Son günlerde leb demeden leblebiyi anlarcasına, bir nefret, ayırımcılık ve ötekileştirmeyi tahrik eden, toplumda gerilimi yükselten söylem ve yazılar son hızla devam ediyor.
Z.D olayı son günlerin ortamı geren konuların
başında geliyor.
Elif Çakır, Z.D ile yaptığı görüşmesini yazması
ile beraber çok konuşulan gazetecilerden. Bu yazı üzerinden pek çok yorum ve
yazlar yazılmaya devam ediyor. Camiamızın en naif ağabeylerinden Ahmet
Taşgetiren de dahil bu korkunç olay hakkında tepkilerini ifade ediyorlar.
Elif Çakır’ın ‘Kadınlar küfrediyor, erkekler
vuruyordu’ yazısında belirttiği bazı noktalara olan çekincelerimi “Gezi ve
Başörtülü Kadınlara Saldırılar” yazımda belirtmeye çalışmıştım.
Bugün de yine bu olay paralelinde ki son yazısını
okuyunca derin bir üzüntü ve rahatsızlık hissettim.
Z.D üzerinden, her birimiz, sonuçlarını hesaba
katmadan, eteğimizdekileri dökercesine, pervasızca yazıyor konuşuyorduk sanki.
…
Muhafazakâr ya da, iktidar’a yakın diyebileceğimiz
medya, çok daha büyük bir sorumluluk ile kamuoyunu bilgilendirme, gerçekleri
iletme, aydınlatma noktasında daha bir hassasiyet göstermesi gerekirken,
maalesef sayısız örnekliğinde olduğu gibi son olaylarda da sınıfta kaldı.
Şayet Z.D’ye, Başbakan gündeminde yer vermeseydi,
Z.D batıda, İstanbul’da olmasa idi, partili ve siyasi konuma sahip bir aileye
mensup olmasaydı böylesine fark edilir, görülür ve yazılır mı idi?
Düşünün aynı gün Bingöl’de 16 yaşında ki bir
kızın, E.Ç’nin tecavüz davasında yargılanan beş Askeri uzmanın tahliye oluyordu
fakat bizim muhafazakâr medya ve yazarlarımız nezdinde görülür ve yazılır bir
değeri göze çarpmıyordu.
Daha öncede Mardin’de çoğu kamu görevlisi 26
kişinin tecavüzüne maruz kalan N.Ç davasının da görülmeyip, yazmaya değer
bulunmaması gibi.
Yine yürekleri evlat acısı ile yanan Roboski’li
annelerin ve katledilen çocukların dramı görülmeden, yazmadan vicdanlar rahatlatılıp
sahiplenilmediği gibi.
Pozantı v.d yerlerde pek çocukların başına
gelenler gibi.
Bütün bu kadınların ve çocukların
mağduriyetlerinin göz ardı edilebilmesine sebep, onların batılı olmayışları ve
sahiplenilecek konumda bir aileleri olmaması mıdır?
Ya da onları utanca ve acılara gark edenlerin
resmi merciler veya kamu etiketi taşıyan kişiler olmaları mı?
Hadi batıya, İstanbul’ a gelelim. Geçtiğimiz
aylarda saldırılan, dövülen, yaralanan
hatta öldürülen kadınlarımız olmuştu.
Samatya’ da saldırıya uğrayan, öldürülen Ermeni
kadınlar korkudan sokağa çıkamaz, kapılarını açamaz hale gelmişlerdi.
Sebepsiz ve haksız yere saldırılan bu kadınlara da
sahip çıkmamız ve yanlarında olmamız gerekmez mi idi?
Bu kadınların hepsi ötekiler mi idi?
Daha içimizden bir örnek belirteyim;
Geçtiğimiz Ramazan ayında, hem de cami avlusunda,
toplanan kadınlı, erkekli gruba hem de iftarlarını yaparken, satır, sopa ve silah ile saldıran sakallı,
şalvarlı, dövmeli kişiler için bırakın yazmayı, kınamayı, saldırıya
uğrayanların şikâyetlerini geri aldırmaya, olayı örtbas etmeye çalışan
ağabeylerimiz bugün şiddet muhalifliği yapıyorlar.
…
‘Genç anne Z.D ye yapılan şiddetin delili’
yazısında Elif Çakır üç defa tekrar ederek Hülya Gülbahar ve Canan Güllü’nün
isimlerini belirterek bu mesele için ‘neden seslerini çıkarmadıklarını’
sorguluyor.
Başörtülü bir kadın gazeteci arkadaşımız olarak
Elif Çakır’ın gözünden mi kaçtı bilmiyorum ama hüsnü zan ile kendisine ve
yazılarını takip edenlere, vicdani sorumluğun gereği, bazı hatırlatmalar yapmak
istiyorum.
-Pek çok farklı çevre ve düşünceye sahip 400
civarında kadınlardan dahil olduğu ‘Barış için Kadın Girişimi’ başörtülü kadınlara yapılan saldırıları bir
açıklama ile kınamışlar ve başörtülü kadınların yanında olduklarını
belirtmişlerdir.
- ‘Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin
başörtülü kadınlara saldırılar için Kabataş iskelesinden, Gezi Parkına
düzenlediği yürüyüşe Elif Çakır’ın yazsında işaret ettiği Hülya Gülbahar dahil
bizimle beraber yürüdüler ve başörtülere yapılan saldırıları kınadılar.
