Genel din algısı ve din adamlığı - Ruhbaniyet ile ilgili ve öze dönüş gibi pek çok hayati konularda canı pahasına da olsa doğru olduğuna inandığı söylem, duruş ve hizmetlerinden, asla taviz vermediği gibi ‘kadın’ konusunda da vahyin ışığını çağımıza taşıyan öncülerden olmuştur.
Onu her andığımda ve hatırladığımda hep mahzun ve
yalnızlıklar içinde çırpınışı gözümde canlanıyor. Kendisi ‘İslam da Kadın’
‘Çağımızın Müslüman Kadından Beklentisi’ üzerine dersler yapadururken ve yine
çağımızda en fazla istismar ve tahrif edilen meselelerinden olan ‘kadının
rolleri’ üzerine kanaatini belirtip, eserler ortaya koyarken, kendisine en
yakın kadınlar tarafından ne kadar anlaşılabiliyordu?
En sıradan bir bakışla bunun sıkıntısını
yaşadığını ve yalnızlıklar içinde olduğunu görebiliyoruz.
Şeriati, yobaz ve bağnazlaştırılan dindarlığı
eleştirirken, ‘Ali Şia’sı, Safevi Şia’sını anlatmaya çalışırken, ‘Şia’
otoriteleri tarafından, Ali’yi,
Hüseyin’i, Ebuzer’i anlatmaya çalışırken de Sünniler tarafından, resmi ya da
sivil statükolara meydan okuduğu ve doğru bildiğini, inandığını paylaşıp,
susmadığı için de egemenler tarafından sürekli ötekileştirilmiş,
yalnızlaştırılmış, cezalandırılmış, özgürlüğü elinden alınmış ve sürgünler
yaşamıştır.
20. yüz yılda İslam dünyasında işgaller ve
emperyalist kuşatmalar karsısında hemen her kıtadan ilmi, siyasi ve direniş
alanlarında halk öncüleri çıkmıştır.
Hasan El Benna, Seyyid Kutup gibi isimler Arap
halklarının gönlünden, yeryüzü Müslüman’larına bir direniş destanını da
öğretmişlerdir.
Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Mevdudi,
Muhammed İkbal, Mehmet Akif, Aliya İzzetbogoviç, Malcom X, Abdullah Harun, Ömer
Muhtar gibi nice şahsiyetler ve halk önderleri, ümmetin uyanmasında merkez güç
oldular.
İran coğrafyasında da Şah’ın zulüm yönetimine karşı
ilmi veya siyasi, her alanda, direnişin öncüsü olan pek çok şahsiyet, toplumsal
roller üstlenmişlerdi.
Nevvab Safevi gibi isimler ile beraber Mutahhari,
Beheşti, Burucerdi, ve İmam Humeyni gibi Medrese- Molla geleneğinden gelenlerin
yanında, Mustafa Çamran ve Ali Şeriati’nin de içinde de bulunduğu entelektüel
şahsiyetler hemen ilk dikkati çekenlerden.
Takdire şayan tüm mücadele ve direnişlerine rağmen
ve İmam Humeyni’nin haricinde kadın konusunda ki yaklaşımları ve pratığine
hayran kalınan çağdaş bir şahsiyet maalesef parmak sayısı kadar.
Bunlardan biri de Ali Şeraiti. Onun kadın
konusunda ki yaklaşımı bugün bile hala tam olarak algılanabilir ve kabul
edilebilir durumda değildir maalesef.
Ali Şeriati doğuyu tanımasının yanında, batıya
olan aşinalığı ile kendine özgü, özgün bir özgürlük sevdası ile dikkatleri
üzerine çekiyordu.
Çağdaş bir Ebuzer idi diyebiliriz Şeriati’ye.
Zaten haksızların egemen olduğunda, doğruyu haykıranların kaderi değil midir
bir parça Ebuzer olmak? Yalnız kalmak, dışlanmak, anlaşılamamak ve
anlaşılmasına engel olunmak. Sürgünler ve hücreler. Küsmeye bile fırsatınız
olamadan, içinizdeki ve uzağınızda ki değersizliklerle mücadele etmek. Doğu’nun
ve batı’nın anlam ve erdemlerinden uzaklaştırılmış insanlarına ışığı, hakk’ı,
güzelliği ve aşkı ulaştırmaya çalışmak için mahrumiyetlere, yalnızlıklara
katlanmak.
