• Ana Sayfa
  • »
  • KİMİLERİNE SÖZÜN BİR YARARI YOK

KİMİLERİNE SÖZÜN BİR YARARI YOK

Değerli dostlarım ve okurlarım,


Ortalık bir kez daha karıştı. Diğer tüm Ortadoğu ülkeleri gibi bu ülkede de “ortalığın karışık olmadığı zaman mı var?” derseniz size hak veririm. Ama bunun derecesi var. Daha seçim öncesi başlayan provokasyonlar seçim sonrası devam etti. Suruç’ta 32 masum ve iyi niyetli gencin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına yol açan bombalama olayı ile doruğa çıktı. Bunu asker ve polise yönelik provakatif eylemler izledi. Derken iki yılı aşkın süredir suskun olan silahlar yeniden konuşmaya başladı.

 

Bildiğiniz gibi seçim döneminde hem seçimlerle, hem olup bitenlerle ilgili sıkça yazdım. Ama son gelişmelerle ilgili pek bir şey yazmadım; bu dikkatinizi çekmiş olmalı.

 

Yazmadım, çünkü olanlar ve olabilecekler üzerine geçmişten beri çok ama çok yazmıştım. Yıllar önce bir rubaimde şöyle demiştim:

 

Dostum, artık söylenmeyen, yazılmayan şey var mı?

Haz ya da acı, gönül hayattan payını aldı

Dünyayı dolaştım, çok şey gördüm, duydum, yaşadım

Altmış yıl uzundur, bundan çoğuna gerek var mı?

Dörtlüğün Kürtçe orijinali de şöyle:

Tiştê ku ne hatîye gotin û nivîsîn çi ye?

Dil ji şahi û xema jîyanê êdî têr bûye

Li dinyayê gerîm, pir tişt dît, bihîst, tam kir û jîm

Şêstî sal dirêj e, ji wê dirêjtir ji bo çi ye?.

 

Anlaşılacağı üzere bu dörtlük hayat üzerinedir ve 60 yaşımda olduğum bir zamanda yazıldı. O günden bu yana da epey yıllar geçti ve ben yine hem hayatı sevdim, hem yazmayı sürdürdüm.

 

Şimdi, şu 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası olup bitenler de benim için hiç sürpriz değil; çünkü bunları daha seçim öncesi yazdığım yazılarda tahmin etmiştim. Aynı şeyleri tekrar tekrar yazmak yorucu ve can sıkıcı; insan kendini abesle iştigal etmiş gibi hissediyor.

 

”Fasit Daire ve Demokrasi” başlıklı yazımın, 24 Mayıs 2015 tarihli 3. Bölümünde AK Parti dönemini değerlendirmiş ve şöyle demiştim:

 

“Ülkenin gerek duyduğu AK Parti’nin takıntıları, şatafatlı Başkanlık gösterileri, Osmanlıcılık değil, özgürlük ve demokrasidir, insanca bir hayattır. Bu da Kürtlere, Alevilere diğer tüm toplum kesimlerine özgürlük tanıyıp barışı sağlayarak, herkese iş ve ekmek sağlayarak yapılabilir. Diğer bir deyişle, Federal ve demokratik bir sistem oluşturarak yapılabilir.

 

Oysa gelinen durumda, bırakın demokratikleşme yönünde adımlar atılmasını beklemek, çok daha kaygı verici gelişmeler yaşanıyor.

 

Böyle bir ortamda barış da beklenemez. Ne yazık ki AK Parti kendisiyle ilgili kaygılarımızı haklı çıkardı. Onun demokratikleşme, sorun çözme konusunda birikimi yoktu, projeleri yoktu. El yordamıyla ve tam bir pragmatizmle yürüdü. Yolunu açmak için içerde ve dışarda demokratik çevrelere yaslandı, onların desteğini aradı. Yolunu açtıktan sonra ise onlara sırtını dönüp kendi gündemine yöneldi.

 

Özetle söylersek o, tarihi bir dönemecin önüne çıkardığı şansı kullanamadı ve kendisinden öncekilere benzedi. Böylece o da bu fasit dairenin döngüsüne takıldı.

