Kurucusu olduğum ve 29 yıl süreyle Genel
Sekreterliğini yaptığım Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK), geçen yıl yaptığı
10. Kongresinde legale çıkma kararı aldı ve bir süre önce bunu hayata geçirmek
için bazı adımlar attı. PSK’nin nasıl legalleşeceği -bugüne kadarki adı ve
programıyla mı, yoksa başka bir ad ve programla mı- henüz netlik kazanmış
değil. Ama kuruluşunu resmen tamamlamış olmasa bile, bu isimle Diyarbakır’da
bir büro tutuldu.
Bu durum ister istemez, zaten 13 yıldır legal
planda var olan ve hemen hemen yurt içindeki tüm PSK üyelerinin de üyesi
oldukları, yurt dışındakilerin ise destekledikleri ve kendi partileri olarak
bildikleri HAK-PAR’ın durumunu da etkiledi. Bu konu, hem PSK, hem HAK-PAR üyesi
olan arkadaşlarımız arasında tartışılıyor ve bir ayrışma manzarası veren bu
durum üzüntü yaratıyor. Ortaya çıkan durumdan kuşkusuz ben de üzüntü duyuyorum.
Bu duruma müdahale etmemi isteyen iyi niyetli öneriler var.
Yoldaşlarımın ve kamuoyunun bildiği üzere, benim
şu anda ne PSK’de ne de HAK-PAR’da yönetici bir sıfatım yok. PSK Genel
Sekreterliği görevimden 2003 Kongresinde ayrıldım ve daha sonraki kongrelerine
katılmadım. Daha kuruluş sürecinde, kuruluşu için önerici olduğum, destek
verdiğim HAK-PAR bakımından ise, yurda dönüşten sonra üyesi oldum, daha sonra
yapılan 5. Kongre’de iki yıl süreyle Genel Başkanlığa seçildim, bir yıl önce
yapılan 6. Kongresi’nde ise bu görevi bıraktım.
Ancak, hem PSK’ye, hem HAK-PAR’a emeği geçmiş bir
insan olarak elbet benim de bu konuda görüş ve önerilerim var.
Aslında arkadaşlarım bu görüşlerin ne olduğunu
biliyorlar. Son dönemde de çeşitli vesilelerle bu konuya ilişkin görüşlerimi
dile getirdim.
PSK’nin illegaliteye son verip legal biçimlere
geçmesini daha 21 yıl önce 1994 yılında, yani PSK’nin Genel Sekreteri olduğum
dönemde önerdim. Ama o zaman örgüt henüz buna hazır değildi. 2000 yılında
yapılan 6. Kongre’de önerimi yineledim ve ayrıntılı gerekçeler sundum. Örgüt
yine hazır değildi. 2003 yılında yapılan 7. Kongre’de de durum değişmedi. Hazır
olması için demek 20 yıl geçmesi gerekiyormuş…
2014 yılında PSK 10. Kongresi’nde buna ilişkin
karar alındıktan sonra da görüşlerimi çeşitli vesilelerle dile getirdim,
yazdım. Bunlardan biri, HAK-PAR 6. Kongresi’nin ardından Necla Çamlıbel’in
benimle yaptığı söyleşide dile getirdiklerimdir. (Bu söyleşi, “Doğru Yoldayız,
Doğru Partideyiz, Partimize Güvenelim, Başaracağız” başlığıyla Dengê Kurdistan
sitesinde ve benim face sayfamda yayınlandı, hala da oradadır). Bir diğeri,
RUDAW-TV’nin bu konudaki sorusuna verdiğim cevaptır; o da benim face sayfamda
duruyor.
Özetle söylediğim şu: PSK’nin geç de olsa legale
çıkma kararı alması iyi oldu; ama ayrı bir parti kurmaya gerek yok. HAK-PAR
zaten var. Programı, daha kuruluş aşamasında bizim de katıldığımız ilerici,
demokratik bir program; federasyon talebini de içeriyor. PSK’li arkadaşların da
tamamı zaten orada, üye ya da yöneticiler. Herhangi bir bölünmeye, kan kaybına
yol açmak için neden yok.
Ben bu aşamada PSK adına yapılan bu girişimle
ilgili fazla bir şey deme gereğini duymuyorum. Şu kadarını söyleyeyim: PSK ya
da Özgürlük Yolu Hareketi bizim geçmişimizdir. Benim ve yüzlerce, binlerce
kadro ve sempatizanın onda emeği var; o hepimizindir. Ama daha önce de
söylemiştim, örgüt amacın kendisi değil, ona ulaşmak için bir araçtır, onu
fetiş haline getirmemek gerekir; yeri gelir ömrünü tamamlar, yeri gelir
programı ya da çalışma tarzı değişir. Bu yapılamadığı zaman örgüt amaca hizmet
etmez, üstelik bir ayak bağına dönüşür.
Marks ve Engels de 19. Yüzyılın ortalarında 1.
Enternasyonali kurdular; ama ömrü çok uzun olmadı, sonlandı. On yıllar sonra,
SSCB kurulunca bu kez 2. Enternasyonal oluştu; ama o da bir süre işlev gördü,
koşullar değişince sona erdi. Bunun gibi onlarca, yüzlerce örnek verilebilir.
PSK de biz Kürt sosyalistlerinin eseridir,
geçmişte önemli roller oynadı ve biz bundan onur duyuyoruz.
Ama dünyada ve ülkemizde koşullar sosyalizm
bakımından büyük bir değişime uğradı. Şu anda, 1960’lı-70’li yıllardan farklı
olarak önümüzde bir sosyalist devrim olanağı yok. Kürt halkının önündeki acil
görev ise özgürlük ve demokrasidir. Bunu da özgürlük ve demokrasi hedefleyen
bir parti ile başarabiliriz. Bu parti sosyalistlerin yanı sıra liberalleri,
dindarları, yani geniş yurtsever kesimleri kapsayabilecek türden bir parti
olmalıdır. Kitleselliği yakalamak buna bağlıdır. HAK-PAR böyle bir partidir ve
bu amaçla 2002 yılında bir seçenek olarak kuruldu. Aradan geçen süre içinde
küçümsenmeyecek bir örgütlenme düzeyi kazandı, tanındı, seçimlere girme hakkı
var. Yeni bir parti kurup bu duruma getirmek kolay iş değil.
Ülkemiz ve halkımız, Güney Kürdistan benzeri
özgürleşince, o zaman büyük ihtimalle yeniden sosyalist bir parti kurar,
yolumuza devam ederiz.
Ama öyle anlaşılıyor ki benim ve pek çok
arkadaşımızın bu önerisi söz konusu arkadaşları ikna etmeye yetmedi. Onlar ille
de ayrı bir parti kurma tutumunu sürdürüyorlar. Bu amaçla, HAK-PAR’da bugüne
kadar yöneticilik yapanlar dahil, bazıları HAK-PAR’dan istifa ettiler. Elbet bu
onların demokratik hakkı. Ama doğru mudur? Bence değil. Zaten hem PSK, hem
HAK-PAR bakımından kadro ve olanaklar sınırlı. Görüşler, söylemler de aynı.
Öyle olunca neden ayrı bir parti?
Bu partinin ne adla ve nasıl bir programla ortaya
çıkacağını önümüzdeki günlerde (belki aylarda-yıllarda) elbet göreceğiz ve buna
gerek olup olmadığını, başkalarıyla birlikte biz de bir kez daha
değerlendireceğiz.
Öte yandan ortaya çıkan manzara daha şimdiden pek
iç açıcı değil. Bu nedenle birçok yoldaşımızın bu manzaraya bakıp düne kadar
birlikte yürüdükleri, omuz omuza mücadele ettikleri kimi yoldaşlarla yolları ayrıldığı
için ve bunun yol açabileceği kayıplar nedeniyle duydukları üzüntüyü anlıyor ve
paylaşıyorum. Her şeye rağmen, onlara sabır ve itidal tavsiye ediyorum.
Umutsuzluğa kapılmak için bir neden yok. Biz doğru bildiğimiz yolda yürüyelim.
Onlar da kendi yollarında yürümeyi denesinler; dünya yıkılmaz. Kırk yıl boyunca
çok badireler aştık, yine aşarız.
Ben şimdilik, hem yoldaşlarımı, hem kamuoyunu
bilgilendirmek için, 15 yıl önce, 2000 yılı Temmuz ayında toplanan PSK 6.
