"Barış" deyince "PKK
destekçiliği" diye anlamaları büyük problem. Çok düşündüm "niye
böyle" diye. İki tarafa da yaptığım barış çağrısını "PKK`ya
destek" diye anlamak büyük patoloji, bir iletişim kusuru mu var, bu konuyu
biraz tahlil etmek ve barış isteyenlerin niyetini daha ayrıntılı anlatmam
lazım.
Ben sosyal medyada barış adına yazdığım sözlerden
dolayı son 10 gündür büyük bir linç ve haksızlık yaşarken iyi niyetli
sözlerimin niye yanlış anlaşıldığını düşünüyordum. Sonunda bana gelen bir mail
bunu açıkladı. Dindar bir arkadaşım bana gönderdiği mailinde "insan
hakları ve barış diyerek adeta terör yapanları meşrulaştırıyorsunuz."
demiş. Bu sözler nasıl bir toplumsal akıl tutulması yaşadığımızı gösteriyor.
Savaş anında barışı gündeme getirmenin zafere az kaldığı bir anda ihanet
olduğunu düşünüyorlar. Oysa ben ve tüm barış yanlıları tüm hesaplardan uzak bu
sözleri sarf ediyoruz. 35 yıldır akan kanın durmasını istemek mi kötü? Dünyanın
başka ülkesinde barış sözünü ansanız ve insanların "çocuklar ölmesin,
analar ağlamasın" dediği için haksızlığa uğratıldığını söyleseniz size
gülerler. Türkiye`de "vur, kır, parçala" sloganları atsaydık altın
madalya takılacaktı ama barışı gündeme getirdiğimiz anda lince uğruyoruz. Ben
kimsenin hatırı için doğruları gündeme getirmiyorum. Doğru olduğuna inandığım
için söylüyorum. Bir barış gösterisindeki mizanseni bile anlayamayan veya
anlamak istemeyenlere insan hakları ve barış çabamızı tekrar anlatalmaya
çalışalım.
Adalet ve barış isteğimi kendimi bildim bileli
dile getiriyorum. Bir insan hakları kuruluşu MAZLUMDER`de çalışmaya
başladığımda "tam bana göre yer, yerimi buldum" diye düşünmüştüm.
2003 yılında dahil olduğum bu değerli dernekte arkadaşlarımla beraber halen
gurur duyduğum çok güzel işler yaptık. Çocuk hakları konusunda paneller, kadına
yönelik şiddet konusunda sergiler, imza kampanyaları, yaptığımız sağlık
taramaları ve bilimsel çalışmalarla TBMM`ye sunduğumuz "Dilovası çevre
gözlem raporu", düşünce özgürlüğü sergileri , imza kampanyaları,
soykırımlara karşı ve katillerin cezalandırılmasına yönelik Lahey`e
gönderdiğimiz imza kampanyaları, Roman mahallelerindeki gözlem, söyleşiler ve
konferanslar, Filistin, Türkistan ve dünyanın dört bir tarafındaki zulümlere
karşı gösteriler, imza kampanyaları, fax çekme eylemleri, cezaevleri ihlal
raporları, mülteci hakları çalışmaları, Türkiye`nin en geniş ve sonra
kitaplaştırılmış dini ve etnik ayrımcılık saha çalışması ve sempozyumu,
başörtüsü yasağı zulmüne karşı 2005`ten itibaren aksatmadan her hafta yıllarca
sürdürdüğümüz basın açıklamaları, yürüyüşler, Türk, Ermeni, Kürt, Arap vd. tüm
vatandaşlarımızın hakkı hukuku için yaptığımız çalışmalar, Hrant Dink
davasındaki sahte mahkeme sonuçlarını kabullenmeyişimiz, Kürt meselesindeki
yoğun takibimiz, insan hakları kurullarının her aşamasını zorlamamız, binlerce
açıklama, ....
Bu çalışmalar arasında bir ikisini anlatayım. 2003
yıllarıydı. O günün ajitasyonlarıyla yurt çapındaki Kiliselere yapılan
saldırılar gündemdeydi. İzmit Protestan kilisesine de bir saldırı yapılmış,
taşlanmış, molotof atılmıştı. Bunun üzerine Kocaeli şube başkanı olarak hemen
olayı kınayan bir açıklama yapmıştım. Kilise Pastörü W.H beni arayarak
"dindar bir Müslümanın bu açıklamasına şaşırdığını ve sevindiğini"
bildirmişti. Ardından Pastör W.H ile görüşerek hukuki destekte bulunmuştuk.
