• Ana Sayfa
  • »
  • Solda Gerilla Savaşı Hazırlığı

Solda Gerilla Savaşı Hazırlığı

ANILARDAN BİR BÖLÜM

 

ANILARDAN BİR BÖLÜM

1960’lı yıllara ilişkin anılarımdan bir bölümü sizinle paylaşmak istedim. Daha önce okumuş olanlar da hafızalarını tazeleyebilirler.

Solda Gerilla Savaşı Hazırlığı

Seçimlerden bir süre sonraydı. Elazığ’da okuyan bir grup genç Tunceli’ye gelmişler ve köyleri dolaşmak istiyorlardı. Bunlar DEV-GENÇ’li idiler ve Deniz Gezmiş’in yandaşlarıydı. İçlerinden biri Yusuf Aslan’dı. Ancak bu, 12 Mart döneminde Deniz ve Hüseyin İnan’la birlikte idam edilen Yusuf Aslan değildi, bir başka Yusuf’tu.. Palu’nun Çiftlik köyündendi.

Gençler beş kişiydiler. Yani tam bir tim… Kırsal kesimi tanımak, ilişki kurmak istiyorlardı. Aslında bu, daha o zamandan bir gerilla savaşı hazırlığıydı. O dönem sol gençliğin saflarında kent ve kır gerilla savaşı konusu yoğun biçimde tartışılıyordu.

Kurban bayramı tatiliydi. Bundan yararlanarak seçimlerde bana büyük destek vermiş bir kısım köyleri dolaşıp hem köylülere teşekkür etmeyi, hem de bayramlarını kutlamayı uygun buldum.

Bakkal Ali’yi de yanıma alarak gençlerle birlikte Pertek köylerine doğru yola çıktık. Balışêr köyünde arabadan indik ve ondan ötesi, dört gün boyunca Pertek köylerini yayan dolaştık. Kasım sonu, ya da aralık başıydı. Bol yağışların ardından yollar diz boyu çamurdu.

Balışêr’de doğruca muhtarın odasına gittik. Geldiğimizi duyan köylüler bir anda muhtarın odasına doluştular. Merhabalaşmanın ve bayramlaşmanın ardından söz siyasete kaydı. Köy odalarında lafı açmak, hele siyasi konulara ilgi yaratmak deney ve ustalık ister. Hatta köylü olmak da yetmez. Bu üniversiteli gençler ise devrimci duygularla dolu, ama deneysizdiler. Nasıl söze başlayacaklarını bilemiyorlardı. İçlerinde ağzı biraz laf edeni yine de Yusuf’tu.

Dört gün boyunca 8-10 kadar köye uğradık. Hemen tüm köylerde bizi sıcak karşıladılar. Köy odalarında hararetli tartışmalar oldu. Gençler de zaman zaman söze karıştılar ve birazcık deney kazandılar. Hele bazı köylerde, “bu iş ancak makineli ile olur!” diyen ateşli köylülere rastlayınca bizim gençlerin gözleri daha da parlar oldu. Tatil bitince benle Ali döndük. Gençlere, “siz devam edin,” dedim. Ama sonradan öğrendim ki onlar da bizden sonra geziye son verip dosdoğru Elazığ’a gitmişler. Daha sonra karşılaştığımızda Yusuf bana, halkla ilişkileri, kırsal kesimde çalışmayı kast ederek, “bu işler kolay değilmiş abi!” demişti..