Kongresi’nde yaptığım açılış konuşmasını yayınlıyorum. Bu konuşmada, ülkemizde
o günlerdeki politik durumun yanı sıra PSK’nin durumu, neden legalleşmeye gerek
olduğu, bunun biçimi, bunun yanı sıra sosyalizme ilişkin görüşlerim ayrıntılı
ve net biçimde, fazla söze yer bırakmayacak biçimde yer alıyor.
Konuşma metni biraz uzun, ama geçmişten bu yana
olup bitenleri, o gün ve bugün yaşadıklarımızı anlamak isteyenlere yardımcı
olacak türdendir. (*)
22 Kasım 2015
--------------------------------------------------
(*) Söz konusu konuşmamın tam metni aşağıda yer
alıyor
KEMAL BURKAY`IN PSK GENEL SEKRETERİ OLARAK TEMMUZ
2000`DE YAPILAN PSK 6. KONGRESİ`NDEKİ AÇIŞ KONUŞMASI
Son dönemde, PSK’nin legale çıkma çabasının PSK ve
HAK-PAR saflarında yol açtığı bazı tartışmalar nedeniyle, 15 yıl kadar önce
PSK’nin 6 Kongresi’nin açılışında yaptığım konuşmayı yayınlama gereği duydum. O
dönemde dünyada ve ülkemizdeki politik duruma, PSK’nin yaşadığı sorunlara,
legalleşme gereğine ve bunun biçimine değinen bu yazı, kanımca bugün
yaşadıklarımıza da ışık tutar niteliktedir.
Değerli yoldaşlar,
5. Kongremizin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti.
6. Kongreyi süresinden bir yıl kadar önce topladık. Bunun nedenlerini aralık
1999 tarihli genelgemde yazmıştım. Merkez Komitesi, özellikle yurtiçi
bakımından karşılaştığımız örgütsel sorunları ve kendi içindeki uyumsuzluğu
aşamadı ve olağanüstü kongreye gitme zorunluluğu doğdu.
Aralık 1999 tarihli genelgemde güvenlik nedeniyle
MK’nın aldığı erken kongre kararından söz etmemiş, ama örgütün yüz yüze olduğu
sorunları açık bir dille belirterek bunların çözümü konusunda tabanın görüşünü
sormuştum. Bu görüşler, biraz gecikerek de olsa MK’ya ve YDK’ya ulaştı ve
onları değerlendirdik. Bununla ilgili özet bilgi rapor ekleri arasında
delegelere sunulacaktır.
Kongreye sunulacak politik raporu hazırlama görevi
bana verilmişti. Ancak daha sonra, bundan böyle yönetim planında görev almama
kararım nedeniyle, bunun doğru olmayacağını düşündüm. Zaten, son kongremizden
bu yana geçen iki yıl içinde MK ve YKK toplantılarına sunduğum raporlarda,
örgüte gönderdiğim genelgelerde yeni gelişmelerle, değişen durumla ilgili
olarak kendimin ve MK’nın görüş ve tutumunu düzenli olarak yansıttım. Ayrıca
daha kısa süre önce, Partimizin 25. Yıldönümü nedeniyle geniş bir değerlendirme
yapmıştım ve bunda partimizin 25 yıllık mücadelesine, izlediği temel
politikalara ve yeni döneme ilişkin görüşlerimi dile getirmiştim. Yine son iki
yılda yaşanan gelişmelerle ilgili olarak yayınlarımızda yer alan çeşitli
yazılarımda ve benimle yapılan röportajlarda, katıldığım çeşitli toplantılarda
görüşlerimi dile getirdim. Politik raporda yazacaklarım bunların bir tekrarı
olurdu. Bu nedenle politik raporu hazırlama işini diğer arkadaşlara bırakarak
bu konuşmayla yetinmeyi uygun buldum.
Değerli yoldaşlar,
Beşinci Kongremizin ardından, bildiğiniz gibi,
Kürt politikası bakımından önemli olaylar yaşandı. Öcalan Suriye’den çıkarıldı
ve uzun süre sığınacak bir yer bulmak için dolaştı, sonunda da Türklerin eline
düştü. PKK’nın politikaları da değişen duruma uygun olarak zikzaklar çizdi ve
sonunda, Öcalan’ın yakalanışıyla birlikte tam bir teslimiyete vardı. Kürt
kamuoyu bu gelgitlerden etkilendi.
Biz tüm bu dönemde, o kanıdayım ki, yine
soğukkanlı, tutarlı, gerçekçi bir tutum izledik. Bir yandan rejimin
saldırılarına karşı Öcalan’a ve PKK’ya gerekli yurtsever dayanışmayı
gösterirken, öte yandan, havaya kapılıp kuyruklarına takılmadık, kendi özgün
politikalarımızı koruduk, bu politikayı bildirilerle, açıklamalarla dile getirdik.
Kamuoyunun, hatta politik çevrelerin ne olup bittiğini kavrayamadığı, her
kafadan bir ses çıktığı zamanlarda durumu serinkanlıca değerlendirdik, yol
gösterici olduk. PKK’nın yanlışlarını ise her durumda uygun bir dille
eleştirdik. İmralı sürecinde girdiği teslimiyeti açık biçimde eleştirdik,
teşhir ettik.
Bazı çevreler bu eleştirileri hafif, bazıları ise
sert buldular. Hatta benzer farklı değerlendirmelere kendi yoldaşlarımız
arasında bile rastlamak mümkün. Ancak kanımca iyi bir denge tutturduk, güç dengelerini,
kitle psikolojisini hesaba kattık.
Yeni durumu değerlendirdik, bu dönemde yapılması
gerekenlerle, bize ve Kürt hareketinin bütününe düşen görevlerle ilgili olarak
görüşlerimizi belirledik ve yansıttık.
Yeni durum nedir?
Öncelikle, Kürt hareketi bakımından savaş dönemi
sona ermiştir. Olağanüstü gelişmeler olmadıkça Kürtler bundan böyle
mücadelelerini siyasal ve barışçı yöntemlerle yürüteceklerdir. Örgüt
biçimlerinin de buna uygun olması gerekir.
PKK’nın izlediği strateji iflas etti. PKK yalnızca
yenilmedi, aynı zamanda teslim oldu. Bu aynı zamanda bizim stratejimizin ve
PKK’nın niteliğine ilişkin olarak yıllardır söylediklerimizin, tartışma
götürmez biçimde doğrulanmasıdır.
PKK’nın yenilmesi ve teslimiyeti yalnız PKK
tabanında değil, yurtsever çevrelerde, Kürt kamuoyunda genel bir karamsarlığa
yol açtı. Rejim bunu kışkırtıyor ve Kürt hareketini tümden teslim almaya
çalışıyor. Bu Kürt halkı açısından zor bir dönemdir. Böyle dönemlerde kişiler
de örgütler de denenir. Ancak bilinçli, dirençli, uzak görüşlü olanlar
umutlarını yitirmez, durumu sağlıklı değerlendirir ve böylece kendileri
savrulmaz, kitlelere de çıkış yolunu gösterirler.
O kanıdayım ki, bu kez de biz, parti olarak, 1975
yılında Güney Kürdistan hareketi ağır bir yenilgi yaşayıp dağıldığı zaman
olduğu gibi, 12 Eylül darbesinin ardından olduğu gibi, ya da 1990’lı yılların
başında, sosyalist sistem çöktüğü zaman olduğu gibi, yolumuzu şaşırmadan,
umutsuzluğa kapılmadan, doğru değerlendirmeler yaparak örgütümüze ve kitlelere
yol gösterdik, umut verdik.
“Yenilen PKK’dır, yanlış bir politikadır; Kürt
halkı yenilmemiştir,” dedik. Rejimin plan ve oyunlarına karşı çıkış yolunu
gösterdik. Bize göre bu, rejimin politikasına karşı seçenek bir politikayla
çıkmaktır. Teslimiyet değil, mücadeledir. Bunu da, rejimin ve onun yedeğine
düşmüş PKK’nın politikalarına karşı olan tüm kesimlerin birliğini sağlayarak ve
yeni döneme uygun örgüt ve mücadele biçimlerini hayata geçirerek başarabiliriz.
