Dindar ya da seküler bağnazlık sakıncalıdır,
iticidir ve bıkkınlık veriyor.
Her iki tarafta da toptancı bir anlayış vardır ve
empati ve vicdanın sesine pek kulak verilmez.
Pirincin taşını ayıklamayı bilmezler ya da
beceremezler. Yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.
Ya hepçi ya
hiççidirler.
Sevgilerinde bir denge olmadığı gibi nefretlerinde
de bir ölçü, bir ayar tutturamazlar.
Liderlerini, şeyhlerini, zihniyetlerini veya önyargılarını
sorgulamayı, özeleştiri yapabilmeyi, akıllarının ucundan bile geçiremezler.
Bir tarafta “Bunlar dinsiz, ateist, Kominist. Bunlardan
doğru bir iş çıkmaz, bizi dinden çıkaracaklar” yaftaları ile doğru ve
vicdani olana bile, bir karşı duruş hatta saldırılar yapılabilirken,
Diğer tarafta “bunlar irticacılar, yobazlar, gericiler.
Özel hayatımıza müdahale edecekler, hepimizi baskı altına alacaklar”
korkusu ile en insani olana, olması gerekene bile karşı çıkılmaktadır.
Her iki tarafında tamamen haksız da değiller
elbette. Fakat bu haklılıkları onları kendilerinin de sebep oldukları
yanlışları görmelerine engel olmamalıdır.
Bu memlekette dindar kimlikliler, en masum
özgürlük talepleri için bile “Şeriat gelecek, laiklik elden gidecek”
korkusu ile yıllarca zulümler gördüler, en tabii olan haklarını yaşamaktan
alıkonuldular.
Müslüman dindar olmayan çevreler zulüm görmedi mi?
Hem de en unutulmayacak olanından, utanç verici
büyük kıyımlar yaşatılarak.
Bölgemizde, din adına hala zulüm ve kıyım yaşanmaya
devam ediyorken, yaşam tarzına müdahale hassasiyetini, karşılaştığım tepkileri
anlamaya çalışıyorsam da gördüğüm, bildiğim tepkiler öyle bugünün
meselelerinden değil, daha derin bir bilinçaltı ve önyargılardan
kaynaklandığını da anlayabiliyorum.
…
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın sürpriz
açıklamasında, ortaöğretimde “başı açık”
ibaresinin kaldırılarak isteyen kız öğrencilerin başörtü takma serbestliğinin
önü açılmış oldu. Hükümet bunu hangi saik ile yapmış olursa olsun, geride neyi
hedefleyip hedeflemediğini elbette tartışabilirsiniz.
Şu gerçeği Türkiye’de bütün çevreler artık
anlamalı ve bilmelidirler ki, insanlar, inançlarını özgün ve özgür eğitimlerini
kendi anadillerinde sürdürebilmelidirler. Evet, görünürde hepimiz bunu
savunuyoruz. Herhangi bir ırk, bir
inanç, bir dilin mensupları, kendi düşünce, inanç ve yaşam tarzlarını
başkalarına dayatma hakkına sahip olmamalıdırlar.
Bağnaz, baskın bazı dinci anlayış ve zihniyetler,
dayatmalar ile nasıl insanların hayatlarını cehenneme çeviriyorsa,
Laiklik –Sekülerizmin- farklı yorum ve
uygulamaları ile insanların hayatının cehenneme çevrildiği gerçeği vardır.
Bu karara tepki gösteren çevreler hükümetin dindar
çevrelerde memnuniyetle karşılanan bu kararını, ön yargılarından arınarak
nedenini anlamaya çalışmalıydılar.
Şu bir hakikattir ki hükümetin dindar kitleyi
hoşnut eden bu kararı, hangi sebep ve hesap ile almış olursa olsun hala devam
ettikleri zulümleri, haksızlıkları, doğmamış yetimlerin hakkını havuzlarda
toplamalarını, insanların haksız veya hasta hapislerde inim inim inletilmeye
devam ettirdiklerini, büyük bir egemen kibri ile yaptıkları arsızlıkları, hırsızlıkları,
katliamları, cinayetleri asla unutturamayacaktır.
