• Ana Sayfa
  • »
  • Ali Şeriati ve Kadın Üzerine (2)

Ali Şeriati ve Kadın Üzerine (2)

Ali Şeriati’nin şu sözleri ne kadar da Mehmet Akif’i hatırlatır bizlere. ‘Ne mezarlıklarda okumak, ne de Fal bakmak için’ dediği gibi yüz yılların geleneksel nakilcilik ile gelen din ve Kur’an algısına en muhteşem -öz- eleştiriyi yaparlar.

 

“Bu kitap, "dostunun cehaleti" ve "düşmanının hilesiyle" yaprakları açıldığı günden beri, yaprakları masraflı olmaya başladı. "Metni" terk edilip "cildi" revaç bulduğundan beri adı "okumak" anlamına gelen bu kitap, okunmaz oldu.

 

Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü. Toplumsal, ruhsal ve düşünsel mesele ve dertlerin cevabı bu kitapta aranmadığından beri, onda soğuk algınlığı, romatizma türünden bedensel hastalıkların şifası aranır oldu.

 

Uyanıkken terkedip, yatarken başlarının üstüne asarak uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklardan duyulmaktadır.”

 

II. Dünya savaşı sonrası kıta halklarının yaşadığı travmayı bastırmak, insanların kendilerini unutması, acılarından uzaklaşması için batı kendince bazı yollar bulmuştu ve bunları emperyal menfeatleri için en acımasız şekillerde uygularken hedef yine kadınlar olmuştur.

 

Şeriati buna da dikkat çeker.   

“1-Sertlik ve şiddet    

2- Seks (Cinsellik)  

Bunlar hep savaşın hediyesidir. Bir kaç rejisör ve piyes yazarı bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan filmlerden yardım aldılar. Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının hem de doğunun kurban olması gerekir.”

 

Şeriati’nin şu cümleleri tam da bugünleri anlatıyor gibidir.

 

“…hisli ve şefkatli olan bu genç neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç muteberdir; İster ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın, sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın.”

 

“…Eğer kadının insani ve İslami haklarını verirseniz; onu bu hücuma en iyi direniş gücü olması için en güzel unsur yapmışsınız demektir. İslami emir ve yasalar her alanda, İslam ile ilgisi olmayan kavmi adet olan ve eski tarihi töreden ibaret olan geleneksel maddelerle karışmıştır. Hem dinin yerine eski gelenekleri savunan, hem de geleneklerle mücadele eden kimseler, aynı zamanda İslam’ın canlı değerleriyle de savaşıyor.

 

İki taraf da, ne modern ileri aydın ve ne de gelenekçi, eski dindar aydın, hiç biri gelenekten ayıramıyor. Niçin bu ikisini birbirinden ayırmak gerektiğini söylüyorum? Çünkü biz Müslümanız ve şu ilkeye inanıyoruz: İslami hak ve yasalar fıtrattan kaynaklanan yasalardır. Dolayısıyla bu genel yaratılış yasasına dayanan yasalar da eskiyecek değildir. Bundan dolayı bu değerler eskimezler.

 

Fakat sosyal gelenekler, üretim ve tüketim sisteminden, sosyal sistemin yeni kültürel düzeninden doğmuşlardır. Bu sistem bir zaman gelir, değişir, dönüşüme uğrar, eskir, alçalır, menfi olur veya ilerleme ve gelişmeye engel olur. Eğer aydın, ileri, isyancı ve hatta fitneci görüşler; karşısında cahili, kavmi, ırki ve kalıtımsal geleneklerden uzak halis İslami değerler sunulursa, herkesten daha çok ve daha çabuk onlar O`nun karşısında boyun eğer ve teslim olurlar.

 

Dini değerler gerçekten diridirler. İslam diridir dediğimiz zaman, hem fikir ve inançları, hem yasaları ve sosyal ilkeleri, hem yönü ve hem de gösterilen ve ortaya konan örnek insanlar bakımından diri olduğunu söylemek istiyoruz. Zinde olmak demek, her soy, her kuşak, her dönem ve her yerdeki beşeriyet yolu için etkili olmak, çözüm yolu göstermek, yönlendirmek, yani yol işaretleri demektir. Fakat maalesef gelenek ile dini karıştırmışsınız. O halde davranışlardan hangisinin bölgesel bir gelenek olduğunu, hangisinin bize has bir gelenek olduğunu birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü başka bir İslam topluluğuna gittiğimizde bu ilişki ve davranışların başka türlü geliştiğini görürüz. İslam’da ve peygamber zamanında davranış ve hareket tarzı öyle insanidir ki, bizim için son derece hayretamizdir.”