Bu politikayı ilkesel planda dile getirmekle
yetinmedik, somut öneriler yaptık. Yurt içinde geniş, kitlesel, legal parti,
yurt dışında siyasi ve demokratik örgütlerin ortak çalışmaları, bir günlük
gazete bu öneriler arasındadır. Kanımca bunlar, eğer gerçekleşebilirse, hayati
derecede önemlidir ve Kürt politikasına yolu açacak, bu umutsuz ortamı
değiştirecek türden adımlardır.
Diğer yandan, durumu doğru değerlendirmek ve
döneme uygun öneriler yapmak, yani sağlıklı bir politika tek başına yetmiyor.
Bunu kitlelere götürmek ve onları yönlendirebilmek için yeter olanaklara da sahip
olmalısınız. Ne yazık ki bizim olanaklarımız bunun için yetersizdir. TC’nin
kamuoyunu yönlendirmek için sahip olduğu dev propaganda araçları bir yana,
PKK’nın elindeki televizyon, gazete ve kitle gücü de, Kürt kamuoyunu olumsuz
yönde güçlü biçimde etkilerken bizim elimizde kamuoyunu etkileyecek bu türden
etkili araçlar yoktur. Tek avantajımız, PKK’nın açık teslimiyetine karşılık,
bizim yurtsever ve onurlu bir hat izlememizdir. Birçok örgütü dağıtıp öğüten bu
uzun ve zorlu süreçte ayakta kalmış olmamız da diğer bir avantajdır. Bu yüzden
dışımızdaki Kürt kamuoyunun gözleri bize çevrilmiştir. Eğer örgütümüzü, merkezi
düzeyde belirlenen politikalar doğrultusunda seferber edebilsek, bir anda
değilse bile, süreç içinde giderek güç toplayabilir, seçenek olabilir ve
kamuoyunu yönlendirebiliriz. Ne yazık ki biz bu avantajı şu ana kadar iyi
biçimde kullanamadık. Bizim en büyük silahımız örgütümüzdü; ama en başta onu
gereği gibi seferber edemedik.
PKK’nın çöküşünün ardından, yurtsever çevrelerin
gözü bize çevrilmişken, kendimize güvenimiz artacağına, daha bir hevesle,
arzuyla işe sarılacağımıza, başta MK olmak üzere, parti örgütlerimiz dört bir
yanda küçük sorunlar içinde boğulmaya, kadrolar birbirleriyle didişmeye devam
ettiler. Acı bir durum, ama gerçek!.
Yoldaşlar, merkezi politikalar nasıl, kimin eliyle
hayata geçer? Elbette en başta MK’nın, sonra da, yukardan aşağıya her bir
komitenin ve aynı zamanda tek tek, ama örgütlü insanların.. Ne yazık ki, örgüt
olarak bu sınavı iyi biçimde veremedik. Eğer yurtta ve yurt dışındaki onlarca
komitemiz, yüzlerce üyemiz bu konuda seferber olabilseydi, binlerce
taraftarımızı da harekete geçirebilir ve çok iyi sonuçlar alabilirdik. Ama ne
yazık ki, bu zorunlu kitle çalışmasını örgütleyemedik. Komiteler bu işe kafa
yormadı, yoğunlaşmadı. Kitleye ulaşma, propaganda yapma gibi bir görevi unutmuş
gibiyiz. Üst organlarca alınan ve kaç kez benim genelgelerime yansıyan
kararlara uygun olarak, gazeteyi , dergiyi, kitapları kitlelere ulaştırma,
satma, abone bulma gibi her partilinin görevi olan bir işi, ciddi biçimde
örgütleyip yapmadığımız gibi, parasız olan bildiri ve broşürlerimiz bile çoğu
yerde, derneklerdeki masaların üzerinde yığılıp kaldı, tozlandı.
Öyle olunca, elimizdeki diğer örgütleri, diğer
araçları da iyi biçimde değerlendiremedik.
Bunlardan biri ve başlıcası legal parti idi. O,
açık çalışmak, kitlelere ulaşmak için örgütlediğimiz bir yapı idi. Yurt içinde,
profesyoneller de dahil, nerdeyse kadrolarımızın tümünü onun çalışmalarına
yönelttiğimiz ve önemli mali olanaklar sağladığımız halde, ne yazık ki aynı
sorumsuzca tutum orda da devam etti. Ben yurt içinde yaşamıyorum, ama legal
plandaki sistemsiz çalışma, hantallık, gevşeklik konusunda bilgilerim var. 18
Nisan seçimlerinin sonuçları ise ortada. Mevcut 21 parti içinde en düşük oyu
aldık. Bunlar içinde küçük sol partiler ve tek başına adamların yönettiği,
hiçbir ciddi örgütü, kadroları, geçmişi olmayan partiler vardı..
Belli ki seçimlerde de işi oluruna bıraktık. En
başta, kadrolarımızı motive edemedik, onlara işin önemini anlatamadık. Parti
gazetemizde bazı “dost” köşe yazarları HADEP’e oy verilmesini önerdiler! Bazı
üyelerimizin, hatta birim yöneticilerinin seçime girmeye karşı olduklarını,
HADEP’e oy verilmesini istediklerini öğrendik.
Bu nasıl bir tutum? Hem seçimlere gireceksiniz,
hem bu işi merkezi planda organize etmek, örgütü seferber etmek için gerekeni
yapmayacaksınız? Elinizdeki tüm olanakları kullanıp, kitlelere ulaşmaya,
görüşlerinizi anlatmaya, sizinle başkaları arasındaki farkı söylemeye ve oy
istemeye çaba göstermeyeceksiniz?..
* * *
Legal partinin kuruluşu sırasında, onun, en başta
örgütleyeceği kitlelere dayanarak ayakta kalmasının, maddi olarak da kendi
yağıyla kavrulmasının zorunlu olduğunu dilimde tüy bitercesine söyledim. Bunun
için acele edilmemesini, bu işin altından tek başımıza kalkamıyacağımızı,
kitleselliği yakalamak içinse diğer bazı yurtsever kesimlerle birlikte davranma
gereğini ısrarla belirttim. Ne var ki, yurt içinde, bu işin örgütlenmesini
üstlenen yoldaşlar, gerek DDP’nin, gerekse DBP’nin kuruluşu sırasında çok
aceleciydiler, “fırsat elden kaçıyor” havası içindeydiler. Ayrıca, PSK olarak
sağlanacak desteğin salt kuruluş aşamasına özgü olduğunu belirttiler. Oysa
1995’ten bu yana geçen beş yılda durum ortada. Kitleselleşme yok. Legal
partinin işlerini yürüten kadrolar partimizin önde gelen profesyonel kadroları.
Legal parti bizim sürekli desteğimize muhtaç ve bu olmadan ayakta kalması
olanaksız.
Yoldaşlarımız iyi hesap yapmadılar ve uyarılara
aldırmadılar. DDP’nin ve DBP’nin kuruluşu sırasında diğer kesimlerle ortaklaşa
adım atmak için yeter arzu ve çabayı göstermediler.
Ya haftalık gazete, onu iyi değerlendirebiliyor
muyuz? Kanımca yine hayır. Onu gereği gibi dağıtamamak, abone bulmak için yeter
çaba göstermemek bir yana, politikasını da iyi belirleyemiyoruz. Dileyen orada
köşe alıyor, dileyen bırakıyor. Nerdeyse gelen her yazı, içeriğine
bakılmaksızın ve kılına dokunulmaksızın sayfalarda yayınlanıyor. İşi bizimle ve
sosyalizmle alay etmeye, kadar vardıranlar da var. Ben zaman zaman, artık
herkesçe bilinen isimlerle, haftalık gazetenin köşe yazarlarına ya da
böylelerine karşı sosyalizmi ve partimizi savunmak durumunda kaldım.
Çok seslilik elbette güzel, yurtsever insanların
gazetemizde yazmasından ben de yanayım. Ama gazetenin, bu tür insanların da göz
önüne alması, uyması gereken bir yayın politikası, bir denetim hakkı yok mudur?
Aslında bu politika da, bu hak da var; ama uygulamıyoruz. Buna ters düşen
yazılara pekala hayır diyebilmeliyiz. Bize karşı saygısız olanları uyarmalı,
tavırları değişmezse yol gösterebilmeliyiz.
