Türkiye, Suriye iç savaşı başladığından bu yana
önerdiği, sınır boyunda bir tampon bölge oluşturma projesi yönünde nihayet adım
attı. Türk birlikleri, Özgür Suriye Ordusu denen bazı gruplarla birlikte 24
Ağustos günü Karkamış yöresinde, IŞİD’in denetimindeki Cerablus’a girdi.
Türkiye’nin daha önceki tampon bölge önerisinin
iki amacı vardı. Birisi Esat yönetimini devirmek için kuzeyde muhalif güçler
için sağlam bir üs bölgesi oluşturmak, diğeri ise Kürtlerin bölgedeki
etkinliğini ve denetimini engellemekti. Ama bu kez amaç artık Esat’ı
devirmekten çok, ikincisidir. Son gelişmelerle birlikte Türk hükümeti de
Esat’sız bir çözümün öyle kapıda olmadığını anladı ve buna yönelik inadını bir
yana bıraktı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan operasyonun hedefini açık açık dile
getiriyor: “Kürt koridorunu engellemek…”
Böylesi bir tampon bölge önerisi daha önce ABD ve
öteki koalisyon güçlerince benimsenmemişti. Ama bu kez ABD ile uyum içinde
hareket edildiği anlaşılıyor. Suriye’den Avrupa’ya yönelik büyük mülteci göçü
nedeniyle tedirgin olan AB ülkeleri de bu kez, böylesi bir bölgenin mülteci
akınını önleyeceğini, en azından azaltacağını düşünerek operasyonu
onaylıyorlar.
Harekâtın aynı zamanda bölgeyi denetleyen IŞİD’e
karşı olduğu söylemi ise salt iç ve dış kamuoyunu iknaya yönelik. Gerçekte, son
bir yıl içinde Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ve Kuzey Kürdistan’da patlayan
IŞİD bombalarına rağmen Türk yönetiminin bu radikal İslamcı örgüte karşı
yumuşak tutumu pek değişmiş değil. (Bu patlamaların daha çok Kürtlere, sol
muhalif gruplara ve batılı turistlere yönelik olduğu göz önünde tutulmalı).
Zaten son operasyonu hızlandıran etken de Menbiç’in PYD ve yandaşlarının eline
geçmesi, PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi ve IŞİD’in elindeki son sınır
bölgesi olan Ceraplus’un da riske girmesidir. Böyle bir durum, her şeye rağmen
bu sınırı kullanmakta olan IŞİD’in işini zorlaştırırdı…
Bu nedenle IŞİD’in bu operasyona itiraz etmediği,
hatta onunla da uyum sağlandığı kanısındayım. Zaten Türkiye’nin biraz daha
güneye inmesi, yani Cerablus bölgesinde denetimin Türkiye’ye geçmesi IŞİD
bakımından fark etmez. Bu nedenle herhangi bir direniş göstermediler, herhangi
bir çatışma olmadı ve güneye doğru çekildiler.
Böylece PYD’nin Akdeniz’e doğru bir Kürt koridoru
oluşturma hevesi de eğer tümden imkansız hale gelmediyse, zora girmiş
bulunuyor.
Kaldı ki Suriye Kürt bölgesi veya Güney Batı
Kürdistan bakımından asıl sorunun da böylesi bir koridor açma olduğu kanısında
değilim. Çünkü böyle bir koridor açılmış olsa bile Kürtlerin şu koşullarda,
bütünlüğü de olmayan, yer yer Arap ve kısmen Türkmen nüfusla kesilen bu
koridorda bağımsız bir devlet kurma şansı yoktur. Asıl sorun, kanımca bugünün
bölge ve dünya koşullarında Suriye’de federal ve demokratik bir sistemin
oluşması ve Kürtlerin de federal, ya da otonom bir statüye kavuşmalarıdır.
Suriye bakımından izlenecek gerçekçi Kürt politikası bu olmalı. Ayrıca bunun
için de bölge Kürtlerinin kendi aralarında ciddi bir birlik oluşturmaları
gerekir.
Oysa buna en başta, elindeki silahlı güce
dayanarak Suriye Kürt bölgelerinde (Cezire, Kobani ve Afrin) yönetim tekeli
kurmak isteyen PYD fırsat vermedi. Daha ortada güvenceye kavuşmuş bir özgür
bölge, bir statü yokken diğer Kürt örgütlerine ve onların birliği olan ENKS’ye
siyasal çalışmayı yasakladı ve onlar üzerinde terör estirdi.
