Suriye
sınırında olaylar daha da ısındı. Son günlerde PYD ile ÖSO (Özgür Suriye
Ordusu), daha çok da El Kaide çizgisindeki El Nusra arasında, sınır bölgesinin
kontrolü üzerinde, Resulayn’da (Serê Kaniyê) ve Tel Halef civarında yoğun
çatışmalar yaşandı ve bu çatışmalar hâlâ sürmekte.
Türk
medyasının bir bölümü bunu PKK’nin sınır ötesinde, “Kuzey Suriye”de devlet
kurması biçiminde yansıtıyor ve bu mealde bir kez daha “tehlike çanları”
çalıyor. Bu medyada konunun uzmanı geçinen yığınla insan var ve birbiriyle
çelişen yorumlar da az değil.
Kürtlerin
bir kesimi, özellikle de PKK ve yandaş çevresi de öteden beri, PYD eliyle bu
bölgeyi özgürleştirdiklerini ileri sürüyor.
Söz
konusu medyada ve siyaset arenasında Kürt düşmanlığıyla malul bazı ırkçı kişi
ve örgütler de bu tür abartılmış haberleri kullanarak Türkiye’nin sınır ötesine
bir hareket düzenlemesini istiyor, savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.
Gerçekte
durum nedir?
Türk
medyasının bir bölümüne, ağırlıklı olan kesimine bakarsanız, PYD Batı
Kürdistan’daki (Rojava) başlıca örgüt, ve buranın kontrolünü tümüyle elinde
tutuyor. Hatta bazı yorumculara göre, bölgedeki öteki Kürt örgütleri PYD’den
ayrışmış… Bu iddialar gerçeği yansıtmıyor.
Suriye’deki
Kürt hareketi oldukça eskidir, buradaki bazı partiler 50-60 yıllık bir siyasi
ömre sahipler. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-S) 1950’li yıllarda Kürt
politikacı ve yazar Osman Sebri’nin başkanlığında kuruldu. Kuruculardan Hemidê
Heci Dewrêş o zaman bir üniversite öğrencisi idi ve şimdi 80’e ulaşan yaşıyla
hâlâ politikada oldukça aktif, Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi’nin
(Pêşverû) Başkanı.
PDK-Suriye
yıllar içinde bölündü ve ortaya başka partiler çıktı. Bu partiler kitleler
içinde oldukça yaygın örgütlüler ve demokratik bir seçimde bölge halkını
PYD’den çok daha fazla temsil edebilecek güçteler.
Suriye
Kürt hareketinin son 60-70 yıl içinde, Suriye koşullarına göre önemli bir
siyasi mücadelesi ve deneyimi var.
PYD
ise İmralı sürecinde ve Öcalan’ın direktifleri doğrultusunda, yani son 10-12
yıllık dönemde oluştu. Başlangıçta etkisiz bir örgüttü. Lideri Salih Müslim,
Suriye’de barınamadığı için Moskova’da mültecilik koşullarında yaşamaktaydı.
Ancak Son üç yıl içinde baş gösteren ve “Arap Baharı” diye nitelenen halk
hareketinin Suriye’ye yansımasının ve bu ülkede de Baas rejiminin dara
düşmesinin ardından, sürgündeki PYD lideri ülkeye davet edildi, kendisine bazı
olanaklar sunuldu ve Kürt bölgesinin kontrolü ona bırakıldı. Diğer bir deyişle,
PYD bu kontrolü Suriye hükümetinin bilgisi ve onayı ile yapmakta. Rejim PYD’ye
böyle bir rol verirken, kendi güçleri ve idari yönetimi bölgeden tümüyle
çekilmiş değil. Böylece Suriye Kürtlerinin rejime karşı ayağa kalkması ve
bölgede istenmeyen bir gelişmenin önlenmesi düşünülmekte.
Bu
durumda PYD’nin Kürt bölgesini özgürleştirdiği iddiası doğru değil. Bu,
hükümetin bilgisi dahilinde ve onun çizdiği sınırlar içinde bir etkinliktir.
Bu
uzlaşmanın ardından, aslen Suriyeli olan 1500 dolayında bir PKK gerilla gurubu
Kandil’den Suriye Kürt bölgesine geçti ve bu silahlı gücün katkısıyla PYD’nin
etkinliği arttı. PYD daha baştan itibaren, Kürt kesiminde rejime karşı herhangi
bir kalkışmanın, hatta gösterinin olmaması için görev yaptı; bu türden
girişimlere karşı şiddet uyguladı, Mişel Temo olayında olduğu gibi siyasi
cinayetler de işledi.
Diğer
Kürt örgütleri kendi aralarında ENKS (Suriye Kürtleri Ulusal Cephesi) adında
bir birlik oluşturmuşlardı. Bu birlik rejimle silahlı bir çatışmaya girmedi,
ama rejime destek de vermedi. Böylece hem mümkün olduğunca Kürdistan bölgesini
silahlı çatışmanın dışında tutmaya çalıştı, hem de kendi ulusal taleplerini
dile getirdi. Bu talepler bölgedeki Kürt halkına federal ya da otonom nitelikte
bir statü tanınmasını içeriyordu.