Haftalık yayını böylesine “herkesin gazetesi”
haline getirdiğimiz halde tirajında bir artış var mı? Hayır. Tam tersine satış
ve abone düzeyi hem yurt içinde, hem yurt dışında giderek düşmekte, komik
derecede azalmakta. Gazete ilk yıllarda kendi yağıyla kavruluyordu; şimdi ise
örgütün desteğiyle çıkıyor ve bizim bütçemize göre oldukça ağır bir yük
oluşturuyor.
Öteki legal araçlarla ilgili olarak da durum
farklı değil, sözü uzatmaya gerek yok. Vakıflar, müzik kuruluşu ve benzeri
kurumlar da aynı akıbeti paylaştılar. Olanakları oldukça kötü biçimde
kullandık, bir Sümerbank personeli gibi davrandık. Sosyalist sistemin niye
çöktüğünü şimdi daha iyi anlıyorum. Kollektif mülk sahipsiz kalıyor ve parti
işini kendi işimiz gibi izlemiyoruz.. Ne yazık ki gerçek böyle.
Toplumu değiştirmeden önce kendimizi değiştirmekle
işe başlamak gerekiyor. Bu ise ötekisinden daha kolay değil.
Yoldaşlar,
Bu örgütün genel sekreteri, yani birinci dereceden
sorumlusu benim ve bu nedenle eğer işler buraya vardıysa, bundan en başta beni
sorumlu tutabilirsiniz. Ben kendim de zaman zaman, acaba neleri yanlış yaptık
diye, başından bu yana politikalarımızı gözden geçirmişimdir. Sorumluluğu ya en
baştakine, ya da bazı günah keçilerine yükleyip işin içinden sıyrılmak
örgütlerin yaşamında, özellikle de işler kötüye gittiği zaman sıkça görülür.
Ama bu işin kolay yanıdır. Bizde de böyleleri çıkabilir. Ben, bu epeyce uzun
örgütsel yaşamımda, çalışıp üretmedikleri, fedakarlık denen şeyi tanımadıkları,
yapabileceklerinin onda birini bile yapmadıkları halde, en üst perdeden
konuşanlara çok rastladım.
Bana gelince, parti örgütüyle, komitelerle, tek
tek partililerle ilgili olarak işin böylesine kolayına kaçmıyorum ve bu durumun
nedenlerini bulmaya çalışıyorum.
Kuşkusuz, olumsuzluklardan dolayı birileri
kusurludur. Siyasal başarıda ve başarısızlıkta kişilerin rolü yadsınamaz.
Politikanız yanlışsa zaten yitirmiş demeksiniz. Politikanızın doğru olması da
yetmiyor; onu hayata geçirmek için canla başla çalışmalısınız. Bazan canla
başla çalışmak da yetmiyor, nesnel koşullar elvermelidir. Onlar elvermiyorsa,
salt irade gücüyle olayların gidişini değiştiremezsiniz.
Uygun koşullarda sıradan insanlar da zafere
ulaşabilirler. Böylesi hallerde bazan “beş para etmezin biri” bile
kahramanlaşabilir. Öte yandan, koşullar elverişli değilse, iyi bir öncülük ve
olağanüstü ağır bedeller de başarıya yetmeyebilir..
Nesnel koşullar ne yazık ki, yalnız bizim açımızdan
değil, Kürt ulusal hareketinin bütünü bakımından olumsuz. En başta, sömürgeci
dört devlet arasında bölünmüşlük ve onlar tarafından kuşatılmışlık.. Bu, ödenen
onca büyük bedellere rağmen, Kürt ulusal hareketinin zaferini geciktirdiği
gibi, bizzat partimizi de etkileyen birçok olumsuzluğun baş nedeni. Bu nedenle
düşman güçlü, dostlar az. Bu nedenle PKK gibi, ipleri başkalarının elinde olan
örgütler türeyebiliyor. Bu nedenle biz gereken dış destekten ve olanaklardan
yoksunuz.
Öte yandan, bölünmüş, yarı feodal, geri bir
toplumun bireyleriyiz ve bu da nesnel koşulların başka bir yanıdır.. Ayrı baş
çekmeye yatkın kişiler çok olduğu ve çoğu kişi sorunlara bir aşiret adamı
mantığıyla yaklaştığı için, doğruların çevresinde birleşmek güçleşiyor. Çoğu
zaman birinin yaptığını öteki bozuyor. Bu aynı zamanda, kültür düzeyinin düşük,
örgütlü mücadele geleneğinin zayıf olduğu bir toplumdur. Bu nedenle, tüzük ve
programlarda yazılanlar ne olursa olsun, kadrolarımızın bilgi ve deneyim düzeyi
zayıftır. Disiplin ve görev duygusu, bazan bir müridin davranışı kadar güçlü,
bazan da bir başıbozuğun tavrı kadar sorumsuz ve laçkadır.
Öte yandan, politikalarımızı ve kararlarımızı
hayata geçirmek için örgüt olarak, MK’dan en alttaki birimlere kadar, canla
başla çalıştığımızı da söyleyemem. Son genelgemde dile getirdiğim gibi, örgütte
bir laçkalık, saflarda görülmemiş bir hantallık, dedi kodu ve didişme var.
Örgüt kendi kendisini kemiriyor.
Yoldaşlar, bu neden böyle? Neden partinin
kuruluşunu izleyen ilk 4-5 yılda öylesine gelişip serpildik de, şimdi bu üzüntü
verici durumu yaşıyoruz. O zamanki kadrolarımız çok mu iyi, çok mu
deneyimliydiler? Hayır, aynı toplumun insanlarıydık. Üstelik ilk yıllarda
sayıca çok daha azdık ve deneyimsizdik. Ama toprak bakirdi ve kitlelerin
çıkarlarına uygun düşen görüşlerimiz o toprağa düşen ilk tohumlar gibiydi.
Uluslararası durum da uygundu: dünyada devrim dönemleriydi ve sosyalizm
prestijinin doruğundaydı. Söz konusu güven, coşku, fedakârlık işte bu
koşulların ürünüydü. Ama daha sonra durum değişti. Rejim ulusal hareketin önünü
kesmek için tedbirler aldı, saldırdı; povokatör örgütler, en başta da PKK
eliyle hareketi yanlışa itti. Bunu, iki ateş arasında kaldığımız ve güçlerin
her iki kesimde de savaşanlara göre kümelendiği kirli savaş dönemi izledi. Sonuç
ise ortada: ülkemizde rejimin ve PKK’nın ortak ürünü olan bir yıkıntı, bir
umutsuzluk ortamı…
Seksenli yılların sonunda, doksanlı yılların
başlarında uluslararası sosyalist hareketin geçirdiği büyük sarsıntı, sosyalist
sistemin çöküşü ise, sosyalizmin prestijini düşürdü, devrim dönemini sona
erdirdi ve uluslararası düzeyde sosyalist saflarda düş kırıklığına, dağılmaya
ve gerilemeye yol açtı.
Ulusal ve uluslararası planda yaşadığımız bu
olumsuz ve uzun dönem, kaçınılmaz olarak bizi de etkiledi. Her şeye rağmen
örgütümüzü ayakta tutmayı başardık; ama yorulduk, aşındık, yıprandık. Böyle
koşullarda şaşıran, gevşeyen çok olur. Böyle durumlarda disiplini sağlamak
güçtür. Bugün yaşadığımız sıkıntılar yirmi beş yılın birikimidir.
Yeni durum da kadrolarımızı etkiliyor.
Kadrolarımızın bir bölümü PKK’nın yaşadığı çöküntüye bakıp, partimizin
stratejisine daha da güven duyacaklarına, onlar da başkaları gibi kendilerini
bu karamsar havaya kaptırıyor.
Peki sonucun böyle olacağını biz yıllar boyu
söylemedik mi? Kürdistan Sosyalist Partililerin gelinen duruma, apoculara umut
bağlayan ahmaklar gibi şaşırması mı gerekir, yoksa kendi politikalarına daha da
bir güven duymaları, bu güvenle işe daha da hırsla sarılmaları mı?.