Bunun bir nedeni PKK’nin tekçi ve baskıcı anlayışı
ise (PYD’nin PKK’nin Suriye kolu olduğu malum bir şey) diğer neden, PYD’nin Şam
Hükümetinin, yani Esat rejiminin onayı ve izniyle bölgeyi denetlemesidir. Bu da
malum bir şey. Suriye’de halk direnişi başlayınca rejim PKK-PYD kesimiyle
kopmuş olan ilişkilerini tazeledi, Saleh Müslim’i çağırdı, PYD’ye silah ve para
verdi (bizzat kadro ve savaşçılarının maaşını da vermekte) ve Kürt bölgesinin
denetimini ona bıraktı. Bunun bir koşulu -temel koşulu- bölgede Şam rejimine
karşı herhangi bir direnişe meydan vermemekti.
Bu yüzden PYD gerçekten de Şam rejimine karşı
herhangi bir tepkiye izin vermedi, diğer örgütlere siyasal çalışmayı bile
yasakladı. Güney Kürdistan’da askeri eğitim görmüş 7-8 bin dolayındaki ENKS
yanlısı gencin batıya geçip silahlı mücadele saflarında yer almasına fırsat
vermedi ve vermiyor. Kağıt üzerinde “Kanton” diye, federasyon çağrışımı yapan
uyduruk bazı yönetim birimleri oluştursa da, gerçekte böylesine bir statüyü,
hatta otonomiyi bile savunmadı, PKK’nin Kuzey için istediği türden, içi boş bir
“demokratik özeklik” önerisi ortaya attı ve Suriye’nin birliğini kararlıca
savundu. Şam rejimi de zaten onları hep kendi hizmetinde bir milis gücü gibi
gördü, öyle niteledi.
Daha dört yıl önce kaleme aldığım “Suriye Kürt
bölgesinde Olup Biten Ne?” başlıklı yazımda, PYD’nin söz konusu durumunu ve
yanlış tutumunu değerlendirmiş, şöyle demiştim:
“Görünen o ki PKK-PYD hem Esat rejimine desteğini
sürdürmekte, hem de rejimin çökmesi durumunda bölgede yönetim tekelini kendi
eline geçirmek istemektedir.
“Peki PKK bunu sağlayabilir mi? Suriye’de rejim
çöksün ya da çökmesin, PKK-PYD’nin bu şansı yoktur. Rejim ayakta kalırsa
PKK-PYD’ye, ancak kendisine bağlı bir milis gücü olarak göz yumar. Çökmesi
durumunda ise (ki öyle görünüyor) oluşacak yeni dengelerde, bölgedeki Kürt
halkı dahil, hiç kimse PYD’ye böyle bir fırsat vermeyecektir. Ya PYD bölgede
çoğulcu demokratik bir yapıya evet diyecek, bunu diğer partilerle paylaşacak ya
da Baas rejimiyle birlikte sahneyi terk edecektir.
“PYD rejimin güdümünden çıkar mı, ENKS ile oluşan
birliğin kurallarına gerçekten uyar mı, demokratik bir çoğulculuğa evet der mi?
Bu oldukça zor. Ama bölgedeki değişimin ve alt üst oluşun, onu buna mecbur
etmesi de bir ihtimal olarak var. Böyle bir şey olursa elbet sevinmek ve PYD’yi
buna teşvik etmek gerekir.
“Öte yandan, Kürt bölgesinin özgürleşmesi ve
Kürtlerin burada özerk bir yönetim kurmaya hakları yok mu? Elbette var. Ayrıca
yeni durum böyle bir değişimin gerçekleşmesine uygun. Yeter ki birileri kendine
yontup bu durumu provoke etmesin…”
Süreç içinde Suriye üzerinde ABD ve Rusya
etkinliği artınca PKK-PYD onlara da yanaştı ve IŞİD’e karşı savaşta onların
koruma şemsiyesinden yararlandı. Bunu yaparken, bu şemsiyeye pek güvenir ve
kendi rolünü abartır oldu. O zaman da Şam hükümeti Haseki olayında olduğu gibi
PYD mevzilerini bombalayarak, “ileri gitmeyin” diye uyardı.
ABD’nin onlara sağladığı koruma şemsiyesine
gelince, bu IŞİD’le savaşın ihtiyaçlarına uygun bir destektir. ABD orada kendi
ordusuyla savaşmıyor, ama askere ihtiyaç var. Bu nedenle Güney Kürdistan’da
Peşmerge’nin, Suriye Kürt bölgelerinde ise PYD’nin IŞİD’e karşı direnişinden
pek memnun. Elbet böyle olması ABD’nin sonuna kadar Kürtlerin yanında olacağı,
her konuda onları destekleyeceği anlamına gelmiyor. Bu ABD’nin çıkarlarına
bağlı ve bu çıkarlar her zaman Kürtlerinki ile denk düşmez. Onların da Rusların
da ikide bir Irak ve Suriye’nin birliğinden söz etmeleri boşuna değil. Bir
bakıma, fazla ileri gitmeyin, diyorlar.
