Türkiye`de insan hakları alanında gittikce artan sorunlar tahammul edilmez boyutlardadır. Bu kadar haksızlığın olduğu bir yerde en büyük iddiası adalet olarak başlamış bir dinin Müslümanları nasıl, niçin sessiz kalıyor? Bu önemli bir soru, çünkü yaşadığımız toplum ve ilişkide olduğumuz geniş bir bölgede Müslümanlar inanılmaz haksızlıklar yaşanırken sessiz kalabiliyor. Din adına işlenen cinayetler toplumun en büyük problemi olmalıyken kafasını kuma gömen büyük bir topluluk görüyoruz. Etnik anlamda çok büyük sorunlar yaşanırken milli hassasiyetlerle çözümler bulunuyor, bir ırkın ezilmesine siddetle karşı çıkacak olan din, ya çözümde devre dışı bırakılıyor ya da milli olanın hizmetkarı oluyor. İslam dünyasının çoğu 3. dünya ülkeleri arasında yer alıyor ve iç çatışmalarla kendisini bitiriyor, zulme karşı çıkmak ana mesele olması gerekirken sorun olarak bile görülmüyor, dile getirenler şeytanlaştırılıyor. Bütün bu vehamete ragmen Müslümanların çoğunda özeleştiri geleneği bile yok. Günümüz Türkiye’sinde OHAL, KHK uygulamalarıyla dünya hukuk tarihi icin utanc verici örnekler sergileniyor ama “Müslümanım” diyen bırakın bunlardan rahatsızlık duymayı, az bile bulabiliyor. İslam alemi, içinde bulunduğu halden çok şikayet etmiyor, zira sorun kendisinde değil (!), hep komplo teorileri üretiyorlar. Bu durumda sorulması gereken önemli sorular var. Din adına bu kadar farklı anlayışların sahipleri, aynı dine inandığını nasıl iddia edebiliyor? Tüm Müslümanım diyenler aynı dine mi inanıyor? Sadece şekli ibadet aynilikleri aynı dine inandığımızı gösterebilir mi? Siyasi, dini olarak çok sorunlu bir yerde olduğunu düşünenlerle, sorunsuz cennet gibi bir yerde olduğunu düşünenler aynı dine mi inanıyor? Bu soru iddialı olmasının haklılığını, çok açık bir şekilde yanlış gittiği belli İslam aleminin halinden alıyor. Şeklen kimseyi dinin dışına çıkarma gibi bir gayretim olamaz ama din anlayışının farklılaşmasından dolayı dini telakkide önemli bir değişim yaşandığı ortadadır. Bu durum artık ciddi bir sekilde masaya yatırılmalıdır.
İslam, çıkışıyla bir adalet çağrısı olmuştu. Hz. Muhammed ve arkadaşları yıllarca çok az kişi olarak Mekke oligarşisine karşı büyük bir mücadele sergilediler. Bu, bir adalet mücadelesiydi, bundan dolayı toplumun her farklı kesiminden insanlar bu çağrıya icabet etti. Cahiliye toplumunda eksikliği hissedilen adalet idi. Köle Bilal ile, çok zengin bir ailenin tek erkek çocuğu, tüm nefsi isteklerini tatmin edebilen ama toplumsal adaletsizliğe isyan eden Mus’ab bin Umeyr’i aynı safa getiren adalet arayışıydı. Ahlak sahibi olanı en değerli arkadaşı bilen Ebu Bekr`i, hakikat için yollara düşen fedakar Ebu Zer’i aynı safa getiren adalet arayışıydı. Sosyolojik, dini, etnik, ekonomik anlamda ezenler ve ezilenlerin olduğu ve toplumsal düzeni bu ilişkilerdeki kabul edilmiş sınıflamanın belirlediği bir toplumda erdem arayan için adalet arayışının ön plana geçmemesi mümkün değildi. Adalet arayışı, kaçınılmaz olana, yani insanlığa, tabii olana, fıtrata dönüştü çünkü. İnsanlık tüm engellemelere rağmen zulüm ve büyüklenme karşısında kendisine somut, pratik, içten örnekler sergileyen bir elçiye meyletti. Kısa bir süre içinde Arap yarımadası Müslümanlaşmıştı.
