Darbe girişimi sonrası darbeye karşı toplumsal bir konsensus oluştu. Demokrasi nöbetleri günlerce sabahlara kadar sürdü. Ancak OHAL uygulamaları ve inanılmaz haksız uygulamalara imza atan KHK uygulamalarıyla oluşan hava demokrasi yönünde olmayan gidişatı gösterdi.
Gözaltı uygulamaları ve cezaevi şartlarında artan olumsuzluk dikkat çekici. Gözaltında kötü muamele, işkence iddiaları son zamanlarda iyice artmaya başladı. Savunma hakkının kısıtlanması yetmezmiş gibi,oluşturulan hava nedeniyle birçok avukat müvekkil adaylarının başvurusunu çeşitli kaygılarla geri çeviriyor. Gözaltı sürelerinin uzaması ve avukatla görüşmelerin dinlemeye tabi tutulması savunma hakkı açısından büyük hak ihlallerine neden oluyor. Avukat bürolarının KHK’larla getirilmiş şartları bile önemsemeyen metodlarla aranması, hukuk devleti açısından son derece üzücüdür.
Gözaltında işkence iddiaları ortamın demokrasiden uzaklığı nedeniyle işkence görenin bile ön kabulüyle karşılaşıyorsa diyecek fazla bir şey yok. Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa Barosu, Baronun önünde yapmak istediği bir açıklama için karşısında bir polis ordusu ve yasaklama görünce açıklamasını bina içinde yapmak zorunda kaldı. Yargı mensubunun ifadesine böyle bir tavır son derece üzücüdür. Toplumu savunanlar bu haldeyse sonrasının ayrıntılarına girmeye gerek yok.
Şahsıma gelen bir iletide ise ismini vermek istemeyen bir tutuklu eşinin ağzından İzmir Şakran kadın cezaevi hakkındaki iddialar aşağıda dile getirilmiştir.
“Yaklaşık 1 ay önce müdürlük ten haber gelmiş, artık kuaföre gitmek yok kuaför ihtiyacı olanlar koğuş dan çıkarılıp koğuş kapısının önünde sandalye koyup orda saç kesimi olacak denilmiş ve biz başörtülüyüz koğuş kapısının önünde kameralar var bu yüzden başımız açmak istemiyoruz kuaföre gidemiyoruz dedi. Yaklaşık 1 haftadadır koğuşda aniden suları kesiyorlarmış hiç anons etmeden hatta bir bayan banyoda idi suların kesildiğinde dedi bazen gece 12’de geliyor haberimiz olmuyor bazen de gece 12’ye kadar beklemek zorunda kalıyoruz. Su gelince bulaşık vs kovalara su dolduruyoruz dedi. Abdest vs bu olmadığı için kantinden aldığımız sularla abdest almak zorunda kalıyoruz dedi. Müdüriyete dilekçe vermişler cevap gelmemiş. Sonra gardiyanlar dilekçe vermişsiniz su için demiş koğuştaki eşime ve diğer arkadaşlarına. Su yok, namaz kılarken bize mi sordunuz gibisinden konuşmuş
Bu iddialar konusunda Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan açıklama bekliyorum. Vicdan sızlatan bu iddialar konusunda herhalde sayın Bakan sessiz kalmayacak ve gereken soruşturmayı başlatacaktır.
Aslında işin esas önemli noktasına geldiğimiz zaman bütün bu sorunların nereden kaynaklandığını tespit etmemiz gerekiyor. Şu anda cezaevlerini denetleyecek bir insan hakları kuruluşuna izin yok, devletin resmi insan hakları kurumu da işlevsiz. İşkence ve kötü muamelenin tespitinde önemli bir kriter olan İstanbul protokolü kriterleri yerine getirilse bu konularda adalet sağlanabilir ancak. Bütün bunlara rağmen insan hakları savunucuları yoğun bir şekilde hak ihlali başvurularıyla karşılaşmaktadır. Hiçbir zaman bu kadar çaresiz olmadıklarını söylüyorlar hep, ama bilinmeli ki sorunlar uzun süre hasır altı edilemez.
Bize düşen hep hakkı hatırlatmaktır. Zulme sessiz kalan İslamcılar, hesap gününün olmadığını düşünüyorlar,ama saçları beyazlatan ağır bir hesap günü var, aynı kitabı okumadık mı? Dini davranışların özünü, zulme karşı çıkış ve adil olmayla değil, Resulullah’ın türbesinin karşısında ne kadar eğildiğiyle ölçen zihin, sana ne kadar hakkı hatırlatsak azdır..!
Hepimiz her farklı kesim için yürekten “Herkese adalet” demedikçe iflah olmayacağız. Dün yaptığımız çifte standartlar önümüze günahımızın bir cezası olarak geliyorsa artık kesin bir ders almış olmamız gerekiyor. Daha dün Ergenekon soruşturmasında yapılan aşırılıklar, bugün OHAL döneminde de bir başka şekilde devam ettiriliyorsa iflah olmamız için daha çok gayret etmemiz gerektiği ortaya çıkıyor.
20 Şubat 2017 Pazartesi Saat: 09:27