Ülkenin gerek duyduğu değişim ise bir başka bahara kaldı. Şu aşamada ne yazık ki değişimi sağlayacak güçler sahnede yok. Parlamentodaki partilerin hiçbiri ülkenin sorunlarını çözecek köklü bir değişim programına sahip değil. HDP de bunlardan biri. O çarpıtılmış, yanlış kanallara sokulmuş, denetim altındaki bir sözde “Kürt hareketi” ile, yine çarpıtılmış, PKK’nin kuyruğuna takılmış Türk solunun bir bileşkesi. Onun da bu haliyle, Kürtleri ve bazı sol çevreleri, AK Parti’den kurtulmak isteyen aydınları bir süre oyalasa bile, yapabileceği bir şey yok. O da bu fasit dairenin bir yolcusu.

 

Parlamento dışındaki partilerden değişim konusunda net, yeterli bir programı olan tek Parti HAK-PAR. Ama o da bugün sistemin belki de tek sakıncalısı. Bu nedenle kuşatılmış durumda. Maddi olanakları yok derecesinde ve henüz kitleleri etkileyip sürükleyecek kadar sesini duyuramıyor (….)

 

Ufukta, en azından yakın dönem için ışık görünmüyor.

 

Durumun bu şekilde uzun süre devam etmesi ise olanaksızdır. Çözülmeyen sorunlar içten içe çürüyen bir çöplük gibi patlamalara yol açar. Irak, Suriye ve Mısır’da yaşananların Türkiye’ye sirayet etmesi riski büyüktür. Böyle bir durum ise herkes için çok büyük bedellere yol açar.

 

Böyle bir ortamda AK Parti’nin de ayakta kalması mümkün değil. Bir yangın yerinin ortasında kimse rahat oturamaz.”

 

Seçimden hemen sonra yazdığım “7 Haziran’ı Geride Bırakırken” başlıklı yazımda ise şöyle demiştim:

 

“Seçim öncesinde yazdığım çeşitli yazılarda muhtemel gelişmeleri değerlendirdim. Okur dilerse bilgilerini tazelemek için, özellikle 29 Nisan tarihli ve “Yanlış Hesap Çıkmaz Sokak” başlıklı yazım ile 29 Mayıs 2015 tarihli “HDP Barajı Geçerse Ne olur?” başlıklı yazılarıma bakabilir. Ayrıca bu arada “Fasit Daire ve Demokrasi” başlıklı ve üç bölüm halindeki yazımda Türkiye siyasetenin son 70 yılını, yazının 3. Bölümünde ise özel olarak AK Parti’nin durumunu değerlendirdim. Bu yazılar benim facebook sayfamın yanı sıra, Dengê Kurdistan ve Dengê Azad adlı sitelerde yer alıyor. Şu anda söyleyebileceğim her şey o yazılarda var. Bu nedenle tekrara gerek görmüyorum.

 

Şu kadarını söyleyeyim ki ortada bir değişim rüzgarı yok; yakın dönemde, sorunların çözümü, barış ve demokratikleşme yönünde bir ışık görünmüyor. Ne yazık ki fasit daire bugünden kestiremeyeceğimiz bir süre devam edecek, bu arada ülke koalisyon kurma denemeleriyle uğraşacak, belki ortaya bir koalisyon hükümeti çıkacak, belki erken seçime gidilecektir.

 

Ne kurulacak koalisyon hükümetlerinin, ne de erken bir seçimin bugünkü siyasi tıkanıklığa çözüm getirmesi mümkün değil. Bu arada Türkiye’nin şu Ortadoğu cangılında neler yaşayacağını, sorun çözemeyen, ama toplumu demagojiyle, hamasetle, oyun ve tuzaklarla oyalayan çeşitli türden statükocu güçlerin sonunda nelere yol açacağını, ömrümüz vefa ederse biz de yaşayıp göreceğiz.