Zamanın bizi haklı çıkardığını söylediğimiz zaman,
yalnız PKK’lılar değil, başka çevrelerde de rahatsızlık duyanlar az değil. Bu
son derece doğal. Çünkü yalnız PKK’lılar değil, onlar da yanlış yaptılar; en
azından yanlışa karşı tavır almadılar; gocunmaları bundandır. Bu kesimler,
doğruyu söyleyecek kadar ise dürüst değiller. Ama bakıyorum, bizim aramızda da,
haklı çıktığımıza dair sözlerden rahatsızlık duyanlar var. Bunu nasıl
açıklayacağız? O zaman mırın kırın yapmasınlar, dillerinin altındaki baklayı
çıkarıp açık konuşsunlar, hangi politikaları yanlış buluyorlarsa
değiştirilmesini istesinler. Bunu yapmalarına hiçbir engel yok.
Yoldaşlar, demin de söyledim: Bu zor bir dönem ve
zor dönemde her kafadan bir ses çıkar. Böyle dönemlerde örgütlerin ve kişilerin
çapları da ortaya çıkar. İlkeli ve uzun soluklu olanla, sağa sola savrulan
şaşkınlar böyle dönemlerde birbirinden ayrılır. Dilerim ki aramızda pusulayı
şaşıranlar olmasın, ya da çok az olsun, diyeceğim ama, bu gerçekçilik değil,
salt iyi niyetli bir dilek olacak..
Çünkü geçmişte bizim saflarımızda da ettikleri
yemini hatırlamayanlar, parti tüzüğünü umursamıyanlar, tembeller, rahatına
düşkünler, kişisel çıkarını örgüt çıkarının önüne koyanlar, tüm bu nedenlerle
örgütün başına sorun olanlar çok görüldü. Hatta, hem suçlu hem güçlüleri bile
gördük. Bugün de böyleleri az değil.
Bu durumu nasıl aşacağız?
Bazı yoldaşlar tüzüğü uygulayalım diyorlar, yani
böylelerini ayıklayalım. Elbet bu yapılabilir. Parti tüzüğünü çiğneyenlerden,
parti suçu işleyenlerden elbet hesap sormak gerekir. Bunu yapmayan örgüt
değildir. Ama biz de şimdiye kadar bunu birhayli yaptık. Ve bunun tek başına
sorunu çözmeye yetmeyeceğini biliyoruz. Üstelik tüzük hükümlerinin uygulanması,
ortaya yeni sorunlar da çıkarıyor. Bu kez de başka kadrolar, örgüte uyum
sağlamayıp gidenler için gözyaşı döküyor, örgütü savunacaklarına, örgütü hiçe
sayanların peşine takılıyorlar.
Bazı yoldaşlar örgütün eylem azlığının bu tür
çekişmelere yol açtığını söylüyorlar. Çarpıcı, ses çıkaran eylemlerle
tabanımızı etkilemeliyiz, diyorlar. En azından yurtdışı bakımından bu eleştirilere
katılmıyorum. Örneğin son iki yılda, yurt dışında politik ve kültürel nitelikte
bir hayli toplantılar yaptık. Merkezi plandaki 25. Yıl gecesi ile Köln ve Bonn
yürüyüşleri oldukça kitleseldi.
Ama taraftarlarımız, bizim durumumuzu her
keresinde PKK’nın durumu ile kıyasladılar. Apo’nun Suriye’den çıkarıldığı andan
itibaren PKK’nın yöneldiği yoğun eylemler ve geniş kitle desteği, yalnız diğer
yurtsever insanları değil, bizim tabanımızı da birhayli etkiledi. Bir bölümümüz
yine, savaş döneminde olduğu gibi, “PKK’nın alıp götürdüğünü” sandı; merkez
organlarının karar ve değerlendirmesine kulak vereceğine, örgütsel görevlere
sarılacağına, olayların pasif bir seyircisi durumuna düştü.
İşin gerçek yönü, PKK’nın çıkmazı ise çok geçmeden
ortaya çıktı.
Örgütlü çalışma, her şeyden önce bilinçli, kararlı
çalışmadır. Örgütüne, onun stratejisine, programına, temel politikalarına güven
duyan bir kadro, esen rüzgardan etkilenmemelidir. Ne yazık ki, hayat her zaman
böyle olmadığını gösteriyor. Konjönktürel durum, güç, kalabalıklar kadroları da
etkiliyor. Bu da hem bizim, hem de genel olarak örgütsel çalışmanın bir
gerçeği. Bu durumun, örgütün legal ya da illegal olmasıyla bir ilgisi yoktur.
Sorumluluk duyan, görev duygusu yüksek olan legalde de illegalde de çalışır. Bunun
tersi de doğrudur; tembel ve sorumsuzlar için, örgütün, ya da yapılan işin açık
ya da gizli olmasının farkı yoktur.
Kimi yoldaşlarımız öteden beri PKK’nın
yöntemlerine özendiler. Oysa o yöntemleri kullansak biz de 2. PKK olurduk, ya
da PKK’ya gerek kalmazdı! Biz ulusal ve uluslararası koşulları uygun
bulmadığımız için silaha başvurmadık. Biz örgüt içi ve halkla ilişkilerde
şiddeti yanlış buluyoruz. Şiddet istisnai durumlarda parti suçu işleyenlere,
hainlere uygulansa bile, disiplini sağlamanın temel aracı olamaz. Nitekim
şiddet PKK’yı da sorunlardan, kopmalardan kurtaramadı. Biz örgüte mali olanak
kazandırmak için de kitlelere baskı uygulanmasına, ya da kirli yöntemlere
karşıyız. Bir siyasal ve ulusal örgüt, çalışma içinde kitlelerin gönlünü
kazanarak, kitleselleşerek, onlardan aldığı maddi destekle işini yürütmelidir.
Gelişme sansasyonel eylemlerle değil, bilinçli, kararlı örgütsel çalışmayla
sağlanmalıdır. Sağlıklı bir yapı da ancak böyle oluşur.
Örneğin, özellikle yurt dışında bildirilerimizi
geniş kitlelere ulaştırmaya engel ne? (Aynı şey, legal partinin bildirileri
için yurt içinde de geçerli). Gazetemize abone bulmak için bize gerekli olan
bilinçli, sorumlu bir tavırdır. Parti kampanyasının başarısı için de.
Kampanyalar sırasında her birimde kaç üyemiz aktiftir? Neden tüm üyeler, en
azından çok daha geniş bir kesim, bu işte görev almıyor, neden kendi
dışımızdaki geniş yurtsever kesimlere uzanamıyoruz?
Militan çalışma işte budur. Parti görevlerini
yerine getirmek için sorumluluk duymak, enerji ile çalışmak, zamanı en iyi
değerlendirmek. Militanlık salt birtakım yürüyüş ve protesto eylemlerine
katılıp slogan haykırmak değildir. Asıl partili kimlik bu türden, yılın 365
gününe yayılmış, sabırlı çalışmayla olur. Yılların parti üyesi eğer bu işin
bilincinde değilse ve kendisine heyecan verici eylemler sağlanmasını istiyorsa
ne diyelim!
Biz parti üyeleri olarak kendi görevlerimizi iyi
yapsak, o zaman taraftarlarımızın moralini yükseltir ve bize yeni taraftarlar
kazandıracak olan, coşku verici türden eylemlerin sayısını da arttırabiliriz.
Kimi yoldaşlarımız, sorunları aşmak için eğitim
çalışmalarına gerek olduğunu söylüyorlar. Elbet eğitim çalışması örgütsel yaşamda
her zaman gereklidir. Biz geçmişte, özellikle yurt dışında bir dizi eğitim
çalışmaları düzenledik. Ayrıca, geçmişten bu yana zengin parti yayınlarımız ve
bu örgütte bir geleneğe dönüşen merkezi rapor ve genelgeler zaten kadrolarımız
için en önemli eğitici kaynak değil mi? Yılların kadrolarının parti
programından, örgütsel çalışmayı düzenleyen kurallardan, kendilerine düşen
görevlerden habersiz oldukları düşünülebilir mi? Besbelli sorun salt, ya da
başlıca, bir eğitim sorunu değil.
