Dindarların ‘İfade Özgürlüğü’
Özellikle son yıllarda, siyasal rengin ve gücün de
etkisi ile insanlarımız arasında, birbirlerini ötekileştirmek ve dinlememekten
kaynaklanan anlamama ve empati eksikliğinin en hoyratça yaşandığı günlerdeyiz.
Maalesef bu vahim problem en çok da aynı inandığımız
–belki de aynı mahallede olduğumuzda daha çok karşılaşıyoruzdur- kendi
insanlarımız bildiklerimizden gelince daha bir acıtıyor içimizi.
Müsamahasızlık, saygısızlık, hiç böylesine
pervasızca olmamıştı.
Cuntaların, insanları baskı ve tek tipleştirmelerine
karşı çıkarken, aynı inançtan olduğumuzu düşündüğümüz insanlarda bile meğer
şimdiye kadar pek de görülmeyen, bilinmeyen, bilinçaltlarında ki otoriter, tek
tipçi ve saltanatçı damarları iyice aşikarlaşmakta…
Önceden yazmış olduğum bir ‘Hz. Muhammed’in mesajında
‘İfade Özgürlüğü’ algımız’ konulu makalemi, bugünlerin atmosferine binaen
burada tekrar yer veriyorum.
Hz. Muhammed’in mesajında ‘İfade Özgürlüğü’
algımız “Uzun yıllardır, İslam’ın son
derece hoşgörülü ve özgürlükçü bir din olduğu fakat İslam’a muhalefet
edenlerin, düşmanlarımızın(!), yasakçı,
despot, özgürlükleri kısıtlayanlar olduğu yazılır çizilirdi.
Hz. Peygamber’in arkadaşları ile en çok istişare
eden profilinin yanında, hemen ardından atamalar ile gelen yönetimler,
iktidarın saltanata dönüşmesi, henüz Resulullah’ın dizinin dibinde
yetişenlerinde içinde olduğu zulüm yönetiminin orduları tarafından, adalet
seslerinin susturulması, yaşanan Kerbela ve sonrasında yüz yıllarca devam eden
tahammülsüzlük örnekleri, kendi durduğumuz yeri daha iyi tahlil etmemizi
gerektiriyordu.
Öyle ki bugün Müslümanlar, batı menşeli,
Peygamber’in aleyhinde yapılan film ve karikatürlere tepkilerini
gösterebilmelerinin yanında, bir zamanlar hem de defalarca Kabe’nin saldırıya
uğraması –bombalanması- sahabe eşleri ve kızları da dahil kadınların esir
alınıp, tecavüz edilmeleri, tarihsel düşman olarak bilinen haçlılar tarafından
değil, Müslümanların, İslam’ın temsilcileri olarak bildiği yönetimler
tarafından gerçekleştirilmişti.
Bu anlayış, bu zihniyet ve tahammülsüzlük, İslam
tarihi içinde güçlü bir damar olarak devam etmiş ve maalesef bugün de
hayatiyetini sürdürmektedir.
Bu dönemlerin ve iktidarların varlığı sonucu
ortaya çıkan fıkıh ise insanların özgür düşünme ve ifade hakkını kısıtlamış,
ibadetler bile Allah için olmaktan çıkmış, devletin zorbalığı altında kontrol
edilir hale gelmiştir.
Malum süreçler içinde oluşan devlet fıkhı ve
içtihatları ile insanlar namaz kılmadıkları, mürted oldukları, kutsallara
hakaret ettikleri gibi gerekçelerle, ölüm kararları meşrulaştırılabilmişti.
İnsanların akletmeleri, düşünmeleri ve ifade
özgürlükleri, din adına bastırılmış ama yine din adına insanların hayatları
şekil ve ritüeller ile dizayn edilmiştir. Bugün hala Mekke ve Medine’de
insanlar namaz saatlerinde devletin zorunlu ibadet terbiyesine maruz
kalmaktadırlar.
Albert Camus
"Şayet insan, adaletle hürriyeti bir araya getirmekte başarısızsa o
her şeyde başarısızdır" derken, günümüz durumu ne de güzel tasvir
etmiştir.
Dolayısı ile İnsanın kendisini özgürce ifade
edememesi sonucu ortaya çıkan, silik, ikiyüzlü ve başarısız ümmet tablosu
kaçınılmaz olacaktı.
Allah insanların özgürce düşünmesini ve
kendilerini ifade etmesini ister Vahye dönüp baktığımız da Allah’ın, insanları
ne çok düşünce ve ifade özgürlüğü ile muhatap aldığını görüyoruz. Israrla
insanların ‘akletmesini, düşünmesini’ vurgular ve tahrik eder. Kendilerini
özgürce ifade etmeleri için meydan okur. ‘Düşünceye karşı düşünce, ifadeye
karşı ifade getirin görelim’ der.
“O kullar ki, sözün tamamını dinlerler ve en
güzeline uyarlar: İşte Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır
ve işte onlar, akletme yetilerini kamil manada kullananlardır.” (Zümer 39/18)
“Sözünüzde
doğru iseniz delillerinizi getiriniz.” Demektedir.(Bakara 2/111; Enbiya 21/24;
Neml 27/64;
"Deki: "Hak Rabbindendir. Dileyen
inansın dileyen inkar etsin. " (Kehf 18/29).
