkeleniyor ve
bizi hır çıkarmakla, ayrılıkçılıkla filan suçluyorsunuz.
Yo arkadaşlar, bu kadar da aptal yerine koymayın
bizi.
Gelin her şeyi birliğe ve demokrasiye uygun
biçimde yeniden düzenleyelim. Madem yeni bir anayasa yapılacak, tam sırasıdır.
Artık zulme, haksızlığa, daha fazla oyalanmaya,
aldatılmaya tahammülümüz yok.
Sadece birlik olmayalım, aynı zamanda eşit olalım!
22 Ağustos 2016