Gençleri gizli örgütlenmeye ve silahlı eyleme yönelten etkenler çeşitliydi. Bunlardan biri uluslararası planda yükselen devrim dalgasıydı. Özellikle Küba ve Vietnam devrimleri, ancak devrimci bir savaşla iktidarın alınabileceği yönündeki görüşleri güçlendiriyordu. Diğer bir neden ise baskı rejiminin yasal ve demokratik kanalları tıkama çabalarıydı. Rejim, yasal çalışmaları engellemek için polis baskısının yanı sıra, “Bozkurtlar”, “Komünizmle Mücadele Dernekleri” ve “İlim Yayma cemiyetleri” adında sivil vurucu örgütler oluşturup öğrenci gösterilerine, yasal toplantılara karşı bunları kullanmaktaydı. Böylece solcu ve ilericilere karşı, tutuklama ve işkencenin yanı sıra siyasi cinayetler de baş gösterdi ve giderek tırmandı. Rejim bu şekilde ve başka biçimlerde açıkça kışkırtıcılık yapıyordu. Solun ve devrimci gençlik hareketinin içine sızdırılmış ajanlar, gençliği teröre yöneltmek için sistemli biçimde çaba gösteriyorlardı. 12 Mart duruşmaları sırasında deşifre olan Mahir Kaynak, bunların tipik bir örneğiydi. Danışıklı biçimde ordudan atılıp üniversiteye sızdırılan Kaynak, üniversite amfilerinde düzenlenen coşkulu öğrenci toplantılarında TİP’i revizyonist olarak suçluyor, gerilla savaşı çağrısı yapıyor ve çılgınca alkışlanıyordu.

Mihri Belli ve benzerlerinin de devrimcilik adına yaptıkları sivri çıkışların etkisiyle gençlik TİP’ten hızla uzaklaşıyordu. Bu gençlerle sık sık tartışıyorduk. Bir keresinde Yusuf Aslan ve Metin Göngörmüş adlı gençlerle Elazığ’da, TÖS şubesinin bulunduğu sokakta karşılaşmıştık. TÖS binasında bir toplantı vardı ve bu ikisi sokakta, sağcıların herhangi bir saldırısına karşı nöbet tutuyorlardı. Orada ayaküstü yine bu konuları konuştuk. Yusuf elindeki küçük sopayı avuçlarına vurarak, “bu işi halledecek güçtür güç!” diyordu. Ben daha sonra yukarıya, TÖS lokaline çıktım. Orada da yine aynı konu tartışılıyordu.

DENİZ GEZMİŞ TUNCELİ`DE

Tunceli’ye bu dönemde bir kez de Deniz Gezmiş geldi. Üniversite olayları nedeniyle arandığı bir dönemdi. Kalman Yüksel’le birlikte yazıhaneme uğradı ve çay içip kısa bir süre sohbet ettik. Konuşmasının daha başında, bana, “halk sizi seviyor, neden ayaklandırmıyorsunuz?” diye sordu. Bu söze gülümsedim. Salt bana duydukları sevgiyle halkı ayaklandırmanın mümkün olmadığını söyledim. Ayaklanma için koşullar olgun olmalıydı. Dersim yöresinde bir ayaklanma sağlasak bile, salt bununla devrimin başarılamayacağını, rejimin yöreyi kuşatıp ayaklanmayı kolayca boğabileceğini söyledim. Ama besbelli tümüyle farklı düşünüyorduk.

Gençlik ve aydın kesiminde, kitleler içinde sabırlı örgütsel çalışmadan çok, kısa yoldan sonuç alma hevesi ağır basıyordu. Bunun yolunu ise silahlı eylem olarak görüyorlardı. Bu kesimin emekçi halk yığınlarını örgütlemeye zamanı ve sabrı yoktu. Devrimci mücadelede asker-sivil aydın hareketine önem veren ve Kemalist görüşlerden etkilenen tezler gençleri ve aydınları etkiliyordu. Bu çizgi ordu içindeki cuntacı eğitimlerle de bir noktada uzlaşıyordu. Mihri Belli, Kıvılcımlı gibi eski solcular, sözde komünist taktiklerle ordudan yararlanmaya çalışırken, ordu içindeki cuntalar da, darbe ortamını hazırlamak için soldan yararlanmaya çalışıyorlardı. Gizli örgütlenmeyi ve silahlı eylemi öne çıkaran bu eğilim, sağ-sol çatışmasının hızlanmasına yol açtı ve doğan terör ortamı sonuçta sadece darbecilere yaradı. Sol ise bu darbelerden ağır yara alarak, budanarak çıktı.

