“İnsan olmanın en kadim ölçüsü başkasının acısını hissetmektir”der Rousseau. Günümüzde teknoloji, gelişti, insanoğlu
onbinlerce yıllık tarihinin en akıl almaz işlerine imza atıyor, maddi
gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Ya manevi gelişim? İlerliyor mu,
durakladı mı, yoksa geriledi mi? Bu çok önemli sorunun cevabı, biz insanların
ağır travmalar, çıkar çatışmaları ve imtihanlarla ortaya çıkan insani
kalitemizin orta çıkışıyla belirginleşiyor.
Günümüzde OHAL ve KHK’larla ortaya çıkmış büyük sorunlar,
insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Yüz binlerce kişi işinden edilmiş, sosyal
tecride uğramış, maddi ve manevi olarak adeta ölüme mahkum edilmiş durumdadır.
Bir devlet politikası sonucu ortaya çıkan KHK’lar her kesimden insanın
mağduriyetine neden oldu, oluyor. Bu mağdurlardan biri de karı, koca
işlerinden edilen Balcı ailesi idi. Sevgi Balcı 3 çocuk annesi bir hemşire iken
uğradığı bu muamele sonrası girdiği depresyonu atlatamayıp geçtiğimiz aylarda
canına kıymıştı.
Sevgi hemşire’nin intiharı sonrası hepimiz
için önemli bir sorumluluk oluştu. Bu ölüm, adeta bir protestoydu. Zulme
uğramış bir insanın canıyla yaptığı bir protesto. Zulmen görevinden atılmış,
hayatı darmadağın edilmiş, hayalleri yıkılmış bir insanın devlete, topluma
bedeli canla ödenmiş, ağır bir yarayı bir hatırlatmasıydı. Haksızlığın kaldırılamayacak
boyutta olduğuna dair halin, mekanik engellemelerle gözden kaçırılamayacak
ağırlıktaki göstergesiydi. Topluma, zulme uğrayanı gerektiği oranda
sahiplenmediğine dair bir hatırlatmaydı bu şok. Sevgi hemşire hepimize
hayatıyla çok ağır bir uyarıda bulunmuştu. Zulme uğrayanı bu toplum hak ettiği
oranda sahipleniyor mu? Bir insanın uğrayabileceği en büyük haksızlıklar
karşısında susan bir toplumun duyarsızlığına, yıpranmış bir can ne kadar
dayanabilirdi ki? Sevgi hemşire’nin kendisinin, eşinin ve çocuklarının
mazlumiyeti, vefatıyla daha büyük bir sorumluluk olarak hepimizin önündedir.
Kisinin en kıymetlisi olan canına, yaşamına son vermesi kadar insanın kendisine
yaptığı ağır bir haksızlık olabilir mi? Ya eşinin, çocuklarının bir keyfilik ve
ihmal sonucu bu mağduriyete uğraması kadar büyük haksızlık var mı? Ona artık
bir daha geri getiremeyeceği bir ana kadar sahip çıkamayan toplumun, şimdi onun
bıraktığı emanetlere sahip çıkması gerekir. Daha da ağır bir mahkumiyet
yaşamamak için elde kalanı sahiplenmek hepimiz için son fırsattır. Bu
mazlumların duyarsız toplumdan alacakları büyüktür, çünkü belki o ve onun gibi
olanlar için oluşmuş bir hassasiyet çok canları kurtarabilirdi, halen bile
kurtarır.
Bu mağduriyet Sevgi hemşire’yle sınırlı değil, acaba
uçurumdan kayarken tek eliyle tutunmaya çalıştığı hayata onu kazandırmak için
diğer KHKlılarla ilgili ne yapabiliyoruz? Sorumluluklarımızı hakkıyla yerine
getirebiliyor muyuz? Bir büyük felaket halini almış olan bu mağdurlar
ordusu için, hem de en yakınlarının bile vicdan sızlatan muamelelerinin olduğu
bir ortamda nasıl sessiz kalınabiliyor? Günümüzde her kesimden mağdur olan kişi
vardır, “duyarlılığım., şucu bucu diye anılmama neden olabilir,
görmezden geleyim” deme hakkınız var mıdır?
Görmezden gelmenizin, sessizliğinizin nice zulümleri meşrulaştırdığının
farkında değil misiniz? Aslında az bir duyarlılığınızla bile nice sızıyı
hafifletebileceğinizi, derman olacağınızı hissetmiyor musunuz?