Değil sadece orta öğretimde, emniyet, ordu ve
yargı da karar mercinde hala devam eden başörtüsü yasağını da kaldırsa, bu
zulümlerin, ayıpların üzerini başörtüsü bile örtemeyecektir.
Diğer yandan ise özgürlük ve çağdaş yaşam
savunucusu çevrelerde artık şu gerçeği görmeli ve anlamalılar.
Bu iktidar olsun ya da olmasın başörtüsü
özgürlüğü, kimin kaç yaşında nasıl giyineceği bağnaz dindarları
ilgilendirmeyeceği gibi, “başörtüsü takmak çocuklarımıza baskı
uygulamaktır. Çocuklara yanlış örnek olacaktır” gibi yaklaşımlarla çok
bencil ve ben merkezli yaklaşımları ile başkalarının yaşam ve tercihlerine
müdahale etme, söz söyleme hakları olduğunu zanneden seküler, çağdaş yobazları
da ilgilendirmez.
Ailelerin küçük yaşta ki çocuklarını ister baleye,
ister dansa isterse kursa gönderme haklarına kimse müdahale etme hakkına sahip
değildir.
Çocukların da isterlerse şort isterlerse de
başörtüsü takmalarına kimselerin söz söyleyebilmek hadleri olamaz.
Çocuğunu baleye gönderen aile çağdaş ve medeni
olarak kabul edilirken, tüm istikbal risklerine, incitici, ötekileştirici
bakışlara rağmen başını örtmeyi tercih eden kız çocukların aileleri “dinci
ve gelenekçi aile dayatması” diye itham edilecek öyle mi?
Bu ithamları yaşayanlar, baskıcı ve dayatmacı
aileler yok mu? Var elbette.
Sadece muhafazakâr aile şiddeti ve baskıcılığı
yoktur. Kızlarına kendi baskın anlayışlarını, yaşam tarzlarını dayatan muhafazakâr
aileler olduğu gibi, başörtüsü takmaya karar veren sayısız kadın ve kız
çocukları ailelerinden şiddet görmüşlerdir ve görenler hala vardır.
Yeni bir yaşam tarzına karar vererek, başörtüsü
takmaya başlayan kadınların, kız çocukların aileleri tarafından yollarda
başlarındaki örtüler çekilip alınmış, şiddet görmüşler ve başları, boyunları
kanlar içinde kalmışlardır. Başörtüsü taktığı için aileleri tarafından
hastaneye yatırılan kadınları biliyoruz.
Hatta sadece
bu sebepten dolayı kızını öldüren çağdaş Kemalist zihniyetli babaları gördük
bizler. Sizler bunlardan haberdar değilsinizdir muhtemelen.
Devletin bu kadınlara yaptığı şiddet ve zulümlere
değinmiyorum bile.
Muhafazakâr, dindar, çağdaş ve seküler zihniyete
sahip bütün çevreler şunu anlasınlar artık.
Kadının başı
ya da bedeni, inancı ya da düşüncesi üzerinden siyaset, hırs, hesap ve
polemikler yapma hakkınızın olmadığını bilmelisiniz.
Amma dindar amma laik kendi bağnazlık ve
paranoyalarınız ile başörtüsü takmaya karar verme bilincine sahip olan hiçbir
kadına ve kız çocuğuna, ya da neyi giymesi gerektiğine, hiç birinizin karışma,
söz söyleme, müdahale etme hakkınız yoktur ve olmayacaktır.
Gazze’de, Gezi’de ve Kürdistan’da ki çocukların
taş atma özgürlükleri kadar, başörtü takmak isteyen çocuklarda özgürdürler.