Öte yandan şunu da eklemeliyim ki, bizim
toplumumuzda okuma alışkanlığı zayıftır. Partili kadrolarımız arasında bile
yayın organlarımızı düzenli izlemeyenler, yol gösterici yazılardan habersiz
olanlar, ya da onları önemsemeyenler var. Bu parti hem Kürt ulusal
mücadelesinin, hem de sosyalizmin sorunlarına ilişkin olarak ortaya epey ürün
koydu ve hala buna devam ediyor. Bizim bu emeğimiz görmezden gelinmemeli. Ama
bunun kadrolarımız tarafından bile yeterince değerlendirildiği kanısında
değilim. Kadrolarımızın teorik düzeyi de sanıldığı kadar yüksek değil. Herkesin
teorisyen olması şart değil elbet; ama bir sosyalist partide, özellikle aydın
konumunda olanlar, sosyalizmin bilgi hazinesini belli bir dereceye kadar
sindirmiş olmalılar. Toplumsal olayları kavramak, geleceğe geniş bir perspektifle
bakabilmek, örgütün önüne uzun soluklu politikalar koymak için bu gerekli. Son
yüz ya da elli yıl içinde dünya durumu çok değişmiş olsa da; Marks’ın,
Engels’in, Lenin’nin kimi öngörüleri gerçekleşmemiş olsa da, Marksizm’in modası
geçmedi. O, çağımızın en bilimsel, sağlıklı dünya görüşü olmayı sürüyor. O
bugün de bizim için yol göstericidir. O bilime inancın, eleştirinin, arayışın;
eskiye, yalana, zulme, sömürüye başkaldırının aracıdır. Sorun Marksizmi bir
dogma gibi almamak, değişen durumu görmek, eskiyeni ayıklamak ve onu günümüzün
koşullarına yaratıcı biçimde uygulamaktır.
Yoldaşlar,
Özetle, örgütümüz programı ve merkez organlarının
karar ve direktifleri doğrultusunda bir çalışmayı hayata geçirmek için seferber
olamadı. Bunu en başta MK’nın, ondan sonra da yukardan aşağıya her sorumlu
birimin, bölge ve yöre komitelerinin, çalışma komitelerinin yapması gerekirdi.
Oysa en başta, yurt içinde uyumlu çalışmayı hayata geçiremeyen MK, sorunların
çözümüne değil, artmasına yol açtı. Ama tüm sorumluluğu ona yüklemek haksızlık
olur. Ya birimler, birim komiteleri, onlar ne ölçüde göreve sarıldılar?
Bunlar birbirini etkiler. MK uyumlu çalışsaydı,
bundan birim komiteleri ve yandaş kurumlar olumlu biçimde etkilenirdi. MK
onları denetler, yönlendirirdi. Ama bunun tersi de doğrudur. Birim komiteleri,
ve yandaş kurumlar iyi çalışsaydı, bundan MK olumlu biçimde etkilenirdi, belki
de bazı uyumsuzluklar yaşanmazdı. Çünkü çekişmeler, çoğu zaman işler iyi
gitmediği zaman uç verir. Yine yurt içinde işler iyi gitseydi yurtdışı
çalışması daha da canlanırdı. Oysa yurt içindeki sürekli kan kaybı, hele 18
Nisan seçimlerindeki kötü sonuç, yurtdışı örgütümüzde bir düş kırıklığına yol
açtı ve verimi düşürdü. En başta da, en önemli birimimiz, Almanya örgütümüz
olumsuz biçimde etkilendi. Kampanya sonuçları bunun somut örneğidir. Örgütün
mali olanakları son iki yıl içinde giderek daralmaktadır ve örgütsel
ihtiyaçlarımızı karşılaması giderek zorlaşmaktadır.
Örgüt her bakımdan ciddi bir darboğazla yüz
yüzedir.
Bu durumu nasıl aşacağız? Bu kongrede seçeceğimiz
yeni MK ile o uyumu sağlayabilecek miyiz, örgütümüze moral ve umut kazandırıp
onu seferber edebilecek miyiz?
Umarım ki öyle olur. Ancak ben, işlerin salt
MK’daki değişimle, hatta uyumla çözülebileceği kanısında değilim. MK büyük oranda,
ya da tümüyle değişse bile –ki bu da deneyim eksikliği getirebilir- sorunlara
yol açan temel nedenler kavranıp onlara çözüm bulunmadıkça sıkıntılar devam
eder ve bir süre sonra yeni MK’da da sürtüşmeler başlar. Bence yüz yüze
olduğumuz sorun çok daha kapsamlıdır ve çözümü de ona göre olmalıdır.
Ben bu sorunların en azından bir bölümünün
aşılmasi için örgütsel çalışmada tümüyle legaliteye geçilmesinden yanayım.
Değerli yoldaşlar,
PSK’nın kuruluşundan bu yana, 26 yıla yakın bir
zaman geçti. O günden bu yana hem yurtta, hem dünyada durum büyük ölçüde
değişti. Daha önceki bölümde sözünü ettiğim gibi, 1960’lı, 70’li yıllar dünyada
devrim dönemleriydi, genellikle silahlı mücadeleyi de içeren sosyalist
devrimler ve ulusal kurtuluş savaşları dönemi. Oysa yüzyılın son 10-12 yılında
yaşananlar durumu büyük ölçüde değiştirdi. Sosyalist sistem çöktü, sosyalist
devrimler dönemi –en azından dünya durumunda yeni bir devrimci dalgaya yol
açacak olağanüstü değişikliklere kadar- kapandı ve ulusal kurtuluş
devrimlerinin, tümüyle sonu gelmiş olmasa bile, hızı kesildi.
Ulusal planda ise, silahlı mücadele yürüten
başlıca güç olan PKK önce tek yanlı ateşkeslerle başladı, sonra da Apo’nun
Suriye’den çıkarılışı ve yakalanışıyla –bu da değişen dünya ve bölge güç
dengelerinin bir sonucuydu- silahlı mücadeleye son verdi ve tümüyle teslim
oldu.
Yeni süreçte uluslararası planda sosyalizm ve
değişim yönündeki hareket devrimci değil, evrimci bir nitelik kazanmıştır. Biz,
parti olarak bu görüşe, daha 1992 yılında yaptığımız 3. Kongre sırasında vardık
ve bunu açıkça dile getirdik, programımızda da buna uygun değişimler yaptık.
Yani biz, bazılarının sandığı, ya da ileri sürdüğü gibi, yirmi yıl önceki gibi
düşünmüyoruz. Marksizm konusunda dogmatik değiliz. 1987 yılından başlayarak
değişim sürecini yoğun biçimde tartıştık ve kendimizi de ideolojik ve
programsal yönüyle yeniledik. Bu alanda partimiz yoğun bir çalışma yaptı ve
şaşırmadan, havlu atmadan, savrulmadan kendisini yeniledi, yoluna devam etti.
Ama eğer sosyalizmi tümden bırakmamızı isteyenler varsa, bu ayrı.. Ben kendi
payıma, 40 yıl önce sosyalizmin insanlık için yüce bir değer ve amaç olduğuna
nasıl inandımsa, bugün de öyle inanıyorum. Kişiler ve örgütler gelip geçer, ama
insanoğlu var oldukça sosyalizm mücadelesi, yani isanoğlunun gerçek özgürlük ve
eşitlik mücadelesi, diğer bir deyişle insanın gerçek anlamda insan olma
mücadelesi bitmeyecektir.
Değerli yoldaşlar, dünyadaki ve ulusal plandaki
söz konusu değişim, ister istemez örgüt ve mücadele biçimlerini etkileyecektir.
Sosyalizm için mücadele bundan böyle, ayaklanma, halk savaşı gibi silahlı
mücadele biçimlerini de içeren bir tarzda değil de evrimci biçimde olacaksa, o
zaman illegaliteye de gerek yoktur. Nitekim Türk sosyalistleri –eski
anlayışlarında ısrar eden küçük bir bölümü hariç- artık legal biçimde
örgütleniyorlar. Rejim de buna yolu açtı; legal sosyalist partilere karşı
geçmişteki türden yoğun baskılar yoktur.
Kürt hareketi için durum elbet farklı. Rejim Kürt
ulusal hareketine yönelik baskılarını sürdürüyor ve bizim gibi Kürt halkının
özgürlük mücadelesini programlarının ekseni yapmış olan partilere legal planda
hayat şansı tanımak istemiyor. Buna rağmen, legal olanakları, sınırlı biçimde
de olsa kullanmak mümkündür. Kürt ulusal hareketi 1989 yılından beri bunu
yapıyor. HEP, DEP, DDP ve şu anda var olanlar bunun somut örneği.