İşte böyle bir duyarlılık örneğini geçtiğimiz
gün Kelemet Çiğdem ve Ferhat Kentel çifti sergiledi. Sivil toplum
gönüllüsü Çiğdem hanım ve eşi sosyoloji profesörü Ferhat bey önceden Sevgi
hemşire’yle ilgili yazdığım makaleden etkilenip benden iletişim bilgilerini
istemişti. Bu acıya duyarsız kalamamışlardı. Uzaktan üzülüp, sonradan unutmak
içlerine sinmiyordu. Sorumluluklarını hissedip İstanbul’dan Burdur’un Bucak
ilçesine gitmek istiyorlardı. Sonunda ikisi de birer melek olup
kanatlandı gitti Balcı ailesinin evine. Halil İbrahim bey, kahredici
olayın yaşandığı evden taşınıp ana, baba ocağına Bucak ilçesine taşınmıştı.
Çocuklarının artan ruhsal sorunları, sevgi ihtiyaçları nedeniyle, ihraç
edildikten sonra basladığı özel sektördeki işinden de ayrılmıştı Halil İbrahim
bey. Çocukları onu bırakmak istemiyordu hiç. Daha önceden sorunu olmayan 7
yaşındaki kızı okula gitmek istemiyor, gittikçe daha hırçınlaşıyor, 11
yaşındaki kızı ise hiçbir tepki vermeyen bir hale bürünüyordu. Hele 9 aylık
küçük bebek, annesini hiç hatırlamayacak olan küçük bebek… Yaşlı babaannesinin
bakabildiği kadarıyla büyümeye çalışan, anne sevgisine muhtaç küçük yavru. ..Bu
üzüntüler karşısında maddi ve manevi açıdan ayakta kalmaya çalışan, olayın
şokunu üzerinden atamamamış baba, hem kendisini hem de cocuklarını hayata
baglamaya calışıyor. “Hiç beklemiyorduk böylesi bir
kahredici olayı” diyen bir babaanne, sabah okula
giderken saçını taradığı kızının “ama annem gibi tarayamıyorsun
ki” deyince hıçkırıklara boğulduğu bir baba var artık
geride. Bu ziyarette bulunamadım ama her an, her saniye kalbim oradaydı.
Bir fedakar çiftin ziyareti başka kişilerin de katılımını tetikliyordu. Haftada
bir kamusal psikolojik destek alan çocuklara sıcak ilgiyi, merhameti
gösterecek olan biz sivil toplumuz aslında. Cuma namazına giden babanın yanına,
camideki safa koşup babasına sarılan kızına, sıcak bir sevgi ve merhamet
desteğini sağlayacak olan gönüllü insanlardır artık. Mekanik hiçbir destek,
sıcak insani desteğin yerine geçemez, bilmeyenimiz yoktur.
Bilmeliyiz ki , bu toprakların ilacı Çerkes
Çiğdem’in, Tekirdağlı Ferhat’ın, Batmanlı Cengiz’in, İstanbullu Aslı’nın,
Bursalı Hasan’ın, Ispartali Yavuz`un kimliğine bakmaksızın mazlumu
sahiplenmesidir. Dini, etnik, ideolojik kimliklerimizi bırakıp mağdur olanın,
mazlumun yardımına koşmamızdır bizi diriltecek olan. Sınırların farklılığını
aşıp insaniyet ortak paydasında buluşturandır bizi kurtaracak olan, tüm
kalbimle inanıyorum. Biliyorum ki iyilik kazanacak, nefisleri mağrur kılan
zalimlik, büyüklenme kaybedecek, iyilik kazanacak sonunda.
Tüm toplumu bu büyük KHK felaketine karşı manevi
seferberliğe çağırıyorum. Hiç tanımadığınız bir insanın derdine koşmanızdır,
sizi insaniyet basamaklarında yükseltecek olan. Bir hüznü paylaşmanızdır, sizi
gerçekten insan kılacak olan. Sadece bir tane değil ki, binlerce
perişan aile oluştu günümüzde. Yaşadığımız dev sorunlar kimliğine bakmaksızın,
önceden öteki gibi görsek de şimdi bunu aşıp mazlumun, mağdurun yanına
koşmamızla kendimizi ve toplumu kurtarabileceğimizi gösteriyor.
2 Ekim 2017 Pazartesi Saat: 08:32