Seni Özleyeceğiz Sahap!


“Allah Korusun! Dilenciler Ülkesine mi gideceğiz?” 

Hayat şartlarının, yarınlarımızın neler getirebileceğini, o şartlara sahip olmadan tasavvur edebilmek çok zordur. ‘Asla gitmem’ dediğiniz yere gidersiniz. ‘Yapmam’ dediğinizi yapabilirsiniz. Her şeyi kendi şartları içinde değerlendirmezsek, bunları yaşayanları anlayabilmek, empati gerçekleştirebilmek neredeyse mümkün değildir.  

28 Şubat’ın en koyu günlerinde, 2001’in siyasi ve ekonomik tekmelerinin altında ailece can çekişircesine yaşadığımız yıllar. Hapisler, idam talepleri, batan ticaretimiz, devam eden ve onaylanacak hapis cezalarımız, yaşatılmayan gençlikler ve çocukluklar, istikballerin karartıldığı geleceklerimiz.  

Dava kardeşlerimizin, başları belaya girer diye yollarını değiştirdiği, selamların kesildiği, kendi çocuklarının geleceği için komşu bile olmak istemeyen, kiralık ev vermeyen mücahitlerimizin! Olduğu karanlık kapkaranlık olan yıllar, yaşatılmayan hayaller, Türkiye’nin belirsiz karanlık tünelinde bir gecede yaşanan ekonomik tsunami.  

Yeryüzünün hangi köşesine gideceğimizi harita ve ansiklopediler ile seçmeye çalışıyorken “Pakistan” ismi ortaya atıldığında kendimden beklemediğim o ilk tepkim: “Allah korusun. Dilenciler ülkesine mi gideceğiz?” deyişim…  

Ve şartlar döndü dolaştı, bir haftalık da olsa geçiş güzergâhı olarak Pakistan’a gitmek zorunda kalmıştık. Evimizi, eşyalarımızı dağıttık ve dönmemecesine bir meçhule yola çıktık. Tamamen karayolu ile İstanbul’dan Tahran’a, oradan Zehedan ve Kuetta’ya inanılmaz bir yolculuk ile ulaşmıştık ki bütün dünya gibi biz de televizyonda ikiz kulelere uçakların çarpışını ve çöküşlerini kanımız donarak izlemiştik. “Dünya asla eskisi gibi olmayacak” sözleri dudaklarımdan dökülmüştü.  

Yine inanılmaz tevafuklar… Ve nihayet Lahor ‘Mansura’ya varmıştık. Mansura; Seyyid Mevdudi’nin kurduğu Cemaat-i İslami’nin merkezi konumunda olan bir mahalle diyebiliriz. Cemaati- İslami’nin beyin kadrosu, görevlileri ve ailelerinin yaşadığı Mansura’nın etrafı duvarlar ile çevrili, hatırladığıma göre beş- altı tane olan kapısında Cemaatin kendisinin silahlı güvenlikçileri duruyor. 

Bizim bildiğimiz manada bir siyasi partiden daha öte bir yapısı vardı. Partiye öyle her isteyen üye olamıyor. Dört yıl süren, siyasi, ilmi, sosyal açılardan ciddi bir eğitim sürecinden sonra üyelik hakkı kazanılabiliyordu. 

Cemaate yakın, Hizbu'l Mujahideen adlı bir grup daha vardı ki bunlar Keşmir’in özgürlüğü için mücadele ediyorlardı. 

Lahor kalabalığının ve çevresinin temizlik vd. her türlü şartlarından yalıtılmış, çevre düzenlemesi, yeşilliği, okulu, hastanesi, mescidi ile kendine has sokak ve caddeleri olan bir bölge idi.  

Dünya gündemi alt üst olmuştu. Birkaç günlüğüne transit geçmek zorunda kaldığımız Pakistan savaşın eşiğine gelmişti. Batı ülkeleri uçaklar gönderip, elçiliklerinde bulunan görevlileri ve ailelerini götürüyorlardı. Elçilikler hizmet vermiyordu. Başvuru da yapamıyorduk. Başkan Bush “ya bizimlesiniz, ya da teröristlerlesiniz”, “bu bir haçlı savaşıdır” diyordu. Bütün Mansura halkı ile savaş karşıtı eylemlere beraber gidiyoruz.  

