Türkiye’nin sorunlarına karşı birtakım güç sahibi çevrelerin
yaklaşımı önceden beri problemlidir.
Danıştay saldırısı sonrası yaşanan gelişmeleri Tüsiad
yaptığı açıklama ile yorumladı. Başörtüsü sorununun kaşınmaması gerektiği ve ekonomik
dengeler için yasağa karşı çatlak ses çıkarılmaması gerektiğini belirtti.
Buna bir de Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in
başörtüsü sorununun halkın %1.5 unun sorunu
olduğunu beyan eden açıklaması gelince üzerinde bir kaç kelam etmekte bizim
üzerimize bir borç oldu.
Tarih boyunca kendi kafasına göre belirlediği
hayat biçiminin bozulmasını istemeyenler genelde halka, “bizim belirlediğimiz sorunlardan
başkasını konuşmayın” derler.
Tarihe baktığımız zaman bu yaklaşımın ilginç örneklerini
görürüz. Osmanlı’nın lale döneminde yöneticiler halkın birçok sorununa rağmen zengin
ağalar ve paşalarla lale bahçelerinde keyifli bir hayat yaşıyorlardı. Onlara
göre ülkede ciddi bir sorun yoktu. Sorun lale bahçelerinin az olma, eğlence
mekanlarının az olma sorunu idi. Yönetim müdahale etmesi gereken dağ gibi yığılı
sorunları görmüyor, devekuşu gibi başlarını
kuma gömüyordu.
Ama sonuçta
yok saydıkları problemler
canlanmış bir patrona
Halil olarak karşılarındaydı!..
Tüsiad’ın yaptığı gibi bütün sorunları maddi sebeplere
indirgemek materyalist bir ruh halinin yansımasıdır. Karnı doyrulan, iyi
okullarda okuyup iyi mesleklere sahip olan insanların mutlu olması beklenir. Fakat
tüm hazlara sahip olduğunu sanan insanlar çağımızda ruhlarının sefaleti ve kararmış
kalpleri ile bir vakıa olarak önümüzdedir. Önemli toplumsal sorunlar da apaçık
önümüzdedir. Bunu görmeyenlere önemli bazı soruları sormak zorundayız.
Maddi sorunlar halledilirken insanlık onurunun yok
edildiği toplumlar huzurlu mudur sizce?
Anasından doğarken tercihte bulunamadığı bir ırkı ve
kültürü dolayısıyla aşağılanan bir insan maddi hazlarla mutlu olup sorunlarını
unutabilir mi sizce?
Parasının cebinden hırsız tarafından çalındığını gören
bir insanın hırsıza güler yüz göstermesi acaip değil midir sizce?
Anasını babasını katlettiği çocuğun başını okşayan
bir katilin, merhametli insan görüntüsüne kanmak normal midir sizce?
Ayağına basıldığı halde neş’e ile şarkı söyleyen birisine
rastladınız mı hiç?
Apendisiti patlamış birisine “hastaneleri meşgul etme kardeşim” demek dengeleri korumak mıdır sizce?
Ağlayan birisine fıkra anlatmak ile sorunların biteceğini
sanmak safdillik değil midir sizce?
Belki bu sorunları cevaplamaya çalışmak birilerini
uyandırabilir. Ama bu sorunları yalancı bir şirinlik ile çözmeye çalışanlar da yok
değil. “Kim olursan ol gel” diyerek oy avına çıkan Baykal ve avanesi sıra başörtülüye
gelince ise aniden görme yetilerini kaybedebilmektedir. Dayatmacı anlayışlar
nedense hep aynı refleksi vermektedir.
Sözün kısası şu bilinmelidir ki tarihin hiçbir döneminde
huzursuzluklarını halledememiş bir topluluk ilerleyememiştir.
İçte sorunları görmezden gelen göbeği şişkinler, dışta bu sorunları ülkeyi zayıflatma için rahatça
kullananlar ile toplumlar uçuruma kolayca sürüklenebilmiştir.
Ülkemize dönecek olursak aynı anlayışın devam
etmekte olduğunu görürüz. Almanya büyükelçisinin yanlış uygulaması nedeniyle
yuhlanmasını garip görenler,
halkın en kronik
yarasının kimsesiz bırakılmasını
makul karşılayabiliyorlar!..
Bu çarpık bakış açısı, halkı bürokratların, patronların keyfine uygun bir yaşam sürecek sürüsü
olarak görüyor.
Hak isteyeni, haksızlığa isyan edeni görmeye
dayanamıyorlar, sesini duyunca
çıldırıyorlar.
O
zaman evinizdeki çocuklarınız
sorun çıkardığında onları da
evinizden kovun!... Halkın önemli
sorunlarını görmezden gelme ne
imiş o
zaman anlaşılır belki!..
Madem
tatlı meyveler yemek
için her gün zehir içirilenlere bigane
kalıyorsunuz, o halde
“adalet istiyoruz , hak istiyoruz” diyen seslerden de
rahatsız olmayacaksınız!...
1 Ocak 2014 Çarşamba Saat: 02:03