Son yazımda, toplumumuzda son yıllarda iyice artan nefret ve ötekileştirme dilinin sonuçlarından bazı örnekler vermiştim. Maalesef gündemimiz yine aynı minvalde. Her geçen gün, nefret ve akıl tutulması artmaya devam ettiğini görüyoruz.
Türkiye’de ya da yeryüzünün herhangi bir
coğrafyasında etnik ya da dini sebeplerle halklar bir problem yaşadığında
‘suçun şahsiliği ilkesi’ görmezden geliniyor ve en ilkel, en bağnaz şekilde
suçlu olanın inancı da, ırkı da aşağılanıyor. O ırka ve inanca sahip olsalar da
işlenen suçlara muhalif olanlar hedef haline getirilebiliyor. Öyle ki
devletlerarası siyasi ihtilaflarda bile masum ve o toprağın insanı olan
halklar, siyasilerin dilinde veya masasında bir koz olarak ortaya sürülüyor ve
tehdit olarak kullanılabiliyor.
Ülkemiz siyaset tarihi ise bu konularda oldukça
sabıkalı ve eli kirli. Birkaç yıl önce Ermenistan ile yaşanan problem için
Başbakan ‘Burada yaşayan 100 bin Ermeni’yi sınır dışı edebilirim’ diyerek zaten
mağdur durumda olan halkları bir siyasi koz olarak kullandığı hafızalarda. Bu
topraklarda kendi cetlerimizin henüz ayak bile basmadığı zamanların kadim bir
halkı, ırkçı ve faşist zulümler ve soykırımlar
ile geride kalan bir avuç kılıç artığı bir toplumu, vicdanı rahatsız olmadan
bir başka devlete karşı hedef ve tehdit olarak kullanabilmişti.
‘Müslümanım’ diyebilen insanlar için Kur’an’ın ve
elçilerinin pratiğine temelden muhalif olan bir mesele, hala anlaşılamamıştır
ki aynı nefret ve öfke ilkellikleri devam etmektedir.
Siyonist İsrail yönetimini işgal topraklarında ve
Gazze’de, iki haftadır orantısız bir devlet terörü yaşatmaya devam ediyor. Çoğu
çocuk ve kadın olan 400 civarında insan hayatını kaybetti, 2500’ün üzerinde
yaralı var. Bu gelişmeler derin acılara ve tepkilere sebep oluyor.
Bizler, kendisini Kur’an’a nispet eden Müslümanlar
olarak, öfkelerimizi, tepkilerimizi, hınçlarımızı yine Kur’an ile terbiye etmek
zorundayız. Allah’a ve elçilerine rağmen kendi bildiğimizi okumamalıyız.
Öfkemize, acılarımıza, kızgınlıklarımıza yenilmemeliyiz. Yanlış atılan adımlar,
insaniyete sığmayan tepkilerin sonuçları, kitle psikolojisi, kitle öfkesi gibi
mazeretler, bizleri mesuliyetten
kurtaramaz.
“İnananlar!
ALLAH için adaleti gözeterek tanıklık edin. Bir topluluğa olan kininiz sizi
adaletli davranmaktan alıkoymasın. Adaletli davranmak daha erdemlidir. ALLAH’ı
dinleyin. ALLAH yaptıklarınızı haber alır.” 5/Maide- 8
Son günlerde Siyonizmin zulümlerine karşın
özellikle iktidara yakın medyada yazanlar ve STK yöneticileri son derece
tehlikeli, kışkırtıcı ifadelerde bulunuyorlar. Kuríani bilinçten ve peygamberin
pratiğinden uzak olan muhafazakar çevreler için bu söylemler dini hassasiyetten
ziyade bir milli hamaset ve hassasiyet olarak kendini göstermektedir.
Peygamber pratiği derken özellikle peygamberimizin
Medine’de gerçekleştirmek için düğmeye bastığı bir barış toplumu inşası olan
Medine Sözleşmesinin içeriği Kur’ani referanslar olması bakımından da
vazgeçilemez bir değere sahiptir. Bugün
sayfamız yettiği kadarı ile bir başka yazıda bu kunuya değinmek üzere şimdilik
yetinelim. Gazze için İsrail konsolosluğu önünde yapılan, Başbakanın kızı
Sümeyye Erdoğan Albayrak’ın katıldığı eylem de dahil, Hitler vurgusu ve
görselliğinin göze çarpması çok manidardır.
Gazetelerinde ‘seni arıyoruz’ şifreleri ile,
konuşmalarında ‘az bile yapmış’ diyerek Kitaptan ve elçilerin getirdiklerinden
son derece uzak olan ‘Dindar demiyorum’ bu muhafazakar çevrelerin çağdaş bir
Nemrut olan Hitler’i referans alabilmeleri, gösterebilmeleri, onu arıyor
olabilmeleri ve en vahimi pervasızca bunu ifade ediyor olabilmeleri geldikleri
nokta, hakkı görebilme, adaletli olabilme ahlakından uzak ne denli bir basiretsizliğe
duçar olduklarını, girdikleri çıkmazı, ilkellik ve yozlaşmayı göstermesi
açısından çok hayati ve manalı bir sonuçtur.
Bu zihniyetin ve yaklaşımın, bir Nemrut ve Hitler
zihniyetinden, dünün mazlumu, bugünün haddini aşan zalimi Siyonistler ile ne
farkı olabilir?