Öğretmenliğimin ilk yıllarında idealizmin de
verdiği heyecanla sınıfta yer alan öğrencilerimi nasıl daha iyi eğitir, daha
iyi öğretirim diye eğitim ile ilgili pek çok eser okudum.
Bana emanet edilen, korumam ve geliştirmem gereken
öğrencilerime en iyisini vermeliydim.
Öğrencilerime baktığımda; saf ve masum bakışları ile
bir beklenti içinde oldukları izlenimi veriyor daha fazla çalışmam gerektiğine
inanıyordum.
Her bir öğrenciye olumlu davranışlar kazandırmak
ve hayata hazırlamak, görev ve sorumluluğumun olduğunu bilerek öğrencilerim
için en iyisini yapmalıydım.
Tabi ki en iyisini yapmayı düşünüyorsam bu işin
ilmini öğrenmeli, kitapları karıştırmalı, okumalı, araştırmalıydım.
Yapmam gerekeni yaptım ama okuduklarımdan hiç bir
şey anlayamıyor, özellikle de okuduklarımı uygulama konusunda büyük sıkıntı
yaşıyordum.
En başta sınıf yönetimi, eğitim ve öğretim
teknikleri konularına odaklandım. Kitaplarda okuduğum yöntemleri, teknikleri
çok yabancı buluyor; pratiğe nasıl dökeceğimi kavrayamıyordum; bazılarını
anlasam da olanaklar ve çevre buna müsaade etmiyor, uygun teknik dediğim
bazıları da öğrenciye uymuyordu. Öğrencilerin bir kısmına uyan yöntem,
diğerlerine uymuyor; strese girmeme sebep oluyordu.
Sınıfta o kadar farklı öğrenciler var ki;
öğrenciler arasındaki bu farklılıkları bilmeden herkese aynı yöntemi uygulamak
başarısızlığa düşmek demekti; bunu biliyordum.
Bu soruna
bir çare bulmalıydım.
Yıllar geçtikçe, tecrübenin de verdiği avantajla
kendime bir yol buldum.
Bir sınıfı aldığımda neler yapmam gerektiğini,
atacağım adımları sıraya koymayı bildim ve uygulamaya geçirdim.
Eğitim ve öğretim faaliyetlerinin başarıya
ulaşması konusunda atılacak ilk adımın, öğrencileri tanımaya çalışmak olduğunu
öğrendim. Doktorlar, hastalarının hastalığını öğrenmek için nasıl önce muayene
ediyor, çeşitli tahlil ve tetkikler yapıyor sonra da teşhis ve tedavi süreci
başlatıyorsa;
Öğretmenlerin de ilk olarak öğrencilerini tanıması
ile işe başlamalıdır diye karar verdim.
Öğrenci
tanınmadan eğitim olmaz; bunu fark ettim.
Sınıftaki öğrencilerin fiziki, zihinsel, bedensel
özelliklerinin tanınması yanında öğrencilerin ailelerinin sosyal-ekonomik
durumlarının bilinmesi öğretmenlerin işini kolaylaştırmaktadır.
Öğrencilerin kapasitelerinin, performanslarının
farklı olması başarılarını da etkilediğini bilerek; öğrencilere uygun çözümler
bulma gereğini ortaya çıkarıyor. Bunu gördüm
Bu anlamda öğretmenlerin uygulayabileceği yöntem
ve tekniklerin bir standarda bağlanamadığını, “Nabza göre şerbet vermek” sözü sınıfta öğrencilere karşı yaklaşım
tarzını şekillendiren temel kural olduğunu anladım.
Benim
anladığım ve ilke olarak kabul ettiğim ikinci adım;
Tüm öğrencilerin öğretmene ve derse karşı
ilgilerinin artışı; saygı-sevgi sözcükleri ile doğru orantılı olduğunu gördüm.
Öğrenci, öğretmeni sevmiyor saymıyorsa;
öğretmen hangi yöntem ve tekniği uygularsa uygulasın işe yaramıyor.
Dolayısıyla öğretmenin öğrenciyi sevmesi, sayması öğrencinin de öğretmenini
sayıp sevmesi öğrenmenin temel şartıdır.
Öğretmenin öğrenciyi dışlaması, hakir görmesi,
adalet mefhumunu dikkate almaması, değer vermemesi; öğrencinin öğretmene karşı
kin ve nefretin oluşmasına sebep olmaktadır; bu durumda bir verim beklemek
abesle iştigaldir.
Bunlara ilave olarak öğretmenlerin öğrencilerine
karşı olumsuz yaklaşımı öğrenciyi öğrenmeden alıkoyduğu gibi; olumsuz
davranışlara da sürüklediği gerçeğini hiç unutmadım.
Öğrencilerin duygusal yönünü dikkate almadan; bu
çocuktur bilmez mantığı ile yaklaşırsak en büyük darbeyi onlardan yiyeceğimizi
bilelim.
Öğrencilerin çok iyi gözlemci, yargılayıcı ve
karar verici olduklarını, bu anlamda öğrencileri asla küçümsemememiz
gerektiğini anladım.
Öğrencileri;
sevmenin, saymamanın, anlamaya çalışmamanın beraberinde getireceği
sonuçları görmemek bir öğretmenin işini zorlaştıracağı gibi; öğrenciye
kazandırabileceğimiz hiçbir şey olmayacağı; her geçen gün problemli, uyumsuz
öğrencilerin sayısını arttıracağımızı unutmamalıyız.
Öğretmen
olarak sınıfta atacağımız üçüncü adım olarak;
Öğrencilerin öğrenmesini kolaylaştıracak yolu
bulmaktır. Ders işlerken basitten- zora, bilinenden-bilinmeyene, küçükten-
büyüğe doğru sıra takip edilerek; güncel bilgilerle desteklenecek bir yol
izlenmelidir.
Derste öğrencilerin özellikleri dikkate alınarak
her öğrenciye hitap edebilecek bir teknik uygulanmalıdır. Derste öğrenciye,
neden, nasıl, niçin, ne zaman, kim gibi sorular sorabilmeyi öğrenmesi,
Eleştirel düşünce esasına uygun hareket etmeyi,
öğrenme yollarını öğretmek temelinde bir metot izlemeyi,
Öğrenci
merkezli öğrenmenin temel politikamız olması gerektiğini asla unutmamalıyız.
Sınıf yönetimi konusunda başarılı olmanın,
öğrencilere istediğimiz davranışları kazandırmanın, öğrencileri hayata
hazırlamanın temel koşulu öğretmenlerin yeterliliğinden geçiyor.
İnsanoğlu en vahşi, en uyumsuz, canlıları
eğitebiliyor, istenilen şekle sokabiliyorsa, insanlar, ağırlığı ne düzeyde
olursa olsun tüm sorunlarını çözebiliyor, ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa;
İnsanların eğitiminde de başarılı olamaması
beklenemez diyorum.