Misafiriz diye mümkünse tanınmamamız için yüzlerimizin görünmemesinin iyi olacağını söylüyorlar nazikçe. Emanet ve misafir yolcu olmamamızın bütün dezavantajlarını bizim en pozitif hale getirmek için nasıl çabaladıklarına aylarca daha şahit olacaktık. Bir hafta bile kalamayacağımızı düşündüğümüz Pakistan’da bir yıl kalmıştık. Mansura’da bize tahsis edilen evimiz ile o sıralar da Cemaatin lideri olan Gazi Hüseyin’in yaşadığı ev arasında iki bina vardı. Evimizin diğer tarafında ise Cemaatin Dış İlişkiler sorumlusu Abdul Gaffar Aziz ve ailesi bulunuyordu. Cemaati İslami’nin Pakistan siyasetinde en aktif rol aldığı, darbeci Müşerref’e karşı muhalefetin başını çektiği o günlerde Cemaat’in liderleri neredeyse bazen yirmi dört saat bizim problemlerimiz ile meşgul olmak zorunda kalıyorlardı. Ve bunu kendi mücadelelerinden, kendi halklarının mücadelesinden ayrı bir işmiş gibi görmüyorlardı.  

Mansura’da “Turkish Family” idi adımız. Hepsi bizlere komşu değil ailelerimiz olmuşlardı. Gazi Hüseyin Ahmet Sahab (bey- efendi) çocuklar için masallarda ki beyaz sakallı, pamuk dede idi. Pervez Müşerref’in Amerikan yanlısı siyasetine karşı en şiddetli muhalefeti yapan bir liderdi ama o sertliğin, ciddiyetin yanında müşfik bir baba idi hepimiz için. 

Amerika’nın Afganistan’ı işgaline ve Pervez Müşerref’in Amerikan menfaatlerini koruyan politikalarına karşı Pakistan genelinde onun gibi şiddetli bir karşı duruş gösteren başka bir lider yoktu. Eylemlerin hız kazandığı o günler de polis Mansura’nın çevresini sarmış fakat içeri giremiyordu. Dışarıdan içeriye gaz bombaları atılıyor göz gözü görmüyordu. Gazi Hüseyin Ahmed ise doktoru yasaklamış olmasına rağmen savaş meydanına benzeyen caddeler de, gaz bombalarının, kurşunların sıkıldığı meydanlar da halkı ile beraber en önde olmaktan geri kalmıyordu. O hasta hali ile defalarca gözaltına alınıyor ve hapsediliyordu. 

Bütün Cemaat-i İslami görevlileri gibi kadınları da son derece eğitimli idi. Birlikte Milletvekilliği yaptığı kızı sevgili arkadaşım Rahil Gazi de diğer kadınlar gibi en az iki dil bilen, eğitimli, entellektüel, kötü gün dostu bir Pakistan kadını. Yersiz, yurtsuz ilk bayram namazlarımızı yaşadığımız Mansura mescidinde birbirimize sarılarak ağlaştığımız gurbet dostum. Bayram ziyaretlerimizi ilk olarak babası Gazi Hüseyin Ahmed’in evine yapardık. Onun babacanlığı ve ailesinin güler yüzü yüreklerimizde ki gurbet kâbusunu yok eder, sevgi ile evimize dönerdik. 

Bir hafta bile kalamayız” dediğimiz Pakistan’dan (Daha önce Malatya için de aynısını yaşamıştık) ayrılış hüznü hepimizi sarmış, birbirimize göz yaşları içinde veda etmiştik. 

Yıllardır Türkiye’ye her vesile ile geldiklerinde mutlaka bizleri ararlar ve hasret giderirdik. 

2005 Keşmir depremi olduğunda ailece koşturmalarımız hep bu yapılanlara bir vefa’dandı. Gazi Hüseyin Ahmed şimdi hepimizin gideceği sılasına kavuştu. Bizler onun yaşamına ve yaptıklarına şahidiz. Rahmet ile kuşatılasın Sahap… 

"Pakistan ve Türkiye Müslümanlarının en zorlu zamanlarında, hem ülkesindeki mücadelenin öncülüğünü üstlenip sokaklarda, zindanlarda azimle direnen hem de bir yandan Türkiye Müslümanlarına sahip çıkarak fedakârca desteğini esirgemeyen, benim ve ailem özelinde hicretimiz süresince bize aylarca evini açarak misafir eden, babalık yapan Gazi Hüseyin Ahmet hocamızı rahmetle anıyoruz. 

Türkiye Müslümanları olarak anısına sahip çıkacağımızı bildirmek istiyor Pakistan halkı başta olmak üzere tüm İslam dünyasına başsağlığı diliyoruz. 

Onu kaybetmekle üzüntü içinde olduğumuz gibi, onu tanıdığımız için mutluyuz. Hem Türkiye’de hem de Pakistan meydanlarında, sokaklarında darbecilere karşı omuz omuza verdiğimiz direnişi, fedakârlıklarını, yardımlarını, dayanışmasını, örnek liderliğini unutmayacağız.”
 

Hüda Kaya ve İntisar, Nurcihan, M. Cihad, M. Mücahid Saatçioğlu ailesi Türkiye/ İstanbul

 

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.