Benim legaliteye geçme önerim ise yeni değil. Daha
MK’nın 1994 yılı Nisan toplantısında, bu aşamadan sonra illegalitede kalmanın
anlamı olmadığını, tümüyle legal biçimlere geçilmesini, MK’nın bu konuyu değerlendirmesini
önermiştim. Nitekim 4. Kongre öncesi bu konunun tüm örgütçe tartışılmasını
istedim.
Dolayısıyla bunun, PKK’nın şu andaki
politikasıyla, silahları tümden bırakıp siyasallaşma çabalarıyla ilgisi yoktur.
Salt örgüt içi sorunları aşmak için de değildir. Konu bundan çok önce
gündemimize geldi. Bunun nedeni, artık gizlenmek, saklanmak için bir neden
olmayışı idi. İnsan silahlı eylem, ayaklanma, bazı istihbarat işleri ve benzeri
şeyleri yapmak için gizli örgütlenir. Bu tür bir mücadelenin gündemimizden
çıkmasıyla birlikte, artık böyle şeylere gerek kalmadığı açıktı. Yaptığımız tüm
işler ise –bazı gizli toplantıların ötesinde- yurt içinde ve dışında açıktır.
Çıkardığımız yayınlar gizli değil, açıktır. Siyasal çalışma yurt içinde asıl
olarak legal parti kanalıyladır. PSK adına gizli bir bildiri bile dağıtmıyoruz;
kaldı ki buna gerek de yok, PSK bildirilerini legal planda veriyoruz. Köşe
yazılarında, röportajlarda her konuyu açıkça tartışıyoruz.
Yurt içinde gizli çalışma gereği olmadıkça, yurt
dışında buna zaten gerek yok.
Legal partinin adında Kürdistan olması bence
zorunlu değil. Programı mevcut koşullara göre olur. DBP programı benzeri bir
program mevcut koşullarda ihtiyacı karşılar. Eğer sosyalist olsun diyorsanız,
bunu eklersiniz. Ama sosyalist olmayan daha geniş yurtsever kesimleri de
kapsasın derseniz, DBP programı yeterlidir. Bunu aşan istem ve görüşleri, yurt
içinde ve dışında, bugün olduğu gibi, legal yayınlarda dile getirmek mümkün.
Halihazırda zaten olan budur. Öte yandan, durumun
değişmesi, örneğin yeni ve demokratik bir anayasa, Kürt kimliğinin tanınması,
Kürt partilerinin kendi adları ve özgün programlarıyla kurulması için mücadele
sürdürülür ve koşullar elverdiğinde hayata geçirilir. Türkiye ciddi bir
demokratik değişim yaşarsa, önümüzdeki üç-beş yıl içinde bu mümkün olabilir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday üye olması, bu yöndeki değişim için yüzde
yüz güvence değil; ama onu kolaylaştırıcı niteliktedir.
Yurt içinde, tüm çalışmayı DBP içinde yapsak,
kanımca fazla bir şey yitirmeyiz. Ama bu iki başlılıktan kurtuluruz.
İllegalitenin riski sona erer. Örgütsel çalışma olabildiği kadarıyla
demokratikleşir. Gizliliğin yarattığı türlü sakıncalar son bulur, insanlar
birbirini tanır, yapılan işler ortada olur, her göreve seçimle gelinir, hesap
verilir. Çalışan çalışmayan belli olur.
Yoldaşlarımızın el edemediği PSK’nın adıdır ve
yıllar süren alışkanlıklar, ilişkilerdir. Ama örgütün kendisi gibi isim de
birer araçtır, semboldür, gerektiğinde onları değiştirirsiniz. Onları fetiş
haline getirmemek gerekir.
Bana göre yoldaşlarımız PSK adına ve eski çalışma
tarzına öylesine alışmışlar ki, büyük çoğunluğu, onsuz düşünemiyorlar. Onsuz
düşünmenin, kurucusu olan ve 26 yıldır sekreteri olan benim için kolay olduğunu
mu sanıyorsunuz? Ama gerçekçi olmalıyız. Değişim gerekliyse yapmalıyız. Önemli
olan amaçlardır, ilkelerdir ve mücadelenin kendisidir. Ne ulusal kurtuluşa ve
sosyalizme yönelik amaçlarımızdan, ne de mücadeleden vazgeçelim demiyorum. Tam
tersine bu konularda dünkü kadar hassas olduğumu biliyorsunuz. Ama bu
mücadeleyi artık eski örgütlenme biçimi ve çalışma tarzıyla sürdüremeyiz. Bu
biçim ve tarz şimdi ayakbağı olmuştur. Değişimde gecikirsek, hem işleri mevcut
yapıyla sürdüremez hale gelebiliriz, hem de yeni çalışma biçimlerine geçmek
daha da zorlaşır ve daha çok kan kaybederiz.
Böyle bir değişim sancısını, 12 Eylül öncesi
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) yaşadı. TSİP’in arkasında illegal bir
komünist partisi örgütü vardı ve onun tarafından oluşturulmuş bir şemsiye
örgüttü. O da, hem asıl çalışmasını legal planda yürüttüğü, hem de zamanla iki
başlılık sorunları yaşadığı için, sonradan illegal yapıyı tümden tasfiye ederek
legale geçti.
Yoldaşlar, lafı uzatmak istemiyorum: Bence
korkmadan karar vermeliyiz. İllegal çalışma tarzı bu aşamadan sonra bize yarardan
çok zarar vermektedir. Yurt içinde ve dışında tümüyle legal biçimlere
geçmeliyiz. İçerde, örneğin DBP, şu koşullarda bu işe elverir. Onun genişlemesi
ve yeni bir oluşum gündeme girse bile, bu söz konusu değişime engel olmaz.
Yayınlarımızı yine çıkarır, orada bugün söylediklerimizi yine söyleriz.
Birkısım yoldaşlar legal partinin güvencesi
olmadığını, rejim tarafından kapanabileceğini söylüyorlar. Bu doğru elbette.
Ama yerine yenisini kurarsınız. Şimdiye kadar hep öyle oldu.
Yurt dışında ise illegaliteye hiç gerek yok. Biz
çoktandır ki, daha çok bir göçmen partisine dönüştük. Parti yurt içinde olur,
yurt dışından destek alır. Bu destek yine sürebilir. Yurt dışında KOMKAR
türünden bir örgüt pekala ihtiyacımızı karşılar. PSK kadrolarının nerdeyse
tamamı, zaten orada çalışıyor. Legal partilerin yurtdışı temsilcilikleri
oluşturması mümkün; kimi insanlarımız orada görev alır. Diplomatik çalışmalar
da o biçimde yürür. Zaten batılılar illegal örgütlerden çok bu tür açık, yasal
örgütlerle ilişkileri tercih ederler.
Yurt dışındaki eylemlerimiz, zaten esas olarak
demokratik örgütler kanalıyla yürümekte. Bundan böyle de toplantılar, dayanışma
eylemleri aynı kanallardan yürür. Yurt içindeki kadar olmasa da, yurt dışında
yaşanan iki başlılık da böylece sona erer. Burada da her şey saydamlaşır.
12 Eylül sonrası yurt içinde oluşan kurumlar,
nerdeyse tümüyle, yurt dışı mali destekle işlerini yürüttüler. Bu ise
rahatlığa, tembelliğe, hatta yozlaşmaya yol açtı. Bu şekilde ciddi bir
örgütlenme olmaz, kitlelerle bağlar kurulmaz. Yurt içinde oluşacak kurumlar
öncelikle, onu oluşturanların inisiyatifi, fedakarlığı, çalışmasıyla yürümeli.
Bu olmadıkça ne yapılsa boşunadır. Ancak böyle bir durumda yurtdışı destek
olumlu bir rol oynar, çalışmayı hızlandırır. Yoksa yurt içindeki kurum ve
kadrolar verimsiz tüketicilere, eski Sümerbank’a ve onun elemanlarına dönüşür.
Yoldaşlar,
Bu değişim gereği altı yıl önce gündemimize
gelmişti. Ama o zaman örgüt buna hazır değildi. Bugün değişim gereği daha
güçlüdür. Ama ne yazık ki, birimlerden gelen görüşlere baktığımda, örgütümüzün
büyük çoğunluğunun hala böylesi bir değişime istekli ve hazır olmadığını
görüyorum. Bu durum, belki konu yeterince tartışılmadığı içindir. Bence bu
konuyu, 3. ve 4. Kongre önceleri kimi konularda yaptığımız gibi, hiç değilse
yurt dışındaki konferanslarda ve yayın planında tartışsak iyi olurdu. Ama
Merkez Komitemiz, Kongre öncesi bir tartışmadan yana olmadı. Tabandan görüşler
geldikten sonra ise, kongre yaklaştığı için, bunu yeniden değerlendirip hayata
geçirmeye zaman kalmamıştı.
