İnsanlık tarihinin geçirdiği evreler kronolojik
olarak irdelendiğinde çelişkilerin, çatışmaların, kaosların ve sömürünün başat
rol oynadığını açıkça görmek mümkündür. "Örgütlenen kesimlerin güç
merkezine oturduğu, örgütlenemeyenlerin ise dağınık ve güçsüz kaldığı tarih
boyunca hep görülmüştür".
Devletler sistematiği ise en örgütlü topluluğun
sonucu olarak doğmuş, varlığını güce, şiddete, güvenliğe ve iktidarlaşmaya
dayandırmıştır. Köleci devletler, feodal devletler, ırkçı devletler, milliyetçi
devletler, kapitalist devletler bunların birkaç örneğini teşkil etmiştir.
Devlet sistematiğini ve yapısını reddetmemekle
beraber, tarih boyunca toplumların temel ihtiyaçlarına cevap olamadıklarını, devletleşmeyle
toplumsallaşmanın bir çatışma halini hep yaşadığını tespit etmek zor
olmayacaktır. Çünkü adaletten, barıştan, eşitlikten, emekten, kadın ruhunun
özünden en çok uzaklaşan devletlerin kendisi olmuştur. Devletleşme toplumların,
halkların sorunlarına çözüm olduğu oranda gerekli ve önemlidir.
Sümerler‘den Babillere, Artuklular`dan Akadlara, Roma
İmparatorluğu`ndan Emevilere, Bizanslılardan Ruslara, Osmanlı İmparatorluğuna
ve ismini belirtemediğimiz yüzlerce devletin kendisi tarih boyunca güç, iktidar,
para, sömürü, savaş, kan, intikam, katliam, cihat, işgal, istila gibi
kavramlarla özdeşleşmedi mi?
Bu realiteyi aşan adil, özgürlükçü devlet
anlayışları için mücadele edenler ise büyük bedellerle karşılaşmadı mı?
Barışın, adaletin, özgürlüğün, eşitliğin, paylaşımın
tam olarak hüküm sürdüğü devlet örneklerini verebilir misiniz?
Yunan filozoflarından, Rönesans düşünürlerine
kadar binlerce aydın, entelektüel, yazar, devletlerin zulmünü, sömürüsünü
sorgulamaktan dolayı katledilmediler mi ?
Hz. İbrahim Nemrudların Sistemine karşı
başkaldırmaktan Urfa Kalesi`den mancınıkla ateşe fırlatılmadı mı?
Yine Hz. Musa Firavun zihniyetine karşı, Hz. İsa
Roma İmparatorluğu`nun zalimliğini kabul etmemekten çarmıha gerilmedi mi?
Roza Lüxenburglardan Claudia Zetkinlere, Sakine
Cansızlardan Zilanlara kadar "on binlerce vicdan" zulmü, sömürüyü, haksızlığı
sorguladıkları için, onurlu duruş sergiledikleri için toplumların, halkların
ışığı olarak ölümsüzleşmediler mi?
Evet, toplumun vicdanı olanların ölümsüzleştiği
bir dünyada devletleri yönetenler, krallar, padişahlar neden
ölümsüzleşemiyorlar, kısa sürede unutulup gidiyorlar?
Dünya insanlık tarihinin kahramanlarla dolu olan
ajandasında barış için, adalet için, eşitlik için mücadele edenlerin
ölümsüzleşmesi tesadüfi olmamıştır. Emek, cesaret, fedakârlık, inanç, fedai
ruh, kararlılık ve büyük yaşamaya olan tutkuları onları mutlak zafere
götürmüştür.
"Devletleri
kutsayan değil, bireyi ve toplumu kutsayan felsefenin kazanacağı bir dünya için
mücadele eder devrimciler, ilericiler, emekçiler"...
Ortaçağ karanlığından çıkış olarak emeğin, düşüncenin,
mücadelenin Fransız İhtilaliyle zirveleştiği realite üzerinden yeni diye bir
çağ açılmış, bu çağın merkezi ise Fransa olmuştur.
Demokrasinin kalesi olarak nitelendirilen
Fransa`da Sakine Cansız ve arkadaşlarının 09.01.2013 tarihinde katledilmesi
karanlık bir çağın habercisi niteliğini taşımıştır. Fransız İhtilali ve
demokrasinin ruhu bir kez daha ayaklar altına alınmış, dünya ölçeğinde yaşanan
kimi demokrasilerin ise lokal olduğu teyit edilmiştir.
Tüm devlet sistemlerinin birbiriyle benzeştiğini, kendi
yurttaşını koruyamayacak kadar adalet, hukuk ve eşitlikten uzaklaştıkları ÜÇ
FİDAN (Sara, Ronahi, Rojbin) katliamında görülmüştür.
Yıl 2015 yine Ocak ayı, Paris`te Mizah dergisi
saldırısında 12 kişi katledilmiş, tüm dünyanın dikkati bir kez daha PARİS`e
çevrilmiştir.
Evet, 21.yüzyılda kendi yurttaşını koruyamayan
devletler, bahane üreterek çeşitli gerekçelere sığınmışlardır.
11 Eylül İkiz kule saldırısında binlerce kişi
yaşamlarını yitirirken ABD kendi halkını koruyabildi mi? 2013 ve 2015 Paris
katliamlarıyla Fransa kendi yurttaşını yine koruyamadı.
Kapitalizmin merkezi ile demokrasinin merkezleri
denilen yerler vurulmuş, yeni altüst oluşların da düğmesine basılmıştır.
Dünyanın neresinde olursa olsun tüm katliamlar
lanetlenmelidir. Katliamların dili, dini, ırkı, mensubiyeti sorgulanmadan
lanetlenmesi, bunun üzerinden tüm dünya toplumlarının birlik olması artık bir
zorunluluktur. "Birlikteliği, barışı, ortak değerlerde bütünleşmeyi
TOPLUMLAR, HALKLAR ancak sağlayabilir, otoriter, baskıcı ve ırkçı devletler
değil". Toplumların dili bütünleştirici, hegomonik devletlerin dili ise
tarih boyunca hep ayrıştırıcı olmuştur.
"Devletin Toplumu olmaktan, TOPLUMUN DEVLETİ
olan bir paradigmaya hep birlikte katkı sunalım".
Selam ve saygılarımızla...
Nurullah Tunç - 11.01.2015