Metin Güngörmüş’le 12 Mart darbesi öncesinde yine Elazığ’da karşılaştık. Benimle konuşmak istediğini söyledi ve Kristal Palas’ın lobisine çıkarak oturduk. Bana kendilerinin de içinde bulunduğu gizli bir devrimci örgütten söz etti. “Bunlar sadece gençler değil, içinde yüksek rütbeli subaylar da var,” dedi. Bana bunları niye anlattığını kestiremedim. Belki bana da üyelik teklifi yapmayı düşünüyordu. Ama bende o havayı bulmamış olmalı ki daha fazla açılmadı. Ama bu tür sırların korunması gerektiğini, korunmazsa cezasının çok ağır olduğunu söylemekten de geri kalmadı.. Kendisine: “Sen bunları bana anlatmadın ve ben de hiç duymadım!” dedim.

Bahsettiği subaylar kimdi elbet bilemem, herhalde kendisi de bilmiyordu. Ama daha sonraları, cuntacı subayların üniversiteli gençlik gruplarıyla diyalogları bir ölçüde kamuoyuna yansıdı. İçinde Faruk Gürler, Muhsin batur gibi kuvvet komutanlarının da bulunduğu bu darbeciler 12 Mart’ta devre dışı bırakıldılar, ama paçalarını kurtarmayı da başardılar. Oysa gençlerinki öyle olmadı.

Bu gençlerden Metin, 12 Mart’ın başlarında, Nurhak Dağları’nda giriştikleri kır gerillası denemesinde, daha işin başında Maraş’ta yakalandı ve müebbette mahkum oldu. Bu olayda Sinan Cemgil ve arkadaşları öldürülmüşlerdi. Yusuf ise 12 Mart döneminde bir yıl kadar Tunceli köylerinde saklandı, sonra gidip teslim oldu.

Aynı dönemde, çeşitil sol gruplar ayrı ayrı kanallardan gizli örgütlenmeye ve silahlı eyleme yöneldiler. Bunların oluşturduğu gruplar zaman zaman bölgeyi taramaktaydı. Yasal siyasal çalışmaya ve bu yoldan emekçi halkın örgütlenmesine ağırlık veren farklı mücadele tarzımız nedeniyle onlara ters düşüyorduk. İdeolojik görüş ayrılıkları zaman zaman düşmanca duygulara varıyor ve komplocu tavırlar yaratıyordu.

O dönem Elazığ’da olan öğretmen dostum ve hemşehrim İsmail Şen bana ilginç bir olaydan söz etti. Bir keresinde üç-dört kadar genç -hangi gruptan olduklarını şimdi hatırlamıyorum- evinde konuk olmuşlar. Söz dolaşıp devrim ve ayaklanma sorununa ve bölgedeki duruma gelmiş. Gençlerden biri, “aslında yöre halkı Kemal Burkay’ı seviyor; ama adam revizyonist. Onu vurup sağcılara yükleyerek kitleleri ayaklandırmak mümkün...” demiş. İsmail Hoca buna sert tepki göstermiş; bunun üzerine işi şakaya vurmuşlar..

DEVRİMCİLİĞİ ÖĞRENCİLİĞİ KADAR SÜRENLER..

O dönemde üniversiteli gençler için devrimcilik kuşkusuz bir modaydı. Bunlardan bir bölümü bu işi ciddiye aldı ve sonuna kadar gittiler; yiğitliğin, özverinin örneklerini verdiler. Kimi bu yolda yaşamını yitirdi, kimi yıllarını cezaevlerinde geçirdi. Ama pekçok genç de öğrencilik döneminin bitişiyle birlikte, artık işi bitmiş ders kitapları gibi, bu hevesi de rafa kaldırdı. Bir bölümü için eğer bununla bitmediyse, evlilik onların işini bitirdi. Eğer o da bitirmediyse, mühendislik, avukatlık, doktorluk gibi iyi bir meslek, para ve konfor haklarından geldi. Bunlar -okul döneminin bitişi, evlilik ve iyi bir meslek- devrimciliğin ünlü üç engelleridir.