Aradan yıllar geçti. Şahsımın barış mesajından sonra bana yapılan haksızlıklara
karşı gelen ilk mesaj ise şimdi başka ildeki Pastör W.H`nindi, kendisi bana
yapılan haksızlığı kınıyor, çok üzüldüğünü ve bana duacı olduğunu bildiriyordu.
İnsan haklarından haberi olmayanlar bunu anlayamaz. İşte, haksızlığa karşı
birbirine destek olan farklı din mensuplarının dayanışmasıdır insan hakları.
Farklı kimliklerin bir diğerine üstünlük sevdası yerine kimliklerin bir arada
yaşamını savunmaktır insan hakları. Yine bir defasında şubemize bir müracaat
gelmişti, Darıca`da bir vatandaş evinin çok yakınındaki bir hoparlörden gelen
ezan sesinin kendisini bilhassa sabah ezanında aniden uyandırmak suretiyle çok
rahatsız ettiğini bildirmişti. Psikolojisinin bozulduğunu ve derdini kimseye
anlatamadığından bahisle bizden yardım istemişti. Biz de mahalle sakinleri,
muhtar, müftülük yetkilileriyle konuyu çözmüştük. Tabanı çoğunlukla
dindarlardan oluşmuş bir derneğin dini anlamda tepki çekecek bu girişiminden
hiç çekinmemiştik. İnsan hakları mücadelesi ön yargısız yapılır, ideoloji ve
siyasi taktik anlayışıyla yapılan bir savunuculuk değildir. Barış mesajımızın
altında buzağı arayanların biraz analiz yapmasına yardımcı olmak istiyorum
sadece. Kim ne derse desin insan hakları ve barış çağrısı yapmak insan hakları
savunucularının ilk işidir, konjonktüre bakmazlar. İnsan hakları savunucuları
hangi kesimden ve etnisiteden olsa da her zaman Kürt meselesinde çözümün,
hakların iadesi, adalet ve barış yoluyla olmasını söyler.
Kocaeli Barış platformunu çözüm sürecinin 5.
ayında "bu konuyu ne devletin ne PKK`nın insafına bırakalım, onlar bıraksa
da biz barış söylemini yükseltelim" diyen farklı kimliklerden ve
STK`lardan oluşmuş kişilerle kurduk. Çözüm sürecinde barışı korumaya çalışan
açıklamalar, etkinlikler yaptık. Süreç bozulduktan sonra ise yeniden barış imkânı
oluşturabilmek için yeni zemin arayışlarına giriştik. Bu toprakların
çocuklarının kamplara ayrılarak birbiriyle savaşmasının nefreti körüklemekten
başkasına yaramadığını, devamının bugünden kötü günlere götüreceğini düşündüm
hep. Filipinler`den Kolombiya`ya kadar tüm barış süreçlerini ayrıntılı
inceledim, o ülkelerin çilekeş barış savunucularından dinledim ve bu
topraklardaki barıştan umudumu kesmedim. Ne kadar kötü koşullar olursa olsun
sosyal medya ve her yerde sürekli barış cümlelerini hatırlattım, bu mu
yargılanacak çaba? Barış sözünü gündem etmemle itham edildiğim "PKK
propagandisti" iddiası iddiacıların ne kadar çözümü gerçekleştirmekten
uzak olduğunun bir delilidir.
Barış platformu olarak sürekli hem PKK`ya silahı
bırakması ve devlete de müzakereleri bırakma çağrısı yaptım. Bu 15 yıldır hiç
değişmedi, (
http://www.kocaelibarisplatformu.com/Turkiye-Toplumu-Savas-Istemiyor-Baris-Istiyor)
konjonktüre göre davranmamanın faturası mı bu linç kampanyaları?. Kocaeli`de
akil heyetinin mihmandarlığını ben yapmıştım, o zaman bugünkü sözlerimin
benzeri ifadeler kullanan devlet adamları şimdi değiştiyse suç bizim gibi
barışı savunanların mı? İnsan haklarından fersah fersah uzak olan, başka ırkın
üzerinde hakimiyetinin hakkı olduğunu düşünenlerin her isteğinin
gerçekleştirilmesi en büyük yanlıştır.
Ben söz konusu facebook mesajımın arkasındayım.
