Türkiye tarihinin en acı ve karanlık yıllarından
biridir 93 yılı. Üst üste yaşanan katliamlar, baskınlar, faili meçhuller,
infazlar ve infial oluşturan olayların yılıdır.
Bahtiyar Aydın ve Lice katliamı birbiri ile ne
kadar alakalı ise Uğur Mumcu, A. Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Eşref Bitlis
cinayetleri de 93’lerin aynı karanlık komplolarındandı.
Kürt halkına yönelik tarihin en zalim uygulamaları
yaşanıyorken, zalim eller sadece bununla yetinmiyor, görünürde mezhepsel
provokatif cinayetler ile halklar, farklı değer ve hassasiyetleri üzerinden de
kamplaştırılmaya, karşı karşıya getirilmeye çalışılıyordu.
Bu şekilde halklar ayrıştırılarak her biri
diğerinin acısına uzak, bigane, duyarsız kaldı ve haklarını aramada kendi
başlarına bırakılmaları ile sistem en büyük başarısını elde etmiş oldu. Zira
yıllardır Kürtler zulüm görüyorken Kürt olmayan halklar sistemin diline kurban
edildiler ve gerçekleri öğrenemediler.
Aleviler alevlerde yakılıyorken, Sünni ve muhafazakâr
çevreler inanılmaz bir duyarsızlıkla ekranlarda seyretmeyi yeğlediler.
Başörtülüler en tabi haklarından mahrum bırakılıp,
yıllarca okul önleri ve meydanlarda direniş ortaya koyduklarında hatta
hapislere doldurulduğunda sol çevreler bu hakikatlere uzak kaldılar. Elbette
bütün bu örneklerin istisnaları var. Her bir çevrenin bir diğerinin acısına,
hassasiyetlerine duyarsız kalmalarını haklı gösterecek sebepleri de vardı. Zira
ne ilginçtir ki hepsi de sistemin bir şekilde mağduru olmalarına rağmen,
birbirlerine karşı ön yargı ve düşmanlıklarını yine sistemin kendilerine
ilettiği, bildirdiği ve gösterdikleri üzerinden besliyorlardı.
2 Temmuz’da Sivas Madımak Oteli’nde toplumun
entelektüel Alevi olan şahsiyetlerinin katledilmesine karşın hemen ardından
Sünni ve köylü insanlara karşı yapılan katliamın da aynı ellerin başlattığı bir
senaryonun devamı olduğu son derece açıktır.
Acılarımızı hatırlamak istemesek de gerçekler ve
hakikat ile yüzleşmek zorunda olduğumuz bir süreç içindeyiz.
Madımak katliamının iki gün sonrasında gerçekleşen
Başbağlar katliamı, olayın hemen spontane gelişen bir olay olmadığını
göstermektedir. Aylar öncesinden planlı ve hazırlık olduğu görülmektedir.
Katliam sonrasında 214 ev, okul, cami, halkevi yakılmıştır. Geride tam
yıkılmamış durumda olan bazı ev ve lojmanlar da devlet yetkilileri tarafından
dozerlerle yıktırılmıştır ve pek çok şaibeli olayda olduğu gibi geride ipucu
olabilecek işaretler yok edilmiştir.
93’lerin o karanlık yıllarının en belirgin
komplolarından biri olarak Madımak ve Başbağlar ile halklar arasında telafisi
zor yaralar açılması hedeflenmiştir. Madımak’ta milliyetçi, muhafazakâr
kalkışma görselliğindeki bir katliama karşılık, Başbağlar’da Alevi ve sol
refleks ile yaşatılan dramın hedefi gayet açıktır oysa. Sözler, sloganlar ve
katliamlar sonrasında olay yerine bırakılan bildiri metinleri bile aynı
kalemden, aynı merkezden çıkmış gibidir.
Arif Sağ’ın İş Bankası Kültür yayınlarından çıkan
‘Muhalif Bağlama’ kitabındaki açıklamaları çok çarpıcıdır.
Sonuç olarak, Sivas olaylarının tarafsız insanlar
tarafından yeni baştan incelenmesi gerekiyor. Mesela o günlerde
televizyonlardan izlediniz, gazetelerden okudunuz. Üniformalı biri geliyor,
arabasından iniyor, orada kalabalığın içinde kareli gömlekli bir herif var,
oteli yakan; geliyor onunla öpüşüyor, arabasına binip gidiyor, bu üniformalı.
Nedense olaya hiç müdahale etmiyor.
Madımak’ta alevlere mahkûm edilerek katledilen
Alevi aydınları da, Başbağlar’da kurşuna dizilen masum dindar köylüler de bu
toplumun vicdan aynası olabilmelidir.
Muhafazakâr milliyetçi çevrelerin Madımak ile
yüzleşmeleri gerektiği gibi, sol ve Alevi çevrelerin de Başbağlar ile
yüzleşmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde hakikate şahitlik yapabiliriz.
Hakikate şahitlik yapabildiğimiz kadar barış daha yakınımızda olacaktır...