• Ana Sayfa
  • »
  • YA SORUN ÇÖZMEK YA DA SELDE SÜRÜKLENMEK

YA SORUN ÇÖZMEK YA DA SELDE SÜRÜKLENMEK

Bizim “heval”lere sorarsanız kavgayı AKP ve Erdoğan başlatmıştır… Peki siz niye “başım gözüm üstüne!” deyip bu kavgaya balıklama daldınız?..

 

 


 

 

Bazen bir evde-odada, ya da kırda-ormanda, doğa içinde bir başına olmak, köşesine çekilmek, olup bitenleri, dünyanın manzaralarını derinliğine duymak, düşünmek için gereklidir.

 

Gürültü patırtının egemen olduğu bir ortamda neyi nasıl duyup düşünebilirsiniz ki?

Bir fırtınanın ortasına düşen ya da sele kapılan birinin duyup düşünmeye zamanı olur mu?

 

Siyaset de böyledir. Örneğin Türkiye’nin siyaseti Ankara’nın, hele hele İstanbul’un sokakları gibidir. Bu sokaklarda yürüyen, ya da araba kullanan birinin sel ya da fırtına içindeki adamdan farkı yoktur. Her an birine çatmamak, ezilmemek, ezmemek için insanın tüm sabrını, dikkatini harcaması, ip üstünde bir cambaz ustalığı göstermesi gerekir.

 

Çünkü yaya geçidinde, kaldırımın ortasında, hatta çiçekçi dükkânınızda veya yol kenarındaki bahçenizin içinde bile sizi ezebilirler…

 

Her an biri “kör müsün, önüne baksana!” diye azarlayabilir…

 

Bir başkası zuladaki sopasını, bıçağını, pompalı tüfeğini çekip canınıza okuyabilir…

Olur, olmaz korna seslerinden bunalırsınız. Sokakların boş olduğu gece yarılarında bile ambulansların acı siren sesleri sizi yatak odanızda rahat bırakmaz…

 

Kimsenin kural diye bir şeyi dinlediği yoktur. Trafik kuralları Avusturya’nın, çok çok Bulgaristan’ın sınırlarında biter.

 

Yayaların da kurallara aldırış etmemekte sürücülerden farkı yoktur. Kırmızı ışıkta caddeyi geçmek için gözü kara biçimde atılır, hızla akan trafiğin içinde yılankavi yürürler.

 

Yani tencere yuvarlanıp kapağını bulmuştur.

 

Evet, böyle bir ülkede siyaset de ülkenin sokakları gibidir. Kuralsızdır ve her an pompalı-pompasız bir tüfekle kesilebilir…

 

7 Haziran seçimlerinden sonra kesildiği gibi.

 

Bizim “heval”lere sorarsanız kavgayı AKP ve Erdoğan başlatmıştır…

Peki siz niye “başım gözüm üstüne!” deyip bu kavgaya balıklama daldınız?..

 

Kaldı ki kavgayı kimin başlattığı tartışılır. Örneğin daha 7 Haziran seçimleri öncesi, Duran Kalkan ve Besê Hozat’ın ağzından yapılan halk savaşı edebiyatı neyin nesiydi? Ya kentlere yığılan onca silah ve patlayıcı?..

 

Ve kavga bir kez başladıktan sonra kendi hükmünü icra eder. Kavga içindeki kişi “ne yapıyorum?”, “bununla nereye varırım?” diye düşünemez. Şiddet ortamındaki kişi çoğu zaman sele kapılmış biri gibidir, düşünmeye, ölçüp biçmeye vakti yoktur. Şiddet sağduyuyu yok eder.

 

Şu günlerde, kavganın tarafları olan Türk devleti ve hükümeti ile PKK’nın içine düştüğü durum budur.

 

Türk devlet adamları ve hükümet sözcülerinin dili bir kez daha, barış ve diyalogdan uzaklaşarak tümüyle şiddet yoluysa sonuç almaya odaklanmıştır.

 

Bir kez daha Kürt sorunu teröre indirgendi. “Tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek dil!” söylemi bir kez daha en üst düzeyde sorumlu politikacıların ağzında sakıza dönüştü. Böylece tümüyle eski hale rücu edildi.

 

Bu çıkmaz bir sokaktır. Bununla ne Kürt sorunu çözülür ne de Türkiye’ye barış ve demokrasi gelir. Tüm yaşananlardan, onca acı deneyimden, ödenen ağır bedellerden sonra bir kez daha bu noktaya gelinmesi talihsiz bir durumdur.

 

Bu durumun bir sorumlusu sorun çözemeyen devletse, diğeri de sorunun çözümünde şiddeti başlıca yöntem sayan ve şiddet döngüsünden kopamayan PKK’dir.

Öte yandan sorunları çözmek en başta devletin görevidir. Türk devleti başından bu yana Kürt sorunu gibi büyük bir sorunu çağdaş ve uygarca yöntemlerle, adalet ve eşitlik temelinde çözmeye yanaşmadığı için sorun süregeldi ve baskının, zulmün doğal bir sonucu olarak zaman zaman Kürt halkının direnişlerine yol açtı.

 

PKK’nin kendisi de bu yanlış, baskıcı politikanın ürünüdür. Hatta PKK, zulme karşı bir direniş hareketi olarak da değil, bizzat sistem tarafından Kürt hareketine karşı kullanılmak üzere bir paravan örgüt olarak oluşturuldu, sahneye çıkarıldı.

 

Bunu bu ülkede artık bilmeyen yoktur.

 

Devletin PKK içindeki eli ve yönlendirmesi zaman içinde ortadan kalkmadı ve bugün de çeşitli biçimlerde, özellikle de Öcalan ve KCK eliyle sürmekte.

 

Öyle olunca da söz konusu savaş ve baskı politikaları için PKK’yi bir bahane olarak kullanmanın hiçbir haklı yanı yoktur. Kürt sorununun çözümünde baş sorumluluk devlete düşüyor. Çözüm ise ancak Kürt halkının tüm temel ve meşru haklarını tanıyarak olur.

 

Biz buna federal çözüm diyoruz. Bu çağdaş ve uygarca bir çözümdür. Türk devleti ve hükümeti daha fazla zaman yitimine, daha fazla acıya ve bedele yol açmadan buna evet demeli.

 

Öyle ki bu ülke bir an önce barışa, özgürlüğe ve demokrasiye ulaşsın.

Bunun için kavganın ve şiddet ortamının aptallaştırıcı etkisinden sıyrılmak, başını avuçları içine alıp düşünmek gerekir.

 

Bunu yapanlar ülke insanının ve dünyanın saygısını kazanır ve tarihe geçerler. Yapamayanlar ise sel içinde bilinçsizce çırpınıp sürüklenen adam gibi yok olur ve tarihe iyi bir iz bırakmazlar.

 

Trafiğin kurallarını egemen kılmadan, bunu başarmadan bugün yaşanan trafik kaosunu önleyemezsiniz. Ki bu kaos her gün yol açtığı kazalarla bir savaştan fazla can alıyor, sakatlıklara, acılara ve maddi kayıplara yol açıyor.

 

Kürt sorununu da barışçı yöntemlerle, eşitlik temelinde çözmeden Ankara’nın siyasetini düzeltemez ve ülkeyi bugünkü kaostan kurtaramazsınız.

 

9 Mayıs 2016

 

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 690

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.