Ali Şeriati ‘Çağımızın Müslüman Kadından
Beklentisi’ adlı çalışmasında şöyle ifade eder.
‘Kadın hakları ve kadının şahsiyetinden söz etmek,
İslam’ın kadın hakkındaki görüşünü ortaya koymak ve bunu kabul etmek başka
mesele, o görüşle amel etmek, İslami olduğuna inandığımız değerlere göre
hareket etmek, yani İslami görüşü pratize etmemiz ve inandığımız hakları sosyal
düzenimize ve yaşamımıza tatbik etmemiz ise başka bir meseledir.
Fakat genellikle bizler teoriyle iktifa ediyoruz.
İslam’da yaşam, toplum, sosyal ilişkiler, kadın hakları, çocuk ve aile
haklarının ne olduğunu bilen, fakat pratikte köhne, gayr-i islami geleneklere
tabi olan, hatta yaşamını, İslami değerlere göre değiştirme cesaretini bile
gösteremeyen kimseler çoktur’ diyerek
yüz yıllardır vahiyden kopuk bir anlayış ile kadını mahkum eden dindarlığa en
cesur, en tarihi özeleştiriyi yapmıştır.
O’ndan nice yıllar sonrasında bile, batı ile daha
içli dışlı olan Türkiye’de, nice akademik kariyere sahip, Dünya’nın sayılı
İslami Üniversite’lerinde yetişmiş ve din adamı olarak ehliyetli mevkide
olmalarına rağmen, ‘Kadın’ konusunda vahyi, yüz yıllarca tahrif etmiş, Emevi
din algısına, zihniyeti ile, hayatın içinde, Vahiy pratiğini gerçekleştirememişlerdir.
Şeriati’nin yukarıda belirttiği gibi onlar hangi
ilmi seviyede olurlarsa olsunlar pratikleri ve tarzları, milli geleneklerinin
ve nakli din anlayışlarının önüne geçememektedir. Dışarıda Üniversitelerde ders
veren nice ilim erbabı adamlarımızın özel yaşamlarında, evlerinin içinde,
öğrendikleri vahiy pratiğe geçememektedir.
Bir kısmı kürsülerde ekranlarda kadın haklarını
anlatırlarken, kendilerinin yakını olan kadınlar, bu imtiyazların kapsama
alanının dışındadırlar.
Bir kısmı da zaten tam manası ile erkekleştirilmiş
İsrailoğullarının din algısı ile, her fırsatta kadını şeytanlaştırmakta ve
erkeğin hata yapmasında, günaha girmesinde tek sorumlu kadını görmektedirler.
Böyle bir din ve kadın algısına sahip olan ve din
adına, konuşma ehliyetinin sadece kendilerinde olduğunu savunan, ümmetin içinde
Molla /İlahıyat geleneğinden gelmeyen Ali Şeriati, elbette kabul görmeyecek ve
ötekileştirilecektir.
Tarih boyunca bütün insanları cinsiyet, etnik vd.
farklılıkları ile ötekileştirmeden eşit gören elçiler, statüko sahipleri ve
egemenler tarafından nasıl dışlandılar ve taşlandılarsa, Şeriati’ye yapılanı da
bu minvalde anlamak mümkün.
Şeriati, Batı kaynaklı özgürlük hareketlerinin
hedefinde olan, Müslüman kadının, bu saldırılar karşısında nasıl bir yol
bulacağı noktasında kendi iç dinamik ve değerlerimizin zenginliğine dikkat
çekmiştir.
“İlke ve temellerinden bir modern kadının yaşam
biçimi olan batı düşüncesi ve kültürünün saldırısı karşısında, doğu
toplumlarına direniş bahşedebilecek büyük etkenlerden biri, zengin bir kültür,
güzellik, iyilik, deneyim, değer ve inanca ve aynı şekilde ileri insani
haklara, özellikle din ve tarihte kemale ermiş çok yüce simalara sahip
olmaktır.