Son Cerablus harekatı sırasında ABD’nin ve
Rusya’nın tutumu da bu bakımdan yeteri kadar açıklayıcı. ABD, Menbiç
operasyonunda PYD’nin içinde olduğu Suriye Demokratik Güçlerine verdiği açık
desteğe karşılık, Menbiç alındıktan sonra, Türkiye’ye verdiği söze uygun olarak
PYD’nin Fırat’ın batısından çekilmesini istedi ve açıkça, “bunu yapmazsan
desteğimizi çekeriz” dedi. Rusya da Türkiye’nin Cerablus hareketini, kaygı
duyduğunu belirten hafif bir açıklamayla geçiştirdi, yani bir bakıma buna onay
verdi.
Bu da gösteriyor ki, Yeni Suriye’nin kaderinin
belirlenmesinde, dört yıl önceki yazımda dile getirdiğim gibi “yeni dengeler”
etkisini icra etmekte. Bu PKK-PYD’nin düşlerine göre değil, gerçeklere, güç
dengelerine göre olacaktır. Gerekli olan bunu görmek, kavramak ve bu gerçeklere
uygun sağlıklı bir politika izlemektir. (Tabi böyle bir şeyi PKK-PYD’den
beklemek olmayacak duaya amin demek olur.)
Kürtlerin kendi meşru, haklı ulusal taleplerini
gerçekleştirmeleri (Güney Kürdistan bakımından bugün gündeme giren bağımsızlık,
Güney Batı Kürdistan bakımından ise federal bir statü) kendi aralarında ciddi
bir birlik oluşturmalarına, diğer bir deyişle Kürt halkının büyük mücadele
potansiyelini bir araya getirmelerine bağlı. Oysa bunu, yukarda da değindiğim
gibi en başta PKK-PYD kesimi engelliyor. Bu kesim yalnız Suriye bakımından
değil, Irak’ta da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne ciddi engeller çıkarıyor,
sorunlar yaratıyor. Yine Güney Kürdistan’da YNK’nin bağımsızlık konusundaki
ikircikli, Goran hareketinin ise apaçık olumsuz tutumu, Kürtlerin pozisyonunu
zayıflatıyor.
Türkiye’ye gelince… Türk hükümeti kendi sınırları
içinde Kürt sorununu adalet ve eşitlik temelinde çözüp içerde ve sınır ötesinde
Kürt halkı ve komşularıyla barışı seçeceğine, bir kez daha eski, yanlış
politikada ısrar etti ve son operasyonla yeni bir yanlış adım daha attı.
Böylece belki PKK ve PYD’nin hesapları kısa vade için zora sokuldu; ama uzun
vade için bu müdahale de Suriye batağına biraz daha bulaşmaktan, içerde
gerilimi arttırmaktan başka sonuç vermez ve Türkiye’nin derdine derman olmaz.
ABD, Rusya, AB gibi büyük güçlerin ve Türkiye,
İran, Suudi Arabistan gibi önde gelen bölge devletlerinin Suriye üzerinde bir
uzlaşmaya varmaları halinde büyük ihtimalle federe bir Suriye ortaya
çıkacaktır. Bunu en başta, yönetim tekelini kaybedecek olan Nusayrilerin, Esat
ve yandaşlarının isteyeceği kanısındayım. Öyle olunca, böyle bir Suriye’de
Kürtlerin de kendi bölgelerinde federal veya otonom bir statüye sahip olmaları
son derece doğaldır. Bu, büyük ihtimalle bir PKK-PYD yönetimi değil, seçimle
gelen ve yerel Kürt halkının çoğunluğunun tercihine dayanan bir yönetim
olacaktır. Bir başka deyişle, Kürt bölgesindeki yerel yönetimi de elinde silah
tutanlar değil, halkın oyları belirleyecektir.
Türkiye’nin bundan rahatsız olması içinse bir neden
yok. Türkiye’yi yönetenler Gagavuzlar, Makedonyalılar, Boşnaklar gibi,
Kürtlerin de özgürlüğüne alışmalı, böylece yan yana, iç içe yaşadıkları bir
halkın dostluğunu kazanmalı.
29 Ağustos 2016