Güney
Kürdistan Federe Bölgesi’nin Başkanı Mesut Barzani’nin çabasıyla ENKS ve PYD
bir yıl kadar önce biraraya gelerek “Desteya Bılınd” adında bir üst birlik
oluşturdular. Bundan amaç hem Kürtler arasında çatışmaları önlemek, hem de
onların birliğini sağlamaktı. Ne var ki PYD ve arka planda onu destekleyip
denetleyen PKK bu birliğin kurallarına uygun davranmadı. PYD bu anlaşmayı hep
çiğnedi. Güney Kürdistan’a sığınmış ve orada eğitim de almış olan diğer
partilerin kadrolarının geri dönüşünü engelledi. Zaman zaman baskılarını ileri
götürdü, diğer partilerin kadrolarına yönelik gözaltılara ve cezalandırma
eylemlerine başvurdu. Kitleler bu durumu zaman zaman protesto ettiler. Ama PYD
bu barışçı protestoları da şiddetle bastırdı. Son olarak Amude kentinde kitleye
ateş açtı ve ölümlere, yaralanmalara yol açtı. PDK-S’nin merkezini basıp
dağıttı. Buna ilişkin bilgiler son günlerde kamuoyuna yansıdı.
Demek
ki PYD’nin yurtsever güçlerin birliğine ilişkin bir politikası yok.
Kürdistan’ın bu bölgesini özgürleştirmek isteyen, öncelikle böylesi bir birlik
politikası güder. Oysa PYD’nin yaptığı, bölgede tahakküm kurmaya çalışırken,
yurtsever Kürt hareketini de engellemektir. Bu ise rejimin tam da istediği
şeydir.
PYD’nin
ülkedeki Arap muhalefeti olan Özgür Suriye Ordusu ile ilişkileri başından beri
iyi değildi. Son dönemde ise bu muhalefetin bir parçası, en radikal kesimi olan
El Kaideci Nusra ile sınır bölgesindeki bazı kasabaların kontrolü için savaşa
tutuştu. Bunda şaşacak bir şey yok. Bu aynı zamanda Suriye merkezi hükümetinin
de istediği şey. Esat rejimi diğer bölgelerde muhalefetle ordusu vasıtasıyla
doğrudan hesaplaşırken, Kürt bölgesinde bu muhalefetin engellenmesini PYD’ye
bırakmış durumda.
Peki
Türkiye’nin, Suriye politikası son olaylara nasıl yansıyor ve onları nasıl
etkiliyor?
Malum,
Türk hükümeti Suriye’deki halk hareketinin başından itibaren, Esat’ı çekilmeye
ve yumuşak bir geçişe ikna edemeyince ona karşı tavır aldı ve muhalefeti açıkça
destekledi. Bu da Suriye hükümeti ile ilişkilerin kopmasına yol açtı.
Türkiye’nin
desteklediği muhalefet oldukça karmaşık bir yapıya sahip, ama İslami eğilimleri
ağır basıyor. Bu muhalefetin saflarında “Iğvan-i Müslümin” denen Müslüman
Kardeşler’in yanı sıra, son dönemde giderek güçlenen daha radikal, El Kaide
yanlısı gruplar da var. Bu durum ABD’nin ve AB ülkelerinin muhalefete karşı
mesafeli durmalarının, bu yüzden söz konusu iç çatışmanın uzamasının başlıca
nedeni.
Türkiye,
sınırlarında ÖSO’ya lojistik imkanlar, barınma ve geçiş olanakları sağlarken
(ki buna El Nusra’cılar da dahil) sınır ötesinde Kürtlerin otonom veya federal
türden bir statü elde etmelerini istemiyor, böyle bir gelişmeden kaygı duyuyor.
Türkiye başlangıçta, Kürt örgütlerinin birliği olan ENKS’nin ÖSO’da yer
almasını sağlamaya çalıştı. Daha sonra da Öcalan yoluyla yön verdiği son “çözüm
süreci”nden yararlanarak PYD’yi, Esat rejimiyle bağlarını koparıp muhalefetle
anlaşmaya teşvik etti. Ama hem ÖSO’nun Kürt sorununa ilişkin katı tutumu, hem
de PYD’nin rejimle bağlantıları buna meydan vermedi. Bu nedenle Resulayn’daki
son çatışmada Türk hükümeti El Nusra’dan yana tavır aldı.
Öte
yandan, Türk medyasındaki hükümete yakın bazı kalemler, PKK’nin güney sınırında
Kürt devleti kurmakta olduğu yaygarasını koparanlara karşı, korkuya ve telaşa
gerek olmadığını, her şeyin “sürec”e uygun biçimde yürüdüğünü, gelişmelerin
kontrol altında olduğunu söylüyor, yani PYD’nin de denetim altında olduğunu ima
ediyorlar. Bu tür yorumlar pek akla uygun olmasa bile, kafa karıştırıcı… Yoksa
PYD, Öcalan’ın son tez ve önerilerine uygun olarak bu arada taraf değiştirip
Türkiye’ye mi yanaştı? Ama böyle bir şey olsa ÖSO ile çatışmazdı. Görüldüğü
üzere durum oldukça karmaşık ve Suriye’deki Kürt örgütlerinin politikası işte
böylesine karmaşık bir ortamda şekillenmekte.