Ne mutlu ki bu hususta müminler hayli
zengindirler. İslami toplumların yeni kuşağında bilinçli bir direniş meydana
getirmek için, en büyük araç, en mümtaz çehrelere, islam dini ve tarihimizde
zinde, örnek ve yüce şahsiyetlere sahip olmaktır. Eğer bu simalar tam manasıyla
tanınırsa; tam anlamıyla tasvir edilir ve anlatılırsa, dürüst ve bilinçli,
bilimsel ve yeni bir görüşle yeniden tanıtılır ve tanınırlarsa, onların
hatırası diriltilir, şahsiyet ve misyonları tekrar ortaya konursa, yeni kuşak
şunu hissedecektir ki; köhne geleneklerden kurtulmak, sapmış ve gerici
geleneklerden kurtulmak ve bu gün kadının kurtulması için batının modernizm
adıyla yaptığı sapık çağrılara, olumlu cevap vermeye gerek yoktur.
Bu gün problemlerimizi halletmek, zamanımızın
suallerine cevap vermek şu anda sahip olduğumuz düşünsel kapışma ve mücadeleler
ve şimdi hissettiğimiz gereksinimler için bu değer ve dersleri nasıl
anlayabilir, nasıl gerçekleştirebilir ve onlardan nasıl yararlanabiliriz?
İşimizin asıl hedefi budur. Dolayısıyla çabalarımız bu noktada yoğunlaşmalıdır.
Sorun nasıl anlamak sorunudur.”
Kadını din adına yok sayan geleneksel algı ile
mücadele ederken batının kucağına düşmeye karşı uyarır ve tanıştırılmadığımız,
tanıyamadığımız tarihsel veya kültürel dinamiklerimizin zaten içinde bulunan
zengin örneklerimizle tanışmamıza işaret eder.
Günümüzün en büyük handikaplarından olan asli
modellerimizden uzak kalma sorunumuzu hala ne kadar aşabildik?
Kadınlarımızın ve gençliğimizin karşı karşıya
olduğu küresel ve kültürel emperyalizm ve bağnaz saldırılar karşısında hala
savunmasız ve çaresizlik manzarasını görünce günümüzün Ali Şeriati’lerine nasıl
da ihtiyacımız var.
‘II.Dünya savaşından sonra kadın sorunu Batıda çok
hassas bir mesele olarak gündeme geldi. Bunun sebeplerinden birisi bizzat dünya
savaşıdır. Çünkü ikinci dünya savaşı aile bağlarını tamamen yıkmıştır. Fakat
bundan evvel, Kilisenin din adına savundukları ve her zaman dinin bekçilik
ettiği üsleri, kadının manevi, sosyal ve insani değer, hak ve şahsiyetini yok
etmiştir.
Evet kilise bunları din namına savunmuştur.
Rönesasns’tan burjuvazinin devriminden sonra bireysel özgürlük kültürü olan
Kiliseye karşı bir zafer kazandı. Burjuvazinin hamle yapması neticesinde
kilisenin hukuki ahlaki, bilimsel, ruhi ve bilimsel egemenliği ve beraberinde
din de yok oldu. Ve ansızın cinsel özgürlük meselesi gündeme geldi. Bu cinsel
özgürlük şiarıyla kadın; bütün yoksunlukların, insanlık dışı kayıt ve
sınırlamaların yok olup gittiğini görünce onu şiddetle kabul etti.
Bilim, Kilisenin hizmetinde olan ortaçağlardan
sonra bugünün iddiasının tersine özgürleşmedi. Kilisenin kaydından kurtuldu ve
burjuvazinin kaydıyla gelişerek bugünün egemeni durumuna geldi. Eğer bilim
adına ahlaki değerlere muhalefet edildiğini görüyorsak bu görülen bilimin
muhalefeti değildir. Bu, bilim putu içerisinde, altın dana kıyafeti içerisinde
bağıran kuyumcu burjuvazinin Samiri ilmidir’ diyerek, insani fakat daha çok
kadını yok sayan Ortaçağ Kilise eleştirisi yaparken dünyayı ve yine kadını da
bugünkü anlamda bir anlamsızlığa mahkum eden Rönesans sonrası oluşan
Burjuvanın, Bilimsellik iddiasına sahip olanların maskesini indirmektedir.
Ali Şeraiti, dincilikten kurtulmak için kiliseden-
dinden kaçarak, bilimselliği din dışı olmakla özdeşleştiren batının, içine
düştüğü paradoksu, ustalıkla ve en kompleksiz bir üslup ile ortaya koymaktadır.
Hüda Kaya
https://twitter.com/HudaKaya
huda.kaya777@gmail.com