Ben başlangıçta, yeni dönemde yönetim planında
görev almayacağım için, bu konuda kongreyi etkilememeyi, bu nedenle de görüş
belirtmemeyi düşündüm. Ama daha sonra, bu konudaki görüşlerimi kongre sırasında
dile getirmeyi örgüte karşı bir görev bildim.
Kongre elbette özgürce tartışacak, karar
verecektir. Vereceği karar hangi yönde olursa olsun, hepimize düşen ona saygı
göstermektir.
Yoldaşlar,
Kendi durumumla ilgili olarak da bilgi vermek
istiyorum.
Genel sekreterlikten ayrılma düşüncem yeni bir
olay değil, yaşadığımız son örgütsel sorunlarla hiç ilgili değil.
Şu 26 yıllık örgüt yaşamımız boyunca birkaç kez bu
görevi yoldaşlara devretmeyi istedim. İlk kez 1982 yılında, bir MK
toplantısında genel sekreterlikten istifa ettim ve görevimi bir polibüro ya da
MK üyesi olarak sürdürmek istedim. Ama organ benimsemedi ve ben de geri aldım.
Yine, yurtiçi örgütü canlanıp MK çoğunluğu yurt içine aktarıldığı zaman (1988
yılıydı sanırım), sekreterlik görevinin de yurt içindeki arkadaşlardan biri
tarafından yürütülmesinin daha uygun olacağını, örgütü yurt dışından yönetmenin
sakıncalarını dile getirdim. Ama yoldaşlarım görevi sürdürmemde ısrarcı
oldular. Nitekim daha sonra söz konusu sakıncalar pratikte yaşanıp görüldü;
belli uyumsuzluk sorunları yaşadık. Bunun üzerine 3. Kongre’de genel
sekreterlik görevinden ayrılmayı planladım ve MK toplantısında dile getirdim.
Ancak daha sonra, Kongrenin aldığı bazı kararlar nedeniyle, böyle bir aşamada
ayrılmayı yanlış buldum, alınan kararın hayata geçmesi için en önde çaba
göstermenin daha doğru olacağını düşündüm. (Ne yazık ki benim çabam da bu
kararın hayata geçmesine yetmedi.) Öyle olunca, en azından bu aşamadan sonra
artık örgüt sekreterliğinden ayrılmam gerektiğini düşündüm. Ancak bu kez de,
DDP’nin kuruluş aşamasında Nazif’in çıkardığı, örgütümüzü ideolojik ve politik
olarak rayından saptırmaya yönelik sorunları yaşadık ve bir kez daha örgütün bu
badireden kurtarılması ve o dönemdeki moral düşüklüğünün aşılması için görevimi
sürdürdüm.
Bu görevi son olarak 2000 yılının başında noktalamayı
planlamıştım. Bu kez de olağanüstü kongre gündeme girdi ve böylece yedi ay daha
ertelemek durumunda kaldım. Şimdi o an geldi.
Yoldaşlar,
Bir görevi üstlenmek gibi, sırası gelince onu
bırakmasını da bilmeli.
Örgütlü politik yaşamım 1965 yılında TİP’te
başladı ve PSK’da devam etti. Politikaya başta gönülsüz girdimse de, girdikten
sonra işimi ciddiye aldım. Bu 36 yıl yoğun bir politik çalışmayla geçti ve bu
sürede örgütsel görevleri her şeyin önünde tuttuğumu söyleyebilirim.
Genel sekreterlik görevi için ise 26 yıl
gereğinden uzundur. Bu zor bir görevdir. Bu göreve verdiğim yıllarımdan,
harcadığım emekten pişman değilim, bundan onur duyuyorum. Bana böylesine uzun
bir süre bu görevi layık gören yoldaşlarıma teşekkür ederim.
Örgüt bana epeyce alışmıştı, ama yenisine de
alışır. Kişilerin örgütsel çalışmadaki payı ve rolü ne olursa olsun, önemli
olan örgüttür, onun izlediği politikalar ve ilkelerdir. Bu ilkeler ve
politikalar sağlıklı oldukça ürkmemek gerekir.
Ben 26 yıl boyunca örgütümüzün ideoloji ve politikasının
oluşmasında ve yönetiminde birinci dereceden rol oynadım. Bundan böyle ise
artık yönetim planında sorumluluk almak istemiyorum. Arkadaşlarımın bunu
anlayışla karşılayacaklarını umarım. Bunu yorgunluğuma verebilirsiniz. Bu ağır
yükün beni yorduğuna kuşku yok.
Görev değişimi birçok bakımdan gerekli ve
yararlıdır. Bu işte geç bile kaldık.
Bu kongre, gündemindeki sorunlarla ilgili olarak
elbet kararlar verecek ve örgütümüz ya eski biçimiyle, ya da yeni biçimlerde
yoluna devam edecek, etmeli. Ben alınacak her karara saygılı olacağım ve bir
üye olarak bana düşeni yapmaya çalışacağım.
Son on yılda, zaman buldukça yaptığım işlerden
biri de anılarımı ve parti tarihini yazmak oldu.. İster istemez bu ikisi iç içe
geçti. Bu çalışmayı bitirdim. Belgeleriyle birlikte birkaç cilt tutuyor. Olanak
olursa bunları yayınlarım. (Elbet parti tarihinin önce ilk aşaması, 1980’e veya
1985’e kadar olan bölümü yayınlanabilir). Ayrıca Kürdistan tarihi ile ilgili
çalışmamın ikinci cildini tamamlamak istiyorum. Yani yoldaşlar, bir yazar
olarak da daha yapacak epey işim var.
Bunun yanı sıra, Parti çalışmalarına yardımcı
olabilirim. Yeter ki örgütümüz kararlı şekilde yoluna devam etsin.
Konuşmamın başında söyledim: sorunlarımız
ciddidir. Zor bir dönemdeyiz ve zor dönemler hem örgütler, hem kişiler için
sınav günleridir. Böylesi zamanlarda şaşırmadan, paniğe kapılmadan yürümesini
bilmek gerekir. Yapılacak şey sorunlardan korkmamak, tartışmak, çözüm yolunu
aramak ve bunun için karar vermektir. Çoğunluğun kararı şu veya bu kişinin gönlüne
göre olmasa da saygı göstermeli. Eğer karar yanlışsa denenip aşılacaktır. Ama
en kötüsü bu demokratik mekanizmayı işletmesini bilmemek, umutsuzluğa kapılmak,
ille benim dediğim olsun demek ve örgütsel çalışmadan kopmaktır.
Ben, yüz yüze olduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen,
örgütümüzün bu kongreden de yüzakıyla çıkmasını diliyorum. Örgütsel biçim
değişir, ya da eskisi gibi sürer; önemli olan her durumda işleri omuzlamaya,
mücadeleyi sürdürmeye kararlı bir ekibin ve kadroların var olmasıdır. PSK’ya
yaraşan budur. Halka ve tarihe karşı sorumluluğumuz bunu gerektiriyor.
* * *
Yoldaşlar,
Patimizin kuruluş döneminde herhangi bir
gayrimenkulüm yoktu, şimdi de yok. Kişisel eşyalarımın ve kitaplarımın dışında
menkul malım, bankada veya yastık altında param yok. Eşimin, daha benimle
evlenmeden önce bir kooperatif üyeliği vardı. Kendisi o zaman çalışıyordu, yurt
dışında da uzun zamandır çalışmakta. Böylece kooperatif yoluyla bir daire
sahibi oldu. Bunda benim hiçbir katkım yok.
Bu da benim mali hesabımdır.
Kongremize başarılar dilerim.
Yaşasın Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesi!
Yaşasın sosyalizm! (1)
------------------------------------------------------------------
(1): Kongrenin son günü arkadaşlarımdan gelen
yoğun istek üzerine yeniden Genel Sekreterlik görevini kabul ettim ve 2003 Yılı
sonbaharında yapılan 7. Kongre’ye kadar 3 yıl daha sürdürdüm.