 

Çağımız kadınları; bu satırlarda belirtildiği gibi vahiyden kopartılan ve sadece nakil ile saptırılan dinsel zihniyet ve katı gelenek arasında tarihin en dramatik süreçlerinden birini yaşamaktadır.

 

Kadınlar bugün varlıklarını koruyabilme mücadelesini yapmak zorunda kalmışlardır.

Batı’da kadınların yaşadığı dramlar daha farklı iken doğu ve özellikle İslam inancına sahip toplumların içinde yaşamakta olan Ortadoğu kadınları, yaşadıkları sorunların sebebini, kadınların varlığını yok sayan, kadını eve kapamak isteyen, sosyal hayattan kopartan, bir günah ve kötülük sebebi olarak görülmesinin hep dinden kaynaklandığı düşüncesine savrulmuş ve İslamifobik bir mücadele ve hareketlere yönelmişlerdir.

 

“Bir grup kız Medine`ye geliyor ve Huneyn savaşına katılıyor. Henüz yeni ergenlik çağına ermiş 9,10 veya 11 yaşındaki kızlar on beş kişilik bir grup oluşturarak peygamberimizin huzuruna çıkıp şöyle diyorlar: "Biz, bu savaşa katılıp hemşirelik yapmamız için bizi de götürmeni istiyoruz ya rasulallah!" Rasulallah hepsini ata veya deveye bindiriyor ve bir hemşire grubu olarak savaşa götürüyor. Mescid-i Nebevi tüm sosyal faaliyetler için bir üstür. Onun her köşesi sosyal bir çalışma köşesidir. Bir köşesi Hz. Rukiyye’nin çadırıdır. Rukiyye öyle bir kadındır ki, peygamberin emriyle İslam’ın mabedi olan mescidinde resmi bir çadır kurmuştur. Orada hastaları, savaş yaralılarını tedavi etmek ve yatırmakla görevlendiriliyor. Durum bu iken aydınları görüyoruz ki, dünyada hemşireliği ilk o icad etmiştir diye I.dünya savaşına katılan filan Amerikalı kadını göklere çıkarıyor. Diğer taraftan ise; sosyal görüş bakımından geleneksel olan bir başka kişiyi görüyoruz ki bu, işe temelinden her şeyiyle muhalefet ediyor ve yaptığı bu hareketin adını da din koyuyor. O dini bu şekilde telakki ediyor.”

 

Ali Şeriati problemin kaynağına dikkat çektikten sonra çözüm olması gereken modellere işaret eder.

 

Tahmin edeceğimiz gibi rol modeller ‘Fatıma ve Ali ailesidir’

 

“…Bu gün batıdan gelen şey, ne ilimdir, ne de medeniyettir. Ne özgürlüktür ne de insanlık, ne de kadına saygılıdır. Aksine burjuvazinin uyuşturduğu sapık ve alçak güçlerin adi hilelerine dayanmaktadır. İşte o kadın bu arada seçim yapmak istiyor. Neyi hangi tasviri seçmek istiyor? Ne gerici, gelenekçi kadın tasviri, ne de modern tahmili kadın tasviri. Aksine müslüman kadın tasviri istiyor. Varolan örnek şahsiyetlerin tamamı, bir ailede bulunmaktadır.”

 

Ali Şeriati’nin Hz. Fatıma için ifade ettiği söz aslında bir kadının kendisi olması olma halidir.

 

“Fatıma Hz. Muhammed`in kızıdır. Fatıma Hz. Ali`nin eşidir. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin`in annesidir. Tüm bunların hepsi gerçektir ve fakat hepsi de yanlıştır: Fatıma Fatıma`dır”

 

Her birimizin hayatın olmazsa olmazlarından olan rolleri vardır.

 

Eş, anne, abla, evlat, komşu, arkadaşızdır. Ama bizi biz yapan bu rollerimizden önce kendimiz olmamızdır.