Böylesi çoklarını gördüm. Bunlardan biri Kamer Sarıçiçek adındaki gençti. Trabzon Teknik Üniversitesi’nde okuyan, boylu boslu, sağlam yapılı bu genç, yazları tatile geldiğinde, daha babaevine uğramadan bana uğrar, Trabzon’daki devrimci eylemlerini, nasıl bildiri dağıttıklarını, sağcılarla nasıl dövüştüklerini heyecanla anlatırdı. “Bu delikanlı bir bitirse de gelse!” derdim.. Nitekim bitirip geldi, ama bambaşka geldi..

Kamer, AP’li milletvekili Kenan Aral’la aynı aşirettendi. Bitirir bitirmez Devlet Su İşleri’nin Tunceli şube müdürlüğüne atanmıştı. Yasal olarak, daha okulunu yeni bitirmiş bir mühendisin böyle bir göreve atanması olanaksız ise de, torpilin gücü her şeyi kitabına uydurmaya yetmişti..

Kamer bu kez, kente ayak basar basmaz bana uğramadı. Hayır hiç uğramadı! Daha geldiği gün, enseli ve göbekli müteahhit takımı ve öteki iri-kıyımlar çevresini sarmışlardı. O gün, grup halinde bizim sokaktan geçip Tepebaşı’na gidiyorlardı. Ben ve Terzi İsmail kapının önünde oturmuştuk. İri-kıyımlardan bazıları geçerken selam verdiler, ama Kamer bizden yana bakmadı bile!.

Kamer’in bu tavrı bana pek dokundu. “Kasidei Ker” (Eşek Kasidesi) adlı mizahi bir şiir yazıp Ezilenler’de yayınladım. Aklımda kalan birkaç mısra şöyledir:

 

Ey ker, meftuni mêrhasi sergerdei kapital,

Helal olsun sana devirdiğin semer, eskittiğin nal!

Hişti bihişt üzre vasloldun ol makama

Gün hırsızındır, utanma soy, çırp ve çal!

Sen ki dem vururdun adaletten, sosyalizmden eylerdin muhabbet

Demek bir makam uğruna oldun uzun kulaklı bir mal...

 

Şiir bu minval üzere devam ediyordu. Onu Kamer’in kendisi de okumuş ve hemen anlamış. “Kemal Abi bu şiiri benim için yazmış,” diye bizim arkadaşlara dert yanmış..

Gerçekte yalnız onun için değildi. Bu bir tiplemeydi ve bu türden ona benzer çokları vardı.

İl Bayındırlık Müdürü Veli Aydın da Kenan Aral’ın diğer bir adamıydı. O da eski solculardandı! Üniversitede okuduğu yıllarda TİP’in istanbul’da “Beyaz Saray” denen yerde düzenlediği toplantıya sağcıların saldırması üzerine çıkan olaylarda dövüşmüş ve kolu kırılmıştı. Ama Veli şimdi AP’nin adamıydı ve Kenan Aral için seçimlerde çanta içinde para taşıyıp dağıtmaktaydı!

Böylelerinden ne diye söz ediyorum, sevgili okurlar, onların adından söz etmeye değer mi? Değmediğini biliyorum. Ama ne yazık ki böylelerinden de söz etmek zorundayım. Hayatımıza karışanlar, önümüze çıkanlar hep yürekli, onurlu insanlardan, kahramanlardan ibaret değil ki. Böylesi dönekler, üç engellinin daha ilkinde takılanlar da çoktur. Bunları anılarımızdan silersek geçmişin bir yanı boş kalır. Oysa onları bilmeden, soylu amaçlar uğrunda yılmadan savaşan insanların, yaşamlarını bu işe adayanların değerini de anlayamayız.

(Kemal Burkay, Anılar, Cilt 1, sayfa: 266-270)

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 713

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.