Dünya ve Türkiye oldukça sancılı bir dönem
yaşıyor. Dünya ikinci Dünya savaşından sonra uzun yıllar geçtikten sonra adaletsizlik
girdabında yuvarlanıyor. Zorba güçler Dünya’yı çıkarlarına göre bölüşmek
istiyor. Asıl acı olanı ise bunun çağdaşlık demokrasi gibi maskeler arkasına gizlenerek
yapılmaya çalışılması. İnsanlık adeta bir yalana teslim olmuş durumdadır.
Türkiye’nin durumu da bundan farklı değildir. Yıllardır
ülkemiz de pek sakin günler geçirmiş değildir. Çeşitli toplum kesitleri arası
çatışmalar, etnik farklılıklar, sağ sol
çatışmaları, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, manevi boşluktan kaynaklanan yozlaşmış bir hayat
biçiminin getirdiği sorunlar maalesef hep olagelmiştir.
Türkiye’de insanların farklı bölgeler ve kültürel yaşam
biçimlerinden kaynaklanan farklı bakış açıları hep olagelmiştir. Türkiye’yi meşgul
eden sorunlar hep olmuştur. Bunların çözümünü bulduğunu düşünen farklı gruplar arasında
zaman zaman kan dökülmesine yol açan çatışmalar da yaşanmıştır.
Fakat halen ülkemizde önemli sorunlar devam
edegelmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü veya
kültürel, ırki sorunlar devam etmektedir. Burada şunu tespit etmekte yarar var ki
ilk mesele sorunların olduğunu kabul etmektir. Türkiye’nin önemli sorunları gündeme
geldiğinde kimi çevrelerin hala hemen,
“dış mihraklar” demesi sorunları görmezden
gelmenin bir başka adıdır. Nasıl ki bir insan vücudunda oluşan bir hastalık
başkalarını suçlayıp durmakla tedavi edilmiyorsa bir toplumun sorunları da dış mihraklar
suçlamasıyla çözülemez. Şüphesiz bir kronik yara üzerine tuz dökmek isteyen güçler
olacaktır. Fakat çözüm yarayı kendimizin kapamasıdır. Kapanmış bir yara üzerinde
kimsenin manipülasyon yapma şansı yoktur.
Aslında sorun,
birazcık daha iyi tetkik edilirse ülkemizin 80 yıllık mazisinde halkı
adam etmeye soyunmuş toplum mühendislerinin yapısında gizlidir. Tepeden inme bir
şekilde halka bir elbise giydirmeye çalışan bu anlayışın terziliği de maalesef hiç
iyi değildi. Ya halka dar gelen bir elbise dikildi. Ya da bu elbiseden sıkılan halka
yine halka sormadan bollaştırma ameliyesi yapıldı. Halk bundan da şikâyetçi
olunca “madem provaları beğenmedin al sana
benim beğendiğim bir model” diyerek dayatmalarda
bulunuldu. Tek parti dönemleri, serbest fırka deneyimi, demokrasi girişimleri, darbeler
muhtıralarla dolu bir dönem maalesef anlattıklarımızın doğrulayıcısıdır. Boğulmakta
olduğu baskıcı zamanlardan, anarşi
dönemlerinden zor bela temiz havaya can havliyle çıkmaya çalışan insanlara ya
baskıcı antidemokratik yeni bir askeri dönem ya da sahte bir özgürlük vadeden bir
Dünya sunulmuştur.
Bunların varlığına rağmen insanımızın hak, adalet talebi halen devam etmektedir. Sorun birbirini
anlamaya çalışmayan kesimlerde de devam etmektedir. Farklı sorunlardan başkasına
karşı duyarsız, kör olan çevreler birbirlerine yabancı kalmaktadır. Sorunların olduğunu
görseler bile empati eksikliği insanların birbirini anlamasının önüne
geçmektedir. Sorunu sadece kendi açısından görüp başkasının derdini yok saymak veya
az değerli saymakta önemli bir sorundur.
Son zamanlarda cereyan eden olaylar da aslında söylediklerimizi
doğrular mahiyettedir. Van savcısı Ferhat Sarıkaya’nın görevden ihracı ile neticelenen
iddianame krizi totaliter güçlerin bir refleksi olması hasebiyle ülkemiz adına çok
üzücü bir durumdur. Tüm hukuk talep eden kişi ve kurumların ortak bir refleks ile
buna reaksiyon göstermesi gerekirdi. Fakat 28 Şubat döneminde bol bol
brifinglendirilen yargı ve diğer kesimlerden kuvvetli bir ses yükselmedi.
Hukuka sahip çıkan bir ses bekleme arayışımız, umudumuz ise hala tükenmedi. Türkiye
ancak kişilere ve kurumlara göre değişmeyen bir adalete kavuştuğu anda mutlu
insanların ülkesi olacaktır.
Sorunların üstesinden gelmeyi düşünce ve ifadeyi iptal
etmekte gören anlayış terörle mücadele yasa tasarısında da görüldü. Terörü yok edeyim
derken düşünceyi suç saymakta yıllardır ülkemizde devam eden geleneğin devam ettirilmek
istendiğini gösteriyor. Savcı olayı da, son yasa tasarısı da aslında
katedilmeye çalışılan özgürlükçü adımların hukuk dışına çıkılarak engellenmeye çalışıldığını
göstermektedir. Fakat aslında çare cesur tedavilerdir. Risk alınarak yapılan cesur
hukuki yollar, özgürlükten korkmama her halde
ve şartta vazgeçilmemesi gereken çözümlerdir.
29 Aralık 2013 Pazar Saat: 13:17