 

Biz HAK-PAR olarak gerçek çözüm, barış ve demokrasi yolunu göstermek için çırpındık. Ama sistemin medyası, yerel seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de kapılarını bize kapadı, görüşlerimizden korktu, sesimizin kitlelere ulaşmasını istemedi.

 

Bu tutumu onlar bakımından doğal karşılıyoruz. Şimdi biz de bir yandan işimize, karınca kararınca toplumu aydınlatma görevine devam ederken, öte yandan olan biteni, onların sahneleyeceği kör dövüşünü, sağırlar diyalogunu kenardan ve zevkle seyredeceğiz.”

 

Gelişmeler, ne yazık ki tam da bu tahminlere göre cereyan etmekte. Çözülmeyen sorunlar, beklediğimizden de hızlı biçimde patlamalara yol açtı. Türkiye Ortadoğ cangılına çekilmekte ve freni patlamış bir kamyonu andırıyor. Bunun sonuçları herkes için acı olabilir.

 

Şunu belirteyim ki, bu durumu, yazımın sonunda belirttiğim gibi “zevkle değil” acı duyarak seyrediyoruz. Bu gidişi engellemek ne yazık ki bize bağlı değil. Eşitlikçi bir çözümün gereğini ve önemini, barışa ulaşmanın yollarını dilimizde tüy bitercesine yazıp söyledik. Ama ne devleti yönetenler, ne PKK’nın şefleri bunu duydular. Daha doğrusu duymak istemediler, bize ambargo uyguladılar. Belli ki onların doğru, çağdaş görüşlere, barışçı ve özgürlükçü seslere ihtiyacı yok!

 

Kendisini Kürtlerin tek temsilcisi diye lanse eden kesim, yani PKK tarafı, üstelik türlü yalan ve iftiralarla bizi itibarsızlaştırmaya çalıştı.

 

“Yandaşı”, “muhalifi”, “merkez”i ile, 2014 Yerel Seçimlerinin çok öncesinden başlayarak, yani son iki yılda bize (HAK-PAR’a ve bana) katı bir ambargo uygulayan medya –içlerinde daha bir-iki ay öncesi benimle yaptıkları söyleşileri yayınlamayan gazeteler de var- (görüşlerim hoşlarına gitmemiş olmalı) son günlerde, yani ortalık karışınca yeniden görüşlerimize başvurmak için kapı çalmaktalar. Bunlar anlaşılan bizi yangın söndürme aracı sanıyorlar. Bu gazete ve haber ajanslarına mesaj vermedim, bundan böyle de vermeyi düşünmüyorum.

Evet dostlar, bugüne kadar yeterince yazdım ve söyledim. Aynı şeyleri tekrar tekrar yazıp söylemektense, geçmişte yazdıklarımdan, örneğin anılarımdan bazı bölümleri okurlara sunabilirim ve ara sıra öyle yapacağım. İyi niyetli insanlar, özellikle de gençler onlardan yararlanabilirler.

 

Bundan böyle de eğer bir şeyler yazma gereğini duyarsam kendi face sayfamda ve dost sitelerde yazarım. Kimse onları engelleyemez, kırpamaz, çarpıtamaz.

 

Şunu da söyleyeyim ki doğru söz boşa gitmez. Birçok dostum, arkadaşım, bunlar içinde gençler de var, olup bitenlere doğru teşhis koyuyor ve gerçekleri sosyal medyada cesaretle dile getiriyorlar.

 

Diğer bir deyişle alanda boşluk yok; ama ne yazık ki kimilerine sözün yararı yok…

31 Temmuz, 2015

 

Not: 31 yıllık ayrılıktan sonra, ülkeye dört yıl önce tam da bugün (31 Temmuz 2011’de) dönmüştüm. Dostlara ve tüm iyi insanlara yeniden merhaba!

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 846

YORUMLAR (1)

yeni bir ürünü ya da bir şeyi almak, diğer insanları yok saymaktır. Bu yok sayma diğer insanları harekete geçirir ve böylece bir tüketim çılgınlığı döngüsü oluşur. böylece de kapitalizm amacına ulaşmış oluyor..19.07.2015 02:10

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.