Peki o zaman bu çağrı niye zamanla statükoya teslim oldu? Hak ve adalet, temel belirleyici olmaktan uzaklaştı? İçerik, öz kayboldu, şekil ve serap kazandı?
Bu ağır sorunun cevabını vermeye çalışalım. İslam anlayışı kısa bir zaman sonra Arap toplumunda geleneklere, kültüre, hırs ve heveslere yenik düştü. İnsani hasletleri bastacı etmesi gerekirken, ameli, fıkhi tartışmalarla oyalandılar. Müslümanlar ne çaglarını aşabildiler ne de degişimin temel kurallarını anlayabildiler. İç karışıklıklar, aklı iyi kullanmama, Arap sosyolojisinin dipten bastırması vb. nedenlerden dolayı Müslümanlar bu sorunu aşabilecek performansı gösteremediler. Nefslerin istekleri, etnisite, kültür ve geleneğin dayanılmaz baskısı, İslam’ın özü olan adalet anlayışını ortadan kaldırdı. Bu sorun sadece Müslümanlara da özgü değildi, tarih boyunca tüm devrimler, kurtuluş önderleri hep adalet devrimleri yapmış ama sonrasında statükoya teslim olmuşlardı. İslam alemi de sorunlarını aşamamış ve statüko hakim olmuş, adalet temel bir değer olarak görülmez olmuştu.
Dinamizmini kaybeden din, sultanların, kralların elinde kendi hükümranlıklarını devam ettirme aracı olmuştu. Resmi din görevlilerince din adına verilmiş fetvalarla statükoya din adına baş kaldıranın başı eziliyordu. Örnek olması gerekenler de muhafazakarlaşınca yani statükoya teslim olunca, kısır döngü ve çıkmaz sokaklardan çıkılamıyor, sürekli bir insani ve toplumsal gerileme yaşanıyordu.
İslam alemi ve Müslümanların çoğu şu an hastalığının bile farkında olmayan ama tedaviye çok muhtaç hastalara benziyor. Şu an İslam aleminin ihtiyaç duyduğuna kavuşmak, madden daha güçlü olmakla, çok ibadet yapmakla değil, zulme karşı haykırışı sağlayacak bir adalet isteğinin, çığlığının varlığıyla sağlanır. Ancak bu konuda iyimser olmak için günümüzde çok işaret yok.
Günümüzde dinden uzaklaşma nedenlerinin en önemli nedenlerinden birisi adaletsizliklere karşı Müslümanların tepkisizliğidir. Dinamizmini kaybetmiş, köhnemiş bir anlayış, eksiğini görme yerine halen asli olmayan konuları en temel meseleleri olarak görmektedir. Dine yönelişin en önemli nedeni olan adaletin imanın veya İslam` ın sartları arasında yer bulamaması, günümüzde dini ruhun kaybolduğunu gösterir. Adalet isteği, en önemli mesele olarak görülmediği için Müslümancılık dini bir ideoloji olarak algılanmaktadır. Ortak paydalar oluşturarak adalet zemininde platformlar oluşturmak derde derman olabilecekken, taraftar gibi dine yaklaşmak en popüler tavır olmuştur. Dini her görüntüden rahatsız olanlar ise , gafletteki dindarın etki tepki kısır döngüsünden çıkamayışına yardımcı olmaktadır.
Günümüzde her farklı kesime, kendisini ifade edilmiş hissettirmedikçe adalet talebi hedefine ulaşmış olamaz. Türk milliyetçisi, Kürt milliyetçisi, sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi, Alevisi, Sünnisi adalet isteğinde kendisini yan yana görmek durumundadır, zorundadır ve digerinin ugradıgı zulme bigane kalmamayı ögrenmelidir.
16 Ekim 2017 Pazartesi Saat: 19:48