Zorunlu din dersini savunan kesim, matematik,
kimya gibi derslerin zorunlu olmasını örnek gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan
da bu teze sarılmış görünüyor.
Sayın Erdoğan bunun da ötesinde zorunlu din
dersini toplumun uyuşturucu, şiddet vb. kötü alışkanlık ve eğilimlerden
korunması için de bir güvence sayıyor. İŞİD terörünü buna örnek gösteriyor.
Öncelikle matematik, kimya ve benzeri dersler din
dersi ile aynı sayılabilir mi?
Matematik, fizik ya da kimya, bunlar bilimin
dallarıdır ve dünyanın her yerinde aynıdır. İki kere iki dört eder ve su da
normal koşullarda yüz derecede kaynar. Dünyamızda her ülkeye, her topluma veya
toplumsal gruba göre bir matematik ve kimya yoktur. Oysa din bir inanç
olayıdır. Başlangıcından, putperestlik döneminden tek tanrılı dinler dönemine
kadar yüzlerce, binlerce tür inanç ortaya çıkmıştır ve bugün de dünyamızda
yüzlerce farklı inanç vardır. Üstelik bu inanç mensuplarından her biri kendi
inancını en doğrusu sayar, bazen öteki dinleri, aynı din kapsamında bile öteki
mezhepleri karalar, hatta düşman gibi görür. Şu anda El Kaide’nin, IŞİD’in
yaptığı gibi.
Bu durumda, birden çok farklı inancın olduğu bir
ülkede zorunlu din dersini neye göre vereceksiniz? Örneğin Türkiye’de Müslüman,
Hıristiyan, Yahudi ve Ezidi inançlarından hangisine göre? Sünnilere veya
Alevilere göre mi? Hanefi mezhebine ya da Şafiilere göre mi?
Ya inançları daha farklı olanlar, örneğin
ateistler için ne olacak? Ateistlerin Türkiye’deki oranını bilmiyoruz; ama bazı
toplumlarda bu oran yüzde 20’lere, 30’lara varıyor; hatta yüzde 50’yi
geçebiliyor. Bu insanları zorla dindar ya da Müslüman mı yapacaksınız?
Bu ülkede din dersinin Sünni İslam’a ve Hanefi
mezhebine göre düzenlendiğini, farklı inanç mensuplarının, örneğin Alevilerin
de buna zorlandığını bilmeyen var mı? Devletin veya başkasının Alevilere namaz
surelerini öğretmeleri, pratiğini yaptırmaları gibi bir hakkı ve görevi
olabilir mi?
Bunun tersi olsa, örneğin bu ülkedeki Sünni
Müslümanlar, din dersi adına Alevi inancına göre eğitilseler, örneğin cami
yerine cem evine gitmeye ve semaya durmaya zorlansalar hoşlarına gider miydi?
Öte yandan, din ve ahlak dersini uyuşturucu
kullanımı, şiddet ve benzeri şeylere karşı bir tür aşı gibi görmenin, ya da bu
eğitimden geçmemiş olanların bu tür kötü alışkanlık ve işlere karşı bağışıklık
sistemlerinin zayıf olacağını iddia etmenin bilimsel kanıtları ne?
Aksine, tarihsel ve güncel olarak pek çok bilgi ve
olgu bunun tam tersini gösteriyor. Tarih, din adına beyni yıkanmış ve kendileri
gibi düşünmeyenleri düşman gibi görenlerin şiddeti hak saydıklarının
örnekleriyle dolu. Örneğin Hasan Sabah’ın fedaileri, Erdoğan’ın sık sık
adlarını verdiği “Haşhaşinler”, İslam içinde belli bir öğretiye göre eğitilmiş
ve kendilerine düşman gibi gösterilenleri öldürdükleri zaman cennete
gideceklerine dair koşullandırılmış kişilerdi. Bu nedenle gözlerini kırpmadan
ve ölümden korkmadan cinayetler işlemekte idiler.
İran Mollalar rejiminin “pastarları” da cepheye
giderken, ölünce cennete gideceklerine inandırıldıkları için pek rahattırlar.
Ya şu şiddetleri, Şii ya da Sünni Müslümanları
bile ürküten IŞİD’ciler öyle değil mi? Bunlar, Fatih Altaylı’nın deyişiyle
Harvard’da fizik eğitimi görmüş olmasalar gerek. Bunların da din adına
beyinleri yıkanmış kişiler olduğu açık değil mi?