"Biz
insana yolu gösterdik ister şükreder, ister küfreder." (İnsan 76/3).
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış,
birbirinden ayrılmıştır: O halde, şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı)
reddedenler ve Allah’a inanalar, hiç bir zaman kopmayacak en sağlam mesnede
tutunmuşlardır.” (Bakara 2 /256)
“De ki: O Kur’an, Rabb’inizden gelen bir haktır.
Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. ”(Kehf 18/ 29)
Allah, vahiy çağrısına en şiddetli muhalefet
edenlere karşı, özgürce kendilerini bu üslup ile ifade etmeye davet ederek
terbiye etmek isterken, Müslümanların birbirlerine bile olan tahammülsüzlük,
şiddet ve zulümlerinin vahiy ile ne kadar da tezat içinde olduğunu görmemek
mümkün mü?
"Yoksa Kur`an`a uydurma mı diyorlar? De ki,
uydurulmuş on sure getirin, eğer gücünüz yetiyorsa, davanızda doğru iseniz,
Allah`tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın." (Hud 11/ 13)
“Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın.
Dayatan bir zorba değilsin.” (Ğaşiye; 88/21-22)
“Kur`an,
farklı ve aykırı inançlara, düşüncelere bizzat kendisi ses oluyor. Şöyle ki,
farklı inançta ve fikirde olanlar, kendi inançlarını ve düşüncelerini nasıl
ifade ediyorlarsa, onları aynen "şöyle diyorlar, onlar şöyle inanıyor
...." gibi ifadelerle tekrarlıyor. Dahası onların açıklamadıkları,
içlerinde gizli tuttukları fikirleri bile Kur`an açıkça "şöyle diyorlar,
şöyle düşünüyorlar ..." şeklinde söyleyiveriyor. Buradan anlaşılıyor ki
Kur`an, her türlü inancı ve fikri, söyleme, ifade etme hürriyetini herkes için
uyguluyor.
Kur`an, sadece muarızlarının farklı ve aykırı
inanç ve düşüncelerini söylemekle kalmıyor, onları eleştiriyor. Prof. Dr.
İsmail Yakıt şöyle açıklamış: "Onlara de ki, şöyle cevap ver, de ...
vs." ifadelerle alternatif inanç ve düşünceyi teklif ediyor. Bunun için
muhatapların muhakemesini zorluyor. Onları düşünce ve araştırma zeminine
çekiyor. Doğruyu öyle bulmalarını istiyor ve hatta o şekilde hareket ederlerse
o zaman Tanrı’nın tebliğ ettiği ilkenin doğruluğunu göreceklerini beyan ediyor.
Bu açıdan Kur`an, doğrusuyla eğrisi, hak ve batıl oluşlarıyla inançları,
fikirleri ve yolları gösteriyor. Bunlar arasında tercih etme yetkisi ve özgürlüğünü
insana bırakıyor.” Prof. Dr. İsmail Yakıt
Nice mazlum Müslüman topluluklar, geçmişte olduğu
gibi günümüzde de mazlumiyetten kurtulup en ufak bir güce eriştiklerinde aynı
baskıcı, yasakçı uygulamaları kendileri de yapmaktan geri kalmamaktadırlar.
İslam dünyasında mazlum halklara sahip çıkma adına kendileri gibi düşünmeyen
diğer insanlara yaşatılan vahşetler, takınılan tutumlar ortadadır.
Ali Fuat Başgil ‘İfade özgürlüğü ’nü "Kişinin
benimsediği dinin veya siyasi, felsefi veya iktisadi bir doktrinin akide veya
esaslarına serbestçe inanma ve bunları hiçbir korku ve endişeye düşmeksizin
açıklama hakkıdır” diye tarif etmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi`nin IV. Maddesi
şöyledir: "Hürriyet başkalarını rahatsız etmeyecek her şeyi
yapabilmektir".
Yaşlanan dünyamızda adalete, özgürlüğe, barışa
hasret kalan yeryüzü insanlarına; baskıcı, tahammülsüz, zorba örneklikler ile
Müslümanlar ne verebilir?
Bugünün hapishanelerinde okuyan, yazan, çizen
binlerce insanın bulunduğunu düşündüğüm de Hz. Ali’ye yapılan suikastı
hatırlamamak mümkün değil ki o Hz. Ali kendisine suikast hazırlığı haber
verildiği halde ‘eyleme geçmeden cezalandırmama’ gibi muhteşem bir içtihadı
ortaya koymuştu.
Çağdaş hukuk ve siyaset adamlarımızın, hatta ilim
ehli de dahil böyle bir içtihadın neresinde veya ne kadar da gerisinde
olduğunu, sayısız örneklikler ile ortaya koymak mümkün.
Hâlbuki ‘Sözün güzeline tabi olmak’ , ifade
özgürlüğünün en ideal kıstasını bizlere belirtmektedir. “
Hüda Kaya
huda.kaya777@gmail.com