25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Dayanışma Günü
münasebeti ile farklı pek çok konuyu tartışabilme gündemleri oluştu. Bunların
en tepki toplayanı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma oldu.
Anneleri ayrıştırmak
‘Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş, annelik
makamı. Anneye bir makam daha vermiş. Cenneti ayakları altına sermiş. Annenin
ayağının altı öpülür. Ben anacığımın ayağının altını öperdim.’
‘Annelerin ayaklarının altının altındaki cennet’
mevzusu apayrı bir yazı konusu. Fakat bir anneyi öperken, yüreğini yaktığın bir
diğer anayı meydanlarda yuhlatmayı, anne kutsallığında, dinde ve vicdanda bir
yere koyamıyorum.
‘1994 yılında belediye başkanlığı seçimlerine
hazırlanırken, hanım kardeşlerimizi siyasete teşvik edici oldum. O seçimlerde
beni de gerçekten hiç yalnız bırakmadılar. Kapı kapı dolaştılar. 13 yıllık
genel başkanlık sürecinde, başbakanlık sürecinde kadınların siyasete girmesi
siyaset yapması siyasi alanda da varlık göstermesi için mücadele verdim. Hanım
kardeşlerimizle birlikte verdiğimiz mücadelenin Türkiye’yi 1994 yılına göre çok
farklı bir yere taşıdığını bugün görüyorum.’
Cumhurbaşkanı kadınların kendisi için kapı kapı
dolaşıp oy toplamasını kadınlara bir lütuf bir özgürlük bahşetmiş gibi
söylüyor. Kadınların eşitliğinde samimi olan bütün siyasetçiler bulundukları
konumda eşbaşkanlığı hayata geçirebiliyorlar mı? Makamını, yetkisini bir kadın
eşbaşkan ile paylaşabiliyor mu? Buna bakmak lazım.
...
Fıtrat eş-liktir-eşitliktir.
Fıtri farklılıklar zenginliktir. Yaşamı yaşanır
kılar. Fıtri farklılıklar olmadan yaşam olamazdı.
Fıtri farklılar olmasaydı değersizleşirdi hayat.
Yaşamın manası, zenginliği, renkliliği bu farklılıklar içindedir. Sadece kadın
ve erkek için değildir bu nokta.
Artı ve eksi, gece ve gündüz, doğru ve yanlış,
dişi ve erkek, beyaz ve siyah gibi tüm varlık, çift olma esası üzerine var
olmuştur.
Dini bir perspektif ile bakarsak bu durum sadece
tek olanın ‘Yaratıcı- Tanrı’ olduğu ve onun yarattığı tüm varlığın çiftlerden
meydana geldiği olarak yorumlanabilir.
Bu farklılıklar ile, nasıl ki bir Türk, bir
Kürt’ten üstündür, bir Kürt, bir Ermeni’den üstündür diyemeyeceğimiz gibi,
kadın ve erkeğin farklılığı da birbirlerine karşı bir üstünlük değildir.
Dolayısıyla sadece bu farklılıklar üzerinden hem muhafazakar hem seküler bütün
çevrelerin ‘Vayy bu farklılık, eşitlik değilmiş’ gibi kıyametin koparılacağı
bir husus değildir.
‘İş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara
tabi tutamazsınız. Bir anneyi, örneğin çocuğu emzirmek zorunda olan bir anneyi
bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz.
Kadınları, erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde
geçmişte olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey.
Onun narin yapısına ters düşer derken fıtri ve fiziksel ihtiyaçlar üzerinden
kadın ve erkeğin eşit olmadığı gibi bir noktaya nasıl gelebiliyor?
Bir ceviz ve kayısı ağacının bile yetişirken fıtri
ihtiyacının farklı olması onların eşitsizliği demek değilken bu farklılıkları
ayırıştırıcı ve aşağılıcı bir gözlemle ele almak egemenci bir din anlayışının
tezahürüdür. Kadının fıtri olan ihtiyaçları onun sosyal, toplumsal geri
çekilişine sebep değildir. Sosyal devlet olana kadının bütün bu ihtiyaçlarının
karşılanacağı şartları, ortamları hazırlamak, hayatını kolaylaştırmak düşer.
Her birimizin bir çift ayağı vardır. Biri sağ,
diğeri sol ayağımızdır. Nasıl ki bu farklı oluşları birinin diğerinden üstün
olması demek değilse, bu kadar net ve açıktır.
Kutsal metinlerde bu farklılar açıkça ortadayken,
muhafazakar veya erkek egemenci çevreler bu farklılıkları hem cinsiyetçi
eşitsizlik hem de etnik ayırımcılık konularında son derece ayrıştırıcı, aşağılıyıcı,
üsttenci bir dil olarak kullanmışlardır ve böyle bir din geleneği
oluşturulmuştur maalesef...