Ama
bir şey oldukça açık: Türkiye Kürtlerin herhangi bir statü elde etmelerinden
yana değil. Arap muhalefeti ÖSO da öyle, Suriye’nin geleceğinde Kürtlere
özerklik gibi bir vaadi yok ve bunu düşünmüyor. Bu rejim yıkılıp yerine
muhalefet geçse bile Suriye demokratikleşmiş olmayacak; yeni yönetim büyük
ihtimalle Alevi kesiminden öç almak isteyecek ve kanlı çatışmalar sürecek.
Bunun gibi, Hıristiyanlara, seküler kesime, Kürtlere yönelik baskılar artarak
devam edecek. Esat rejimine gelince, onun PYD’ye sağladığı destek taktik bir
tutum, yani bu zor dönemi aşmaya yönelik. Eğer bunu başarabilirse, artık bu
ittifaka gerek kalmayacak, yine büyük ihtimalle PYD’ye ve Salih Müslim’e yol
görünecek…
Peki
durum Kürtler açısından tümüyle umutsuz mu? Kanımca değil. Ama bu Kürt
kesiminin doğru bir politika izlemesine, özellikle de PYD ve PKK’nin izlediği
yanlış tutumu terk etmesine bağlı.
PYD
Rejimle bağlarının, aynen Öcalan’ın Suriye’de olduğu dönemdeki gibi güvenilir
olmadığını bilmeli. Bu bağlardan yararlanıp diğer Kürt partileri üzerinde baskı
mekanizması kuracağına, onlarla ittifaka yönelmeli, başarının ancak böylesi bir
ulusal ve demokratik birliğe bağlı olduğunu bilmeli. İlkeli biçimde işleyecek
ve güven verecek böylesi bir birlik, her durumda Kürt halkının bu parçada
amaçlarına ulaşması için en uygun ortamı sağlar.
Bu
olmadıkça hem PYD hem de Rojava Kürtleri bir bütün olarak kaybedeceklerdir.
Ama
PKK-PYD kesimi bunu yapar mı? Bu uzak görüşlülüğü gösterir mi, böylesi
yurtsever bir tutumu takınır mı? Bildik tanıdık PKK bakımından mucize gibi bir
şey yani…
Dolayısıyla,
medyanın ve PKK cenahının yalan yanlış enformasyonuna bakıp PYD şurayı ele
geçirdi, burayı “özgürleştirdi” diye heyecana gelen Kürt çevreleri bu karmaşık
durumu görüp, gerçekçi olmalı ve PKK-PYD kesimine yeni yanlışlarında bol
krediler açmamalılar.
Kimse
unutmasın ki bu kesimin boş övünmeleri ilk kez değil; onlar geçmiş yıllarda
Kürdistan’ın Kuzey parçasını da birçok kez “özgürleştirmiş”, “Botan-Badinan
hükümetleri” kurmuş, Güney’de “Zap Cumhuriyeti” oluşturup bol bol övünmüşlerdi.
Sonuç ise malum…
Türkiye’nin
tutumuna gelince…
Türkiye
medyasında ve aydın çevrelerde, Suriye Kürt bölgesinde olup bitenlerle ilgili
olarak duyulan tüm kaygılara, tüm abartılmış haberlere ve kışkırtmalara
karşılık soğukkanlı sesler de duyuluyor. Bazıları Kürtlerin bu bölgede elde
edecekleri bir statü nedeniyle telaşa kapılmak için neden olmadığını
söylüyorlar. Gerçekten de böyledir. Türk tarafı Batı Kürdistan’da Kürt halkının
hak ve özgürlüklerine kavuşmasından ürkmemeli. Bunun Türkiye’ye ve Türk halkına
bir zararı yoktur. Bu zaten olması gerekendir.
Türk
hükümetinin bundan duyduğu kaygı ve Esat rejimine duyduğu öfke nedeniyle El
Nusra gibi terörizmi temel politika yapmış radikal gruplara destek vermesi,
yine, çığırtkan şer gruplarının çağrılarına uyup bölgeye silahlı müdahalede
bulunması, izlenecek en yanlış politika olur ve hem Türkiye’nin hem bölgedeki
diğer halkların başına yeni işler açar. Suriye’ye yönelik izlenecek en doğru
politika bu ülkede yeni bir anayasa ve serbest seçimlerle demokratik bir
rejimin oluşması için çaba göstermektir. Söz konusu anayasa bu ülkedeki farklı
etnik grupların (Sünni ve Alevi Araplar, Kürtler, Hıristiyanlar, Dürziler) hak
ve özgürlüklerini güvence altına almalıdır. Bu ise federal ve demokratik bir
Suriye demektir.
Türkiye
bölgede barışın bir an önce tesisini istiyorsa buna uygun, yani Suriye’deki tüm
tarafların hak ve özgürlüklerini gözeten bir politika izlemelidir.
2013-07-22
23:50
Kemal
Burkay