‘Başörtüye saldıran bizden değildir’ sloganlarına
iştirak ederek, yürüyüşe destek veren hatırladığım kadın oluşumlarından
bazıları şunlardı;
‘Barış için Kadın Girişimi’
‘Feminist Kollektif’
‘Birbirimize Sahip Çıkıyoruz’
‘DSİP’
gibi, birbirinden farklı inanan ve düşünen pek çok
kadın grupları ve bireysel katılımlar ile destekler verildi ve saldırılara
tepkilerini gösterdiler.
İstanbul feminist kolektif’in başörtülü kadınlara
taciz ile ilgili açıklamalarından bir kısmı şöyledir;
‘Kadınlara yönelen küfürler, tacizler ve tepkiler
erkek egemen bir namus algısının göstergesidir. Başörtülü kadınlara da benzer
bir öfkeyle yaklaşmak asla haklı ve anlaşılır bir mücadelenin parçası olamaz!
Biz kadınları, sürekli birinin karısı, başkasının kızı, sevgilisi olarak
tariflemeniz kadınların varlıklarını ve iradelerini ellerinden alıp erkeklere
emanet etmek demektir. Başörtülü/ başörtüsüz sınıflandırmalarla kadınların var
oluşunu, çerçevesini sizin çizdiğiniz temsillere sıkıştıramazsınız. Biz kimsenin
"istediği, makul kadın" olmayacağız. Rejimler ve iktidarlar hep
kadınlara doğru yolu göstermeye çalıştılar, aynı babaların, kocaların
yaptıkları gibi… Biz başörtülü ve başörtüsüz kadınlar, bu alanların makul
kadınları olmayı reddediyoruz!
Birlikte direndiğimiz sizlere, bu meydanları,
iradenizi kimseye teslim etmeyeceğinizi haykırmak için doldurduğunuzu
hatırlatıyoruz.’
İstanbul Feminist Kolektif
…
Yine önemle şahit olduğum şu örneği de belirtmeden
geçemeyeceğim.
Gezi hareketleri içerisinde ortaya çıkan en nahoş
olaylardan biride yazılı ve sözlü küfürlerdi.
Son yıllarda otobüs durakları, toplu ulaşım
araçlarında, her sokakta, her an, en yaşlısından küçük yaştaki çocuklarımıza
kadar, ağza alınmayacak bir küfür salgını yaşanmaktadır. Bu sebeple sokakta
veya otobüste defalarca yaşlı ya da genç pek çok erkeği ikaz etmek zorunda
kalmışımdır. Bunda seviyesiz televizyon programları ve filmlerin de etkili
olduğunu düşünüyorum.
Toplumun her alanında küfürlerle, bilinçli veya
bilinçsiz, aslında yapılanın kadının aşağılamasıydı. Tepkilerin ve
hakaretlerin ‘kadın’ üzerinden ‘anne,
avrat ve bacı’ ifadesi ile gösterilmesi,
sağlıksız, görgüsüz, pervasız ve kaba bir gençliğin nasıl yetiştiği en
önemli sorunlarımızdan.
Gezi Parkı’ndaki gençlerin de, bu toplumun içinden
olduğunu düşündüğümüzde maalesef bir kısım gençlerimiz hareketlerine küfürleri
de alet etmişlerdir.
Başbakan Erdoğan’ın annesi ve eşi hakkında da
olmakla beraber pek çok küfür yazılmış ve söylenmişti.
Gezi olaylarında görülmeyen ya da ihmal edilen bir
boyut var ki bu küfürlerin nasıl temizlendiği idi.
Kadına sözlü veya yazılı şiddeti içeren bu
küfürler, bizim Muhafazakâr camianın pek de haz etmediği feminist kadınlar
tarafından üzerleri boyalarla kapanarak temizlenmişti.
…
Sonuç olarak sevgili Elif Çakır ve bütün
muhafazakar medya ve kamuoyu da dahil her birimiz, yurdumun insanları arasında
yükseltilen bu ayrışma, ötekileştirme ve itham edici söylemi ve dili
beslememeye dikkat etmeliyiz.
Yakın tarihimiz, farklılıklarımızdan kaynaklanan
ve tahrik edilen dramlarla doludur.
Lütfen en tepeden, halktan her bir birey olarak
nefret dilini yükseltmeyelim.
Bazı çevreleri ve kişileri itham ederken, sonuç
itibari ile neler olabileceğini hesap edelim.
Peygamberimizin ‘Fitne, adam öldürmekten kötüdür’
sözünü bugünlerde daha sık hatırlamaya ve hatırlatmaya ihtiyacımız var.
İnsanı sadece silah öldürmez. Fitne de öldürür.
Fitneye alet olmayalım. Böyle bir vebal ve
fitnenin ateşi Allah korusun hepimizi kuşatır.
Unutmayalım ki, bu ülke halkı umutlarını tam da
‘barış sürecine’ bağlamışken, tam da kanların akması durmuş iken, barışı bir
yol kazasına kurban vermeyelim.
Şefkat, merhamet, sevgi ve barış dilini hep
birlikte yükseltelim.