 

Modernizm ve geleneğin yüklediği roller içinde kendini bilemeyen, kendini bulamayan kadına, kendine gel, kendini bul çağrısıdır aslında.

 

Geçtiğimiz günlerde Malatya Kitap Fuarında iken imza verdiğim standın bir tarafında sadece Ali Şeriati’ye ait eserler bulunuyordu.  Beş gün boyunca sabahtan akşamlara kadar her kesimden insanın, gencin ve her statüden ve giyimden olan kadınların hala ona nasıl rağbet ettiklerini görünce ‘Ali Şeriati ölmemiş, yaşıyor’ dedim.

 

Ali Şeriati gibi eserleri onlarca dile çevrilerek insanları, özellikle gençleri ve kadınları etkilemeye uyandırmaya devam eden çağdaş örneklerimizin var olması en büyük hazinemiz, önemli ve anlamlı değerlerimizdir.

 

İnsanların yönelişlerine ve onların ruhen dirilmelerine sebep oldukça, Ali Şeriati yaşamaya devam edecek.

 

‘Şeriati’ ismi özellikle kadınlar ve gençler için neden daha cazibeli olan isimlerdendir?

 

Onun eserlerinde, hayatında, derslerinde ve muhataplıklarında asla cinsiyet, statü ve yaş ayırımı göremezsiniz.

 

Dili; çağdaşı olan insanın en yalın bir sadelik içinde anlayacağı şekildedir ve şefkat içerir. Muhatabı insandır. Onu dinleyen ve okuyan her insan, kadın ve genç rahatlıkla kendine hitap edildiğini fark ederek ya da etmeyerek onu kuşatır.

Öncü şahsiyetleri tanımaya, başladığımda beni etkileyen en önemli özellikleri, düşünceleri ve inandıkları doğrular için hiç bir bedelden kaçınmamaları olmuştu. Ya da bedel ödemekten kaçmayanlar, beni en çok etkileyenler olmuştu. Hasan El Benna, Seyyid Kutup, Beheşti bunlardan bazıları idi.

 

Ali Şeriati’de beni sarıp sarmalayan özelliklerinden biri de inandığı ve savunduğu değerler uğruna gözünü kırpmadan bedel ödemekten kaçınmaması, bunun için her çeşit sıkıntı, sürgün, hapis, hücre ve tehditlere maruz kalması idi diyebilirim.

 

Uluslararası bir kadın konferansı için Tahran’da bulunduğumuzda ‘Evin’ hapishanesinde şimdiki adı ile ‘İbret Müzesinde’ kaldığı hücresi ve yıllarca ders verdiği Hüseyniye- i İrşad salonuna gideceğimizi öğrendiğimizde o sırada beraber olduğumuz Yıldız Ramazanoğlu ile gözlerimiz yaşararak, heyecanlandığımızı hatırlıyorum.

 

Şeriati; Fatıma Fatımadır, İnsanın Dört Zindanı, Dine Karşı Din, Ali Şiası Safevi Şiası, Muhammed’i Tanıyalım, İslam ve Sınıfsal Yapı, Öze Dönüş ve Hacc gibi geriye bıraktığı eserleri ile toplumsal inkılabi ve dönüşümü gerçekleştirmeye hala devam etmektedir.

 

Çağdaş alim ve yazarlar arasında, kadın konusunda birbirlerine yakın bir çizgide diyebileceğimiz Fazlurrahman, Carullah, Abduh ile kadını vahye göre yorumlayan Şeriati’yi de birlikte sayabiliriz.

 

Çağdaş gençler ve kadınların 21 yüzyılın hareketinin öznesi olmaları ile ilgili Şeriati’nin değerlendirmesi ise dikkat çekici ve ilginçtir.

 

“Çok hakir çok normal çok isimsiz bir insan olarak, yaşamak için mutlu olmak için sandviç yemek için televizyon seyretmek ve günün kadını olmak için yaratılmış gibi görünen bir kız, aniden beşer tarihinin en güzel en üstün en yiğit devrimci şahsiyetlerinin yanında yerini alabilir. Din böyle bir imkana, böyle bir yeteneğe sahiptir”.

 

Hüda KAYA

Diğer Yazıları
  • PAYLAŞ
  • İzlenme : 2418

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.