Eğer insanlara başka dinden ve inançtan olanları
“kafir” diye gösterir ve onları “din yoluna getirme”nin iyi bir iş, gelmezlerse
cezalandırmanın, hatta öldürmenin bir hak olduğuna inandırırsanız, şu 21.
Yüzyılda bile bu amaçla “cihad”ı kutsarsanız, sonuç tam da bu olacaktır.
Tüm bu nedenlerle, demokratik tutum, din dersinin
zorunlu olmaması ve bu işin ailelere bırakılmasıdır. İsteyen aile çocuğunu din
dersine gönderebilmeli, istemeyen ise göndermeye mecbur olmamalı. Her dinin ya
da inancın mensupları kendi dini anlayışlarına göre çocuklarına din eğitimi
verebilmeli.
Bunun tersi, bir kesimin öteki herkesi kendi dini
inancına göre eğitme isteği ve ısrarı, antidemokratik bir tutumdur, baskıdır,
bunun da ötesinde zulümdür.
Devletin din eğitimiyle ilgili yapması gereken bir
şey varsa, o da başka inanç mensuplarını ötekileştirme, düşman gibi gösterme
vb. eylemleri suç sayıp bunlara karşı tutum almaktır.
Elbet her toplumda, özellikle de demokrasi
konusunda daha pek çok fırın ekmek yenmesi gereken bu ülkede, bu basit
demokratik kuralı anlamayan kişiler çıkabilir. Ama ülkenin başbakanı ve
cumhurbaşkanı bunu yapıyorsa işte orada çok ciddi bir sorun vardır ve bu durum
ürkütücüdür.
Türban ve başörtüsü konusunda Kemalist rejiminin
koyduğu antidemokratik bariyerlere karşı biz demokratik bir tutum takındık ve
kadınların bu konuda tercihlerine saygı gösterilmesini istedik.
Ama Sayın Erdoğan ve arkadaşları zorunlu din
dersiyle ilgili olarak, yani yine inanç konusunda, benzer bir haksızlığın,
baskının giderilmesinde böylesi demokratik bir tutumu benimseyemiyor ve çok
ciddi bir yanlışı savunuyorlar.
Bu vahim bir durumdur; çünkü kendileri bu ülkenin
yöneticileridir, onların yapacakları yanlışın sonuçları ağır olur.
İnsanların suçtan, kötülüklerden, şiddetten
korunmasında elbet daha aileden başlayarak verilen eğitimin büyük rolü var. İyi
bir eğitim insanlara daha çocuk yaştan başlayarak ailede, okulda ve onları
biçimlendirebilecek her araçla, insan haklarına saygıyı, farklılıklara
hoşgörüyü; insanları, hayvanları ve bitkileri sevmeyi; doğayı korumayı, çevreyi
temiz tutmayı öğretmekle olur. Ama bu ille de “din ve ahlak bilgisi dersi”nin
konusu değildir. Bu konular yurttaşlık bilgisi, tabiat bilgisi, tarih dersi ve
çok çeşitli derslerde işlenebilir.
İnsanların kişiliğinin olumlu yönde biçimlenmesi,
aynı zamanda demokratik, barış içinde bir toplumda yaşamakla olur. Bir ülkede
barış, adalet ve insan haklarına saygı yoksa, demokrasi güdükse, orada hiçbir
ders kötülükleri ve şiddeti önlemeye yetmez.
Gerçi bu ülke hiçbir dönemde gerçek anlamda laik
bir ülke olamadı; ama zorunlu din dersini de okullara 12 Eylül Cuntası, yani
faşist rejim koydu. Cunta dini, değişimci sola ve demokratik harekete karşı bir
panzehir olarak gördü. Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının şimdi, 12 Eylül
rejiminin bu tür uygulama, kural ve kurumlarından toplumu ve hukuk sistemini
arındırmak yerine, böylesi bir uygulamayı ısrarla sürdürmeye çalışmalarının
savunulur bir tarafı yoktur.
ABD ve yandaşları da yine sosyalist sisteme, sola
ve demokratik harekete karşı malum “Yeşil Kuşak Politikası”nı izlediler ve
Atlantik’ten Pakistan’a kadar tüm İslam dünyasında fanatik dinci örgütler kurup
eğittiler, böylece bu toplumların genleriyle oynadılar. Bu ise Taliban, El
Kaide türü radikal İslamcı akımların boy vermesine yol açtı. ABD ve yandaşları
şimdi kendi elleriyle yol açtıkları bu sonuçlarla savaşıyorlar; ama bozulan
dengeleri düzeltmek, doğan kaosun üstesinden gelmek hiç de kolay değil.
2 Ekim 2014
Kemal BURKAY