Hayatım boyunca barış mesajı verdim. Çözüm süreci öncesinde de, çözüm sürecinde
de, çözüm sürecinden sonra da aynı şeyi söyledim, benim söylediklerimde değişen
birşey yok. 2006 yılında başlayan süreçte devlet gizlice Öcalan`la konuşur ve
sahnede ona lanet yağdırırken de, çözüm sürecinde Öcalan göğe çıkarılırken de,
silahların konuştuğu şu anda da aynı şeyleri söyledim ve yine tüm sözlerimin
arkasındayım.
Ben barış çağrımdan vazgeçmem, vazgeçemem, çünkü
Türk ve Kürt analarına söz verdim. Kocaeli Barış Platformu olarak çözüm süreci
sonrası başlayan çatışmalarda toplumsal yarıkları önlemek ve barış çağrımızı
kuvvetlendirmek istedik, asker taziyelerine gittik. Orada çok üzgün asker
anaları bize "yeter ki başka çocuklar ölmesin, ocaklara ateş
düşmesin" diyordu, onlara barış çabamızı sürdüreceğimize dair söz
vermiştim, vazgeçemem. Sur`daki çatışmalar sırasında Diyarbakır`daydım. Hendek
barikat siyasetini şiddetle eleştiriyor ve iki tarafa da durmalarını
söylüyorduk. İlk sokağa çıkma yasağının bitişinde Sur`a girmiştik. Ortalık
felaketti, 51 yıllık hayatımın en sarsıcı, kötü günüydü o gün. Dışarıdan
geldiği belli birisi olarak analar beni perişanlığı görmem için evlerine
çağırıyordu. Çare gibi sarılıyorlardı bana ama ben çaresiz ve yıkılmış
durumdaydım. 80 yaşındaki N.K amca ve eşi ninemiz, çatışmaların arasında
kaldıklarını aç, susuz büyük perişanlık yaşadıklarını anlatıyordu. "4 gün
banyoda çıplak betonun üstünde yatmak zorunda kaldık, sen bizim ne çektiğimizi
bilir misin evlat" diyordu N.K amca. Bu hale rağmen duvarda asılı olduğu
için ortasından kurşun geçmiş Kur`anı Kerimi bana gösteriyor "en çok
üzüldüğümüz de bu" diyorlardı. "Bizim sesimiz ol, çektiğimizi
anlat" diyen o dedelere, ninelere, analara sözüm var, barış demekten
vazgeçmeyeceğim. 12 yaşında çatışmaların arasında kafasından tek kurşunla
vurularak ölen, ara sokakta iyi temizlenmemiş kan ve kemik izlerinin başında
Helin Şen`e bu sözü verdim, barışın sesini hep yükselteceğim. Helin Şen`in
annesinin yürekler yakan feryatlarını gözyaşları içinde dinlerken bu sözü
verdim, vazgeçmemi istemeyiniz, üstümdeki duygusal ağırlığı çok fazla.
Ben Türk`üm ama bu yanlış Türkçülük politikalarını
eleştiremeyeceğim anlamına gelmez. Dindar ve demokrat olmaya çalışıyorum, bunun
sonucudur merhameti, kardeşliği, eşitliği ve barışı hep gündem etmem. Hekimim,
hayattan, yaşatmaktan yanayım, insan hakları savunucusuyum, adaletten ve yaşam
hakkından yanayım. Acılara sağır bir hayat yaşamaktansa, bedeli olan ama tüm
insanlığın mutluluğunu sağlayacak gayretleri devam ettireceğim inşallah.
Bırakın bu kadar savaş çığlığının atıldığı
günlerde naif bir barış sesi yükselsin, size zarar etmez, belki kalplerde bir
beyaz leke oluşturur, onu da köşeye sıkıştırarak boğmayın. Tüm barış
yanlılarının çektiği sıkıntılara son verin.
Yargılanacak bir konu var, evet ama bu, ben
değilim. Yargılanacak olan yıllardır Kürt meselesini bir ırkın diğer ırk
üzerinde hakimiyetini kuran devlet politikalarıyla gerçekleştiren ve insanların
ölümüne rağmen bu konuda kalıcı çözüm ve barışı gerçekleştiremeyenlerdir. Barış
çığlığını savaşçı çığırtkanlıkla örtmeye çalışanlardır bunlar. En basit bir
barış mesajını bile çarpıtanlardır bunlar.
Gelin bu boğucu ortamdan hep birlikte bir barış
iklimi oluşturalım, acıları büyütmenin, kin, nefreti artırmanın kimseye faydası
yok.
17 Ekim 2016 Pazartesi